“Belli bir disiplin içinde yürüyor hayat. Eğer işinizi yapıyorsanız, seviyorsanız, bunun mutlaka bir disiplin içinde olması gerekiyor. Dünyadaki her iş kolunda başarı söz konusysa, altından disiplin çıkar.”
1970’te İzmir’de doğan Volkan Öktem’in müziğe ilgisi 7 yaşında başladı. 11 yaşında orduevinde asker orkestrası ile çalmaya başladı. Babasının vefatıyla, Ankara’ya taşınan Öktem, bu şehirde de birçok rock ve pop grubuyla ile çalıştı. Daha sonra jazz müziğine ilgi duymaya başlayarak, jazz gig’lerine katılmaya başladı. Tuna Ötenel ve Janusz Szprot gibi piyanistlerle çalıştı.
Sonunda Ankara’dan İstanbul’da geçen Öktem, 100’den fazla albümde çaldı. Sezen Aksu, Fahir Atakoğlu, Nilüfer, Sertab Erener bunlardan sadece birkaçı. Öktem, Tarkan ile sahne çalışmaları haricinde çeşitli projeler ve stüdyo kayıtlarıyla yurtiçi ve yurtdışında müzik çalışmalarını sürdürüyor.
Volkan Öktem, NTV Radyo’daki ‘Bizim Cazcılar’ adlı programımda, Volkan Hürsever’in ‘Hediye’ adlı albümünden, kendi bestesi olan “Mazi”; Ercüment Orkut’un ‘Low Profile’ adlı albümünden “Ark” isimli parçayı ve Eylem Pelit’in ‘Yedi Uyuyanlar’ adlı albümünden “Karnaval” adlı parçayı çaldı. Dilerseniz Öktem’in müzik yolculuğunu okumaya başlamadan önce bu parçalardan birini açabilirsiniz. Keyifli olacaktır.
Okul Çantama Vurarak Çalıyordum
Babam asker olduğu için sürekli şehir değiştirdik. 4, 5 yaşlarındaydım, Polatlı’da yaşıyorduk. Ya bir düğün ya da bir sünnet düğününe götürdüler beni. Oradaki kocaman davulları hatırlıyorum. Sanırım davulu ilk gördüğüm yer orası. Orada sahneye yapışıp kaldım. O kocaman davullar küçücük hayalimde canlanmış yıllardır. İlkokuldayken okul çantalarıma vurarak bir şeyler çalmaya başladım. O dönemki popüler müziklerden Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Barış Manço’ların müziklerinin üzerine eşlik etmeye başladım. Tüm davetlerde orkestranın yanına oturur oldum. Bütün gece oradan kalkmazdım. Hatta annemle babam hiç paniğe kapılmazmış, Volkan nerede diye, bir bakarlarmış ben sahnenin kenarındayım. Öyle öyle ilgim giderek arttı; seyrederek, çalarak, müzik dinleyerek. Bir gün bu orkestrada çalan askerlerden birisi olan Erdem ağabey “Sen ne yapıyorsun burada? Seni hep burada görüyorum” dedi. Rahmetli oldu Erdem ağabey, ondan güzel şeyler öğrendim. Sonra, kemancı olan Sendur Güzelel, “Yarın gel bir çal seni bir dinleyelim” dedi. 11 yaşlarındaydım, gittim hemen, “Sen çal ben sana eşlik edeceğim” dedi. Ben çaldım, o da bir melodi çaldı, 5 dakika kadar sürdü bu. Sonra o akşam beş çayında müzik yapacaklardı, “Bugün akşam 5’te beraber çalacağız” dedi. Nasıl panikledim, heyecanlandım anlatamam. Ve işte çıktık beraber çaldık ve serüven öyle başladı.
Tuna Ötenel’le Jazz’a Doğru Bir Adım Daha
Babamın vefat etmesiyle Ankara’ya taşındık. Lise dönemim orada geçti. O dönem, pop – rock çalan müzisyen arkadaşlarımla beraber, iki grupta çaldım. Festivallerde, ODTÜ Bahar Şenlikleri’nde, Hacettepe Üniversitesi’nin salonundaki konserlerde, çok yerde çaldım. Ve bir süre sonra ‘Alpay’ın Karpiç Bar diye bir barı vardı, orada başladım. Alpay ağabey ile çalmaya başladım. Onun sonrasında işte jazz müziğine olan ilgim arttı. 1980’li yıllarda, ben kendi enstrümanımdan örnek vereyim Steve Gadd, Dave Weckl, David Garibaldi gibi birçok isimden etkilendim. Daha sonra klasik jazz tarzını dinledikçe, Tony Williams, Jack DeJohnette gibi bu tarz isimlerden çok daha fazla etkilendim. 20’li yaşlarımda da Sibel Köse ile tanıştık. Sibel Köse de o sıralar Gece Bar’da çalışıyordu. Onunla birkaç ekip kurduk. Alper Yılmaz ve benimle beraber. Tuna Ötenel ile Sibel Köse sayesinde tanıştım. Onlar ‘Mimarlar Derneği’ diye bir kulüp vardı orada çalıyorlardı. Biz de işimiz bittikten sonra oraya uğruyorduk, bazen onlar geliyorlardı. Ve bir gün beraber çaldık Tuna ağabey ile. O benim için çok önemli bir şeydi çünkü çok iyi bir piyanist, çok iyi bir müzisyenle gerçekten jazz müziğine olan ilgim artmıştı ve bir adım atmıştım bu sayede.
İlk Davulum Para Toplanarak Alındı
O dönemler çok fazla jazz müziği çalacak yer yoktu ve ben birkaç farklı müziğe ilgi duyuyordum. Pavyon diye tabir ettiğimiz yerlerde de çaldım. Annem çok rahatsız oluyordu, panik oluyordu. Çünkü oralar çok geç saatlere kadar açık olan yerler ve 18 yaşıma denk gelen zamanlardı. Bazen ağabeyim geliyordu daha güvenli bir ortam sağlamak için, endişe duyduklarından. Ama her zaman ailem destek oldu, hiçbir zaman köstek olmadılar. Hiçbir zaman bu işi yapmayacaksın demediler. Bu işi yapmama rahmetli babam da dahil olmak üzere herkes destekçiydi. Zaten ilk davulumu da rahmetli babaannem, teyzem, anneannem, annem hep beraber aralarında para toplayarak almışlardı. Bu çok özel, çok önemli bir şeydi benim için.

Volkan Öktem (Photo: Volkan Öktem Archive)
Kendi Geleceğini Düşün, İstanbul’a Git…
Ankara’da Karpiç Bar’da çalışırken beraber çalıştığım arkadaşlarıma yaz işi teklifi geldi; 6 aylık Alanya’ya. Arkadaşlarım İstanbul’a gelmeyi çok istiyorlardı, ben o kadar istekli değildim. Babam olmadığından annnem yalnız kalacak diye istemiyordum. Ve Alanya’dan İstanbul’a geçeceklerdi. Gitarist arkadaşımız Cihat Akyıldız İstanbulluydu zaten İstanbul’a dönecekti, diğerleri de ona takıldı. Son anda davulcu arkadaşları gelemeyeceğini söyledi ve bana gel dediler. Ben de hani 6 aylık yazlık iş sonuçta diye düşünerek tamam dedim. Gittik ve 6 ay çalıştık. Sonrasında İstanbul’a gitmek söz konusu oldu ancak ben Ankara’ya dönecektim. Cihat bana “Nereye gidiyorsun, ne yapacaksın Ankara’da?” dedi. Sonuçta Ankara’dan geldim ve Ankara’ya dönüyorum işte. Orada çalışacağım. E bütün arkadaşların İstanbul’a geliyor sen kiminle çalacaksın deyince böyle bir durdum, düşündüm. Annemi aradım, onunla olan hayatım çok önemli. Annem, “Kendi kararlarını ver, kendi geleceğini düşün, ona odaklan. Lütfen beni düşünme” dedi. O konuşmanın verdiği rahatlıkla ben de İstanbul’a gelmeye karar verdim. İstanbul’a gelişim bu şekilde oldu.
İstanbul’da Başlayan Pop-Jazz Bir Dünya
İstanbul’a geldiğimde de Barış Kıratlı ev arkadaşımdı. Asya’yı tanıyordu, şarkıcı Asya. Onu aradı, ihtiyacın olursa buradayım ve davulcu arkadaşım da var, beraber çalışabiliriz dedi. Bu arada biz Kemancı’da çalıyoruz haftada bir gün (13 yıl çaldık). Çok büyük tesadüftür ki Asya da davulcuyla basçı arıyormuş. Ve biz Asya’yla çalışmaya başladık. Sonra Cengiz Özdemir ile tanıştım. O da çok iyi bir müzisyendir. Bizi dinlemek istedi. Birkaç şarkı çaldık ve çok beğendi. Girdik ekibe, çalışmaya başladık. Cengiz Özdemir ile beraber de Levent Altındağ, Berç Yeremyan, Ercan Irmak, Eylem Pelit, Cem Erman ve Aycan Teztel’in de içinde olduğu, böyle büyük bir ekiple ‘Habbecik’ ekibini kurduk. Pop jazz bir dünya başladı İstanbul’da. Sonra Mirkelam devreye girdi. İskender Paydaş’la Mirkelam’la çalmaya başladım derken kontrol edemeden açılarak devam etti hayatım. Sertab Erener ile 1997’de zannediyorum 2 yıl çalıştık. Sonra ayrıldık ve 2 yıl sonra tekrar çalışmaya başladık. Sertap’la her bir araya geldiğimizde, başka bir ekiple çalıştım.
Davulla Yaşanan Aşk
Bir dönem bas da çalmak istedim. Ev arkadaşım Barış Kıratlı bas gitaristiydi. Onun bas gitarını alıp çalışıyordum. Murat Ejder’in de bas gitarıyla (ki o da çok değerli bir müzisyen arkadaşım) bir şeyler denedim. Ama bir süre sonra, “Ya ben ne yapıyorum burada? Davulda çalışmam gereken onca şey var, ben burada niye buna çalışıyorum” diyerek ana sazıma geri döndüm. Davulla başladım davulla devam ettim, ediyorum. Yani davulla 30 – 40 yıldır aşk yaşıyoruz.

Volkan Öktem (Photo: Bir De Benden Dinle/Drum Experiment)
Özel Müzik Ne Demek?
Jazz müziğinin en önemli özelliği, emprovizasyon içeren bir müzik olmasıdır. Bu ne demek oluyor? Yani siz aynı yemeği yapıyorsunuz ama hep farklı lezzette yapıyorsunuz. Aynı şarkıyı başka şekillerde çalabiliyorsunuz. Bu yüzden çok özel bir müzik. Her müzisyen için çok önemli bir şey bu. Jazz müziğinde de çok başarılı şarkıcılar var. Sibel Köse bunu yıllardır yapıyor. Çağıl Kaya, Jülide Özçelik, Şenay Lambaoğlu, Elif Çağlar var. Müzikte çeşitlilik bakımından müthiş zengin bir ülkeyiz. Ülkemizde jazz müziğinde de diğer müzik tarzlarında da artık enstrümanını çok iyi çalan şarkısını da çok güzel söyleyen, aranjmanını da güzel yapan sahnede de bunları çok güzel icra eden müzisyenler, şarkıcılar, çalıcılar var. Pozitif düşünüyorum. Umarım böyle devam eder.
Jazz’da Dinleyicinin İşi Zor…
Türkiye, çok eskiden beri jazz müziğine ilgi duymuş bir ülke. İşte Tuna Ötenel, Muvaffak Falay’lar. Bu iş gerçekten 1960’lardan beri burada büyük bir ilgi ve destek görüyor. Diğer müzik türlerine göre bu ilgi evet çok daha az ama ben bunu dünyanın problemi olarak görüyorum. Sadece Türkiye’ye has bir şey değil bu. Amerika’ya da Avrupa’ya da baktığınızda jazz müziğine olan ilgi diğer müziklere oranla daha az. Çünkü tını bazında insanların hoşuna gidebilir ama içerik olarak zor bir müzik tarzı. Ancak müzisyen olduğunuz zaman çok daha iyi anlayıp özümseyebileceğiniz ya da sevip ya da sevmeyeceğiniz bir müzik tarzı. O formu bileceksiniz ki o müzisyenin orada ne çaldığını anlayasınız, yorumunu fark edeceksiniz. Bir gün önce çaldığı aynı şarkıyla şimdiki arasındaki fark ne, onu duyacaksınız. Çok sıkı takipçiler var ama bu kadar ayrıntı işin içine girince o sıkı takipçi sayısı azalıyor. Onun dışında bir yozlaşmadan bahsedecek miyiz? Evet tabii. Dünyada basit olan şey, her zaman daha fazla ilgi görmüştür. Ben mesela Brezilya’ya gittim. Samba müzik hastasıyımdır ama samba müzik duyamadım. O yüzden buna sadece bizim sınırlarımız içinde değil, genel anlamda bakıyorum.
Müziğin İçindeki Tanecikler
Jazz müziği deyince aklıma ve kulağıma ilk olarak piyano ve saksofon geliyor. Jazz dışındaysa halk müziği dinlerim. Neşet Ertaş çok severim mesela, çok severim. Ben hep tuhaf olan şeyleri severim. Orhan Gencebay’ın enteresan parçalarını da severim. Ben küçükken dayılarım (Üç dayım var) çok dinlerdi. Ayrıca üçü de çok iyi şarkı söyler. Belki de böyle bir aileden gelmemin bir etkisi vardır. Küçükken kulak aşinalığı oluyor çünkü. Ben müziğe sadece tek tür gözüyle bakmıyorum. Rock, pop ya da jazz, müzik dediğimiz kavramın içindeki tanecikler bunlar. Genel olarak müziği seviyorum. Klasik müzik de var bunun içinde. Güzel tınlayan her şey, benim için, müzik çatısı altına giriyor. Benim yer aldığım projelerde de öyle. Bakarsınız Laço Tayfa’da ben türkü de çalarım. Bakarsınız Hediye’de ballad çalarım. Ayırt etmiyorum ve çok seviyorum.

Ercüment Orkut & Alper Yılmaz & Volkan Öktem (Photo: internet/unknown)
Hayat Dediğin, An Meselesi…
Birçok albümde çaldım. Aşkın Arsunan’ın “One a Day” albümünde, Tamer Temel’in “Serbet Düşüş” adlı albümde; Serkan Özyılmaz, Eylül Biçer, Matt Hall ile. Ercüment Orkut’un “Low Profile” albümünde Alper Yılmaz, ben ve Sarp Maden çaldık. Burçin Büke, Volkan Hürsever ile “Hediye” albümünü çıkardık. Bu projeyi aslında Burçin ile Volkan oluşturdu, ben sonradan dahil oldum. Şarkılar genelde daha ballad, soft, melodik. Herkes kendi bestesini getirdi. Bunun adını “Hediye” koyalım dedi Volkan. Bu bir hediye olsun. Hatta Hediye 1, Hediye 2, Hediye 3 diye devam eder dedik. “Habbecik” albümündeki An Meselesi, Cengiz Özdemir’in bestesi. Onun şöyle bir hikâyesi var; bundan yıllar önce, bir müzisyen arkadaşıyla birlikte bir kulüpte çalarken, yangın çıkıyor. Ve içerideki tüm müzisyenler herkes dışarı kaçıyor. Ama o saksofoncu arkadaşı, saksofonunu içeride unutuyor ve “Alıp geleceğim” diyor. “Hayır, gitme!” diyorlar. Ama “Mutlaka enstrümanımı almam lazım” diyor ve engel olamıyorlar. İçeriye giriyor ve çıkamıyor. Orada hayatını kaybediyor. Bu olaydan çok etkilenmiş Cengiz ağabey ve yaşam an meselesidir diye böyle bir beste yapmış.
Mektepli De Alaylı Da Çalışacak, Başka Yolu Yok
Mektepli, alaylı diye tabir ettiğimiz şey nedir? Her ikisi de, yeteneğini fark edip onu geliştirendir. Benim hayatımın çoğu yeteneğimi geliştirmekle geçti. Bu işle alakalı bir okul okumadım ama teorik kısmına da çok çalıştım. Jazz müziği dediğiniz zaman, diğer müzik türleri gibi, bu müziğin de eğitimini veren kurumlar var. Ve insanlar ilgi gösteriyorlar bu okullara artık. Hatta daha 15 yaşındayken, ‘Ben jazz müziğini seviyorum’ deyip annesiyle babası tarafından Berklee’ye yazdırılanlar oluyor. Tabii teorik olarak bir eğitim alındığı zaman iş daha başka oluyor. Ama bir yandan da öyle yetenekler var ki bu işin Do notasını bilmiyor ama kimsenin çalamadığı müthiş sololar çalıyor. Böyle bir gerçek de var.