Yazılarımda söz etmişliğim vardır, dünyaca ünlü progressive rock grubu Pink Floyd’un gitaristi David Gilmour’un unutulmaz albümleri The Dark Side of The Moon hakkında belki de efsaneleşecek bir yorumu vardır: “Albüm üzerinde o kadar çok çalıştık ki, hiçbir zaman kulaklıkları takıp onu ilk dinleyen biri kadar şanslı olamadım, olamayacağım”.
12 Ekim Perşembe akşamı Zorlu PSM’de jazz severler için gerçekten unutulmayacak, akıllarda her an yer edecek ve şu ana kadar da açıkçası pek de rastlamadığım bir geceye şahit oldum. Ediz, Kabak & Lin’den çıkardığı ilk albümle birlikte ‘Nazdrave’yi bizlere proje olarak kabul ettirmişken, jazz severlere sunduğu her performans sonrası çıtayı daha da yukarı çıkartan grup elemanlarının aralarındaki güçlü bağ, “Nazdrave”yi kendine has, ayakları yere sağlam basan bir grup haline getirdi. Ediz’in ellerinde can bulan Nazdrave, jazz dünyamızın içindeki yerini kimsenin yıkamayacağı kadar sağlam bir performans ile bir kere daha bizlerle idi.
Öyle kolay kolay bir araya gelmeyecek grup elemanlarını içinde barındıran Nazdrave’nin daha da olgunlaştığını görüyorduk. Zorlu Performans Sanatları Merkezi / PSM – Stüdyo’da içinde Ediz Hafızoğlu’nu barındıran 3. konserim ve Ediz Hafızoğlu’nun çaldığı projeler/ konserler öncesi nedense hep “pop-quiz” misali kafasındakileri ve yapmayı planladıklarını tahmin etmeye çalışırım, ancak her zaman olduğu gibi bu sefer de zevkle ters köşeye yatıran Ediz, “henüz kayıt edilmemiş” bir albümü, Mozart’ın kafasındaki notaları tek kopyası olan kağıtlara dökmesi misali günahı ve sevabı ile “Arkadaşlar, işte bizim kafamızdan geçen şeyler bunlar ve bir sıkıntı olmaz da güzel bir kayıt gerçekleştirirsek aşağı yukarı bunları dinleyeceksiniz” tavrının verdiği rahatlık ve profesyonellikle ilk kez dinleyicilerle buluşturuyordu.
Nazdrave’nin öyle kolay lokma da olmayan elemanlarını tekrar hatırlayalım: davullarda Ediz Hafızoğlu, elektrik gitarlarda Cem Tuncer ve Cenk Erdoğan, elektrik bas gitarda Orhan Deniz, soprano saksofonda Engin Recepoğulları, alto saksofonda Serhan Erkol, trompette Barış Doğukan Yazıcı ve tuşlu çalgılarda Ercüment Orkut. Ediz Hafızoğlu’nun “tüm turne konserlerinde yanlız bırakmadığını” belirttiği Ülkü Aybala Sunat’ı da bu gruba dahil etmek mümkün, ancak Ülkü’nün yanında bu akşamı özel kılan diğer tüm vokallerin albüme etkisinin büyük olacağı ve daha da renklendirecekleri kesin: Jülide Özçelik, Birsen Tezer, Elif Çağlar Muslu ve Ece Ünsal.

Ediz Hafızoğlu – Nazdrave (Photo: Zorlu PSM/KaliPro)
Eğer albüm kayıtları da Ediz’in belirttiği gibi konser setlist’i şeklinde olacak ise, şu ana kadar dinlediğim en hareketli müziklerden biri ile güzel bir başlangıç yapıyor olacağız: “Girdik”. İlk albümü, ilk dinleyişle hızla kulağa yerleşen “Cereyanlı” parçası ile açan Ediz, “Girdik” ile jazz-rock’un doruklarına ulaşıyor, jazz konserine gelen bizleri bir anda ZZ Top – La Grange parçasında kafa sallar gibi kafa sallatmaya başlatıyor. “Girdik” sonrası yanan ateşi az da olsa soğutuyoruz, Ülkü Aybala Sunat duru sesi ile, 22. İstanbul Jazz Festivali’nde de grupça dinlediğimiz bir Üsküp türküsü olan “Bulut Gelir”i a-capella olarak söylüyor. Bu esnada PSM – Stüdyo’da yaprak kıpırdamıyor, Ülkü’nün yarattığı aura tavan yapmış, seyirci tüm dikkati ile Ülkü’de ve anlattığı hikayede… “Balkansko”, albümün en eğlenceli parçalarından ve her döngüsünde farklı ritm değişiklikleri ile dinleyicinin ilgisini çekiyor. Parçadaki sololarını ve aldıkları alkışları hissettikten sonra Cenk Erdoğan ve Serhan Erkol’un ülkenin en başarılı gitarist ve saksofonculardan biri olduklarını rahatlıkla söylemeniz mümkün. Ediz’in “hiçbir hikayesi olmadığını” söylediği “Sabah”, albümün en hüzün dolu parçası olabilir. Hoş bir ballad. Birsen Tezer, kendisi için özel yazılan “Kül” ile sahne ışığını daha da parlatırken, seyirciler arasındaki çılgın Tezer fanatiklerinin çığlıkları duyulmaya değerdi! Bu albümde dinleyiciyi en çok ‘zorlayacak’ parça sanırım “Keşiş” olacak. Sıkı ve her an değişen ritm düzeni ile bir ara müzisyenlerin parçanın genel ritmini hangi müzisyenden aldığını sorgulatan, Dream Theater-vari progressive enstrüman sololarının çok olduğu, kuruluşu ve yükselme/ gelişme devri çok hızlı olan, kanımca albümdeki değeri dinlendikçe daha da artacak kaliteli parçalardan biri. Seveni çok olduğu kadar, ‘düşündüreceği’ dinleyicisinin de çok olacağını düşündüğüm parçayı bu albümde dinlemek için sabırsızlanıyorum! “Doğru” parçasında sahneye Elif Çağlar Muslu çıkarken, Trakya esintili bir diğer parça olan “Renkli Düşler”de sahne Jülide Özçelik’in oluyor. Parça arasında Ediz’den yakın zamanda Elif Çağlar Muslu’nun yeni albümünü kontrbasta Volkan Hürsever ve piyanoda Çağrı Sertel sürprizleri ile kayıt altına alacaklarını öğreniyoruz. Kara Orkestra zamanında yazılmış “İki Taraf” Serhan Erkol geçişi ile başlarken, ileriki anlarında yerini Korhan Futacı’ya bırakıyor. Üflemelilerin konuştuğu parça albümün ‘gri ’ parçalarından. Kolektif İstanbul zamanında dinleyici ile buluşan “Hayat” tekrar masaya yatırılırken, Ülkü “Uzaklarda”ve ilk albümden selam edilen “Kimse Bilmez” ile sahneden tüm seyircilere heyecanını aktarıyor, bizden de yansıyan heyecana ortak oluyor. Ediz Hafızoğlu’nun tüm kişiselliğini ortaya koyduğu “Nazdrave – 13”te sahneye son olarak Ece Ünsal ve bağlamada Engin Arslan geliyor. Ediz’in yazdığı bir türkü olan “Yar Gelir” ile Ece sahnedeki ilk türkü deneyimini yaşıyor. Ancak, ortada hiçbir zaman es geçemiceğimiz bir “Cherno More” gerçeği var, bunu da unutmamak gerek. Bulgar tiyatrocu Todor Kolev’in yarattığı Cherno More çok uzun zamandır dinlediğim en hareketli, en kırmızı, en ateşli, en Trakya, en Balkan parçalardan. Zorlu PSM – Stüdyo’daki birçok dinleyicinin adeta ‘yarın olmayacakmış gibi’ dans etmesi ve parçanın heyecanına katılması da kesinlikle görülmeye değerdi.
Çok güzel ve özel bir albüm Kabak & Lin etiketi ile kısa vakitte bizlerle olacak, heyecan dorukta!