Türkiye’nin önde gelen jazz sanatçılarından, duayen Neşet Ruacan 1948’de İstanbul Kadıköy’de doğdu. Çocukluğu Moda’da da geçen ve hala orada yaşayan jazz gitaristi, müziğe küçük yaşlarda ağız mızıkası çalarak başladı. Daha sonra komşusunun gitarına merak sardı ve 10 yaşında gitar dersleri almaya başladı. Nota okumayı sevmeyen Ruacan’ın jazz’a ilgisi, ilk gitar derslerinde başladı. Böylece jazz ve gitar beraber yürüdü. Jazz hayatının büyük bir parçası olduktan sonra dönemin önemli jazz’cılarıyla çalıştı, çalışıyor. Birçok radyo-TV programı sundu; TRT Jazz Orkestrası’nda gitaristlik ve sonrasında da şeflik yaptı. Birçok jazz’cı yetiştirdi.
İyi ki varsın Neşet ağabey…
Şimdi ustanın jazz yolculuğuna çıkalım…
Müzik İçinde Çocukluk
Müziğe nasıl başladığımı hatırlamıyorum, çünkü çok ufaktım. Ablam evde mandolin çalardı. Demek ki doğduğum zamandan beri hep bir müzik sesi vardı evin içinde. Onun için nasıl müziğin içine girdiğimi söylemek biraz zor. Evin içinde radyo çok dinlenirdi, malum. Bir de ben Moda’da büyüdüm ve Moda’da müzik her zaman vardı. Klasik müzik sanatçıları, jazz’cılar vardı. Kısacası çevresel faktör benim için çok belirleyici oldu. Çocukluğum müzik içinde geçti.
Önce Mızıka, Sonra Gitar Ve Jazz
Çok küçükken, gitarı bilmiyordum tabii, ama muazzam ağız mızıkası çalıyordum. Ondan sonra birden bire 10 yaşında gitarı aldım elime. Komşunun gitarıydı ve çok hoşuma gitti. Sonra gitar dersi almaya başladım. Ardından jazz dersleri almaya başladım. Yani gitarda jazz çalıyordum. Hep doğaçlama. Paralel olarak yürütüyordum ikisini de. Klasik gitar hocam Rıza Başikoğlu’ydu. Jazz gitar hocam da Dr. Metin Bulut’tu. Onlar bana çok emek verdiler, onlarla başladım. Sonra klasik gitar bir kenara kondu, ona devam edilmedi. Jazz gitardan elektro gitar ve tekrar jazz gitar derken jazz galip geldi.
Jazz’ı Bilen Daha İyi Çalar
Biraz daha büyüdüğümde, yani delikanlı çağımda; arkadaşlarla müzik yapmaya başladık. Baktım ki, jazz müziğini bilen insanlar daha iyi çalıyordu her tarz müziği. Bunda bir sır olmalı dedim. Yani iyi müziği yapabilmen için, ya klasik müziği çok iyi bileceksin ya jazz müziğini ya da ikisini birden. Onun için jazz’ı tam anlamıyla öğrenmek lazım dedim. O şekilde başladım ama sonrasında baktım ki çok derin bir müzik. Derine indikçe de çok hoşuma gitti, jazz sardı beni.

Vahşi Kediler @ Erdek Golf Kulübü – 1964 (Photo: internet/unknown)
Jazz Şu Ana Aittir!
Basit ve keskin bir şekilde söyleyeyim ki bugün dünyada ‘kendi müziğimi yapıyorum’ diyebilecek tek müzisyen jazz müzisyenidir. Diğerleri bunu söyleyemez. Dün bestelediği parçayı bugün kendisi çalan bir insan bile dünkü kendini çalıyordur. Ama bu durum dün bestelediği şekilde çalıyorsa geçerlidir. Eğer onu jazz gibi çalıyorsa o zaman kendi müziğini yapıyor demektir. İşte jazz da bu kadar güne aittir, an’a aittir ve şu andaki halimize aittir. Bu da bana uygun bir şey. Evde bir şeyler hazırlayıp hazırlayıp ertesi hafta yahut bir ay sonra sürekli o aynı şeyleri çalmak karakter olarak bana pek uymaz.
Herhangi Bir İnsan
Jazz müziğiyle uğraşan bir insan, herhangi bir insandır. Onun neyle uğraştığını baktığınızda tipinden, suratından anlamamanız gerekir. Çünkü jazz’ın hiçbir şekilde bir aksesuara veya başka bir şeye ihtiyacı yok. Jazz’cı gibi giyinmek diye bir şey yok. Ona göre makyaj yapmak, ona göre arabaya binmek diye bir şey yok. İnsan neyse jazz müzisyeninin de o olması lazım. Jazz’cı her an her şekliyle etrafındaki her şeyle gerçek bir iletişim halindedir. Bu da onu besler. İletişim ve ilgi açısından iyi beslenen bir insan mutlu ve rahat olur. Bunu bir jazz’cıda hemen anlarsınız.
Havamda Değilim, İlham Gelmiyor (!)
Diğer müzik türlerindeki insanlarda sahneye çıkmadan evvel bir gerginlik, basında ilişkilerinde bir farklılık, ‘Ay efendim havamda değilim, ilham gelmedi’ler filan vardır ki bunlar tümü saçmalıktır. Gerçi saçmalık da değil, çünkü yanlış işle uğraşıyorlar, başkasının müziğini yapıyorlar. Tabii burada zorlanmaları normaldir. Ama bakarsınız klasik müzik solisti olup da jazz’cı kafasıyla o işe yaklaşan büyük solistler vardır, rahat bırakırlar. Onlar çok büyük solistlerdir zaten. İşte onlar biraz da olsa kendi müziklerini yaparlar, başkalarının parçalarını çalsalar bile. Çünkü o parçanın üzerine yaptıkları yorum, o parçayı kişiselleştirir.

Neşet Ruacan & Ferit Odman (Photo: Zuhal Focan)
Jazz, Dağların Arkasından Geldi
Jazz müziğinin dağların arkasından geldiği biliniyor. Yani bize ait bir şey değil evet ama nesi kötü? Denemenin nesi kötü olabilir? Bu işte ropdöşambır giyme meselesi ve Türk insanının köy hayatına bağlı olması, bağlı kalması, onun dışında bir şey çıkarsa Türklüğünden bir şey kaybedermiş gibi algılaması olduğundan böyle oluyor. Bu yanlış. Türkler şehirli de olur. Yani biz Türk şehirli gördük. Ama az ama çok gördük. Anadoluluğunu kaybeder mi? Kaybetmez. Hiçbir şey olmaz. O bir ruh meselesidir. Ama şehirli olmayı zül addetmeyeceksin. Köyün güzelliği köydedir. Biz köyümüzden geldik, yaşantımızdan ödün vermeyiz. Bu olmaz. Bu yamalı durur, zor bir şeydir. İstanbul, Ankara, İzmir, artık neresi derseniz, bu ülkede mükemmel şehirli aileler var. Yani bu ülkede edebiyatçılar, şairler, müzisyenler, avukatlar, hâkimler, kâtipler… Kâtibim denir ya hani, katip şehirli demektir. Köyde kâtibe gerek yok. Budur yani mesele, katibe kolalı gömleğe gerek yok. Söylemek istediğim, nereden geldiyse geldi bu müzik, denemek lazım!
Hiçbir Sanat, Form Anlaşılmadan Anlaşılmaz
Nasıl ki tango kursları vesaire bir sürü şeyler var ve sosyalleşiyor insanlar, müziği de tanıyabilirler boş vakitlerinde. Tamam, jazz dinlemeye yeni başlayacaklar güncelden başlayabilirler. Bu doğru ancak hiçbir sanat, form anlaşılmadan anlaşılamaz. Sanatın formunu anlamanız lazım. Sanatın formunu anlamak çok kolay. Jazz müziğinde özellikle. Jazz’ı anlamak çok kolay. Eğer bunu bilmeden izleyip, dinlerseniz; ne izlediğinizi, ne dinlediğinizi bilemezsiniz. Jazz’ın takibi o zaman zor olur. Hatta bir zamanlar jazz için ‘Jazz artık müzisyenlerin müziği oldu, halktan koptu’ bile dediler. Yani onun için jazz’ın formları, işleyiş protokolü, sonra soloları için ön bir çalışma ortamı iyi olur. Bu da konserlere gelerek sorarak, soruşturarak olur.
Ustalarla Geçen Yıllar
Tuna Ötenel ile senelerce çalıştık. Tuna bizim ustalarımızdandır, büyük ustadır. Jazz müziği adına Türkiye’de de büyük bir şahsiyettir. Halen de öyle. Tuna’yla anılarım anlatmakla bitmez. O kadar anılar, o kadar şeyler var ki içlerinden birini seçip anlatmak çok zor. Emin (Fındıkoğlu) hocayla da uzun seneler birlikte çalıştık. Tuna’yla, Erol Pekcan’la Süheyl Denizci ve Yalçın Ateş’le de birlikte çalıştık. Radyo programlarımız tabii senelerce sürdü. Ben 26 sene görev yaptım orada. Hakikatten o programlar iyidir yani. 15 sene TRT Jazz Orkestrası’nın şefliğini yaptım. Ondan evvel de gitarcılığını yapmıştım. Orada da müthiş konuklarımız, arkadaşlarımız oldu. Bizden evvelki nesil, ondan evvelki anılar çok fazla. Süheyl (Denizci) ağabey, Erol (Pekcan) ağabey, Ayhan Yünkuş gibi ağabeylerimiz ki çoğu rahmetli oldu. Onların anılarının bizimkilerden çok daha çarpıcı olması gerekir, çünkü hakikatten ülkede hiçbir şey yok yani İlham Gencer, Ayten Alpman varken jazz hakkında kimse bir şey bilmiyordu. Ama tabii birtakım insanlar jazz plakları alıp, dinliyorlardı. O yüzden onların hatıraları çok daha çarpıcı olmalı, bizimkiler daha güncel kalıyor. Bunları artık benim oturup yazmam lazım. Bazıları öğretici, bazıları heyecan verici bir sürü anı var çünkü.