Jülide Özçelik, aslında müziğe çok küçük yaşlarda kendi kendine başladı ancak ailesinden gerekli desteği alamadı. Çünkü aile çevresinde bir müzisyen yoktu ve onun kendini kanıtlaması, bu işi gerçekten yapmak istediğini anlatması zor oldu. Liseden sonra bir arkadaşının vesilesiyle Müjdat Gezen Sanat Merkezi‘nin “Hafif Batı Müziği” bölümünü kazanarak müziğe başladı. Mezun olduğu sene İstanbul Bilgi Üniversitesi‘nin Müzik bölümüne tam burslu olarak girdi. Burayı kazanması ile ailesini etkileyerek, yıllarca sürecek bir desteğin sahibi oldu.
Türkiye’nin önde gelen jazz vokal sanatçılarından Jülide Özçelik hayatını, yurtiçi ve yurtdışında konserler, albümler yaparak sürdürüyor. Ayrıca albümlerinde de yer alan birçok bestesi var. Ancak besteciliğin çok özel olduğunu ve herkesin kendisi için besteciyim demesini doğru bulmuyor.
Jülide Özçelik, NTV Radyo’daki ‘Bizim Cazcılar’ adlı programımda, Jazz İstanbul Volume 1 ve 2’den birçok parça çaldı. Dilerseniz söyleşiye eşlik etmesi için, sizin için seçtiklerimizden birini açabilirsin. Keyifli olacaktır.
Şimdi, Jülide Özçelik’in müzik yolculuğuna çıkalım…
Başka Pencereler Açılıyor!
Sürekli şarkı söyleyen bir çocuktum. Şarkıcıların geçmişlerinde yaşadıklarını bariz bir şekilde yaşadım. Yani merdivenlerde şarkı söylerdim, banyoya girince çıkmazdım, evde sürekli şarkı söylerdim. Çocukken kendimi böyle ifade ediyordum sanırım. Ailemde ve çevremde müzikle uğraşan kimse olmadığı için bu konuda destek alamadım. Ne kadar kendimi ifade etmeye çalışsam da lise sona kadar hiçbir şey yapamadım. Bu beni, enerjimi akıtma anlamında çok rahatsız etti. Bir gün kendimi Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde buldum. Bir arkadaşım sınava giriyordu, ben de girdim. Klasik Türk Müziği ve Hafif Batı Müziği bölümleri vardı. İkisini de kazandım. Hafif Batı Müziği bölümüne girdim. Melih Kibar gibi Hakan Şensoy gibi değerli hocalarımız oldu. Çok farklı müzik türlerinden beslendik. Son sınıftayken bir arkadaşım Bilgi Üniversitesi’nin Jazz Vokal Performans bölümünün kurulduğunu söyledi. Kendisi de gitar bölümünün sınavına girip kazandığını ve burslu okuduğunu söyledi. Gözlerim parladı. Olur mu olmaz mı diye çok heyecanlandım ve sınava girdim. Sağ olsunlar ilk sınavda almaya layık gördüler. Nükhet Ruacan, Randy Esen, Neşet Ruacan, Can Kozlu, Ali Perret vardı. Türkiye’nin en kıymetli müzisyenleri bence… Nükhet Ruacan’la uzun çalışmalarımız oldu, vokal teknikleri üzerine. Randy Esen ile çok çalıştık. Nükhet Ruacan maalesef genç yaşta aramızdan ayrıldı. Onun o desteğini, o güzel enerjisini, insanlığını hiçbir zaman unutmayacağım. Başka pencereler açmıştır benim hayatımda.
Müzik İkiye Ayrılır; İyi ve Kötü
O yaşlarda sadece jazz değil her türlü müziği dinliyorum. Ama besleneceğime inandığım, kulağıma iyi gelen, iyi müzikleri dinlemeye çalışıyordum. Müzik bence kendi içinde sadece iyi müzik ve kötü müzik olarak ayrılıyor. Pop’un da iyisi kötüsü var, rock’un da. Jazz hep ilgimi çekiyordu. Küçükken de televizyonda görüyordum, hoşuma gidiyordu, dinliyordum. Film müzikleriyle ilgiliydim. TRT Caz Orkestrası çok ilgimi çekiyordu. Çok aktif olamasam da o dönem, bir dinleyici olarak takip etmeye çalışıyordum. Bossa novalar çok ilgimi çekiyordu ve hala çekiyor. Okula girdikten sonra jazz’la daha yoğun bir şekilde ilgilenmeye başladım, konserler vermeye başladık. İkili konserler yaptık, orkestra konserlerimiz oldu. İmer Demirer’in mesela dersleri çok keyifli olurdu, çok heyecanlanırdım. Aslında müzik beni her zaman heyecanlandırıyordu. Ben çok fazla müziği de kategorize etmekten hoşlanmıyorum. Pop, jazz, Halk Müziği, Türk Müziği diye. Ben iyi müzik söz konusu olduğunda her zaman heyecanlanıyorum. Okulda Hint müziği de gördük; Timur Selçuk’la Klasik Türk Musikisi üzerine de çalışmalarımız oldu. Bir yandan ben Klasik Türk Müziği korolarına da gittim. Çünkü her insandan başka bir şey öğrenirsiniz, her ortamda farklı bir şeyle karşılaşırsınız. Hayat tecrübelerden oluşuyor. Müzik de öyle. Her müzikte de alınması gereken ve alınmaması gereken birçok done var.
Haklı Kaygılar, Tereddütler
Arkadaş çevremde de okulda da çok destekleniyordum. Ancak ailem istemedi. Herhalde çevremizde müzisyen biri olmadığı için. Ne şekil bir yol takip ederim bilmediklerinden tereddüt yaşadılar. Aslında haklı kaygıları vardı. Fakat sonrasında benim ne kadar kararlı olduğumu ve ne kadar iyi şeyler yapma gayretinde olduğumu görünce onlar da ikna oldular. Bilgi Üniversite’sini kazanmış olmam, bu yolda inatla yürümek istediğimin kanıtı oldu. O zamandan beri destekliyorlar. Sonrasında albümler geldi…

Jülide Özçelik (Photo: Tuncay Gülcü)
Haddimizi Bileceğiz!
Yalnız kalmayı seviyorum. Aslında insanlar yalnızlığı sevmez. Mecburi yalnızlık gerçekten çok zor ve kötü bir durum. Ama tercihli yalnızlık beslenmemi ve üretmemi sağlıyor. Hatta şunu farkettim, genelde depresif olduğum zamanlarda beste yapabiliyorum. Neden sadece kendi bestelerin yok albümde diyenler oluyor. Hem iyi beste yapmak, hem iyi söz yazmak ve hem de iyi yorumcu olmak imkânsız bir şey bana göre. O konuda biraz da haddimizi bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü yazmak başka bir alan, bestecilik başka bir alan, aranjörlük bambaşka bir alan. Enstrüman çalmak bambaşka bir şey, şarkı söylemek bambaşka bir şey. Hani hepsinin dört dörtlük olması çok nadiren olabilecek bir durum. Örnekleri var tabii, mesela bir Neşet Ertaş bir Âşık Veysel! Dolayısıyla ben ‘Ben yaptım, oldu’ durumundan çok korkarım. Evet bu besteyi ben yaptım, sözleri de ben yazdım, işte şöyle oldu, böyle oldu hadi bunu koyalım. Böyle bir sürü besteler var ama ben çok fazla süzgeçten geçiriyorum. Çok arkadaşımın fikrini alıyorum. Özellikle aranjörüm Cem Tuncer’den.
Açık Kafalı İnsanlar, Açık Kafalı Müzik
Jazz diğer müziklere göre dinlemesi biraz daha zor bir müzik. Altyapınızın olması lazım; iyi müzikler dinlemiş olmanız lazım. İlk dinlediğinizde algılayamayabilirsiniz. Sonrasında dinleye dinleye hoşunuza gitmeye başlar. Müzikal ve armonik olarak daha karışık ve daha zor bir müzik olduğunu düşünüyorum. Benim için öyle değil ama dinlemesi biraz daha zor. Yani kötü müzik ya da basit müzikler dinliyorsanız jazz dinleyemeyebilirsiniz. Bir noktada sizi yorabilir. Ondan çok beslenemeyebilirsiniz, bir şey alamayabilirsiniz. Armonik olarak biraz daha karışık ve doğaçlamanın da biraz daha fazla yer aldığı daha özgür bir müzik. İfadeleri sınırlı olmayan, köşeleri pek olmayan bir müzik. Bu bağlamda ben de bir kadın olarak birçok şeye isyan ediyorum, sesimi çıkartıyorum. En azından kendi hayatımla ilgili. Belki ortalıkta çok gözükmüyorum, bir sosyal sorumluluk projesinde yer almıyorum ama şu an için çok büyük dertlerim var kendi hayatıma dair. Bir şekilde bu müzikle kendimi ifade ediyorum ve hala doğru bir okulda okuduğumu düşünüyorum. Okulda çalıştığım hocalar da bizim kafamızı çok açtılar. Hayata bakışımızı çok etkilediler. Yürüdüğümüz yolu onlar belirledi, çizdi. Bize hiçbir zaman sınır koymadılar. Ben konsere çıkıp Klasik Türk Müziği eseri de söyledim, Hacı Arif’ten de söyledim, bir Hint şarkısı da söyledim… Yani daha açık kafalı diyebileceğim bir müzik.
Halk Bunu Seviyor, Hayır Efendim!
Ne kadar kötü müzik dinlerseniz kulağınız o kadar kirleniyor. Hani basit bir şey gibi geliyor ama basit bir şey değil bu. İyi müzik dinlerseniz de artık vasat müziği dinleyememeye başlıyorsunuz. Biz otobüste, vapurda, takside taciz şeklinde birtakım müziklere maruz bırakılıyoruz. Farkında olmadan eve geldiğimde benim kafamın içinde bir takım melodiler ve sözler dönüyor. Farkettirmeden bana onu ezberletmişler. Çünkü kulağımız sürekli bir şeyleri kaydediyor. Farkında olmadan işleniyor onlar bize. Ondan sonra da “Halk bunu seviyor” diyorlar. Hayır, halk bunu sevmiyor. Siz sürekli onu veriyorsunuz, insanları mecbur bırakıyorsunuz. Biz kendi yaptığımız müzikleri hiçbir şekilde mecbur bırakmıyoruz. İsteyen dinliyor, istemeyen dinlemesin, saygı duyarım.

Jülide Özçelik (Photo: Tuncay Gülcü)
Albüm mü Kaldı? Tutmaz Bu!
İlk albüm 2008 yılında çıktı. 2. albüm de 2012’de çıktı. Albümleri kaydetmeye başladığımızda Cem Tuncer, Ediz Hafızoğlu, Kağan Yıldız bir araya geldik. İşte dedik parçalarımız bunlar bunlar. Cem yazdı, çizdi. Girdik ve kaydettik. Benim aslında hiç albüm yapma niyetim yoktu. O dönem rahmetli eşim çok destekledi beni; “Böyle kendi kendine şarkı söyleyerek bir yere varamazsın. Mutfakta yemek yaparken değil, bunu profesyonel bir duruma getirmen lazım. Bunun da yolu albüm yapmaktır” dedi. Öyle çok önde olmaktan hoşlanan biri değilim. Çünkü, birlikte bir iş çıkartılıyor. Bir kişinin öne çıkıyor olması bana her zaman haksızlık gibi gelmiştir. Nitekim de öyle oluyor.
Fransızca Konuşsaydım Fransızca Söylerdim (!)
Sonunda albümü kaydettik. Çok büyük bir heyecan! Ne olacağını, nereye gideceğini bilmiyorsunuz. Bir yandan birtakım nidalar yükseliyor; albüm tutmaz, satmaz, artık albüm diye bir şey kalmadı, kimse albüm almıyor şeklinde… Tutar mı tutmaz mı diye bir kaygım yoktu. Yapmak istiyordum ve yaptım. Halk müziği eserleri olduğu için albümde, rafa koymamız gerektiği zamanı düşünerek halk müziği rafına koyamayacağız. Çünkü halk müziği albümü aldığını düşünen biri sonra bambaşka bir şeyle karşılaşmasın diye. İsmini de işte İstanbul’da doğup büyüdüğüm için Jazz İstanbul Volume 1 dedik. Öyle çıktı ilk albüm. İkinci albüm de 4 yıl sonra çıktı. Aşağı yukarı aynı formattalar. Bu albümde akustik piyano olsun çok istiyordum. Girdik, canlı kayıt yaptık. Türkçe konuştuğum için, kendimi en iyi bu dille ifade edebileceğimi düşündüğüm için Türkçe yaptım. Fransızca konuşsaydım Fransızca yapardım.
Hayat Devam Ediyor Diyorlardı, Kızardım…
Üçüncü albüm de yakında çıkacak. Aslında 2014 yazında yapma niyetimiz vardı ama çok yakınlarımı peş peşe kaybedince dağıldım. Hala toparlanamadım, toparlanma sürecindeyiz. Bazen bana kızıyorlar, neden bu kadar çok zaman geçti, biz bekliyoruz ama diye. Tamamen hayatın kötü sürprizlerinden kaynaklı. Yoksa neden yapmayalım. Bizim için de çok büyük bir mutluluk albüm yapmak, albümü kaydetmek, konser yapmak. Sebebi eften püften bir sebep değildir onu bilsinler isterim. Aynı iki ölümdü. Bir de aynı şekilde 8 ay arayla olunca… Hele de biri eşim biri babam olunca… Çocuklarımız var, hayatta kalmamız gerekiyor. Hayat devam ediyor diyorlardı, çok sinirleniyordum o cümleye ama evet devam ediyormuş. Biz de bir gün göçüp gideceğiz. Hoş bir seda bırakabilirsek ne mutlu. Sesimizi belki sevenler dinleyecekler, belki bir şarkıda hatırlanacağız, belki bir süre sonra biz de unutulup gideceğiz…

Jülide Özçelik (Photo: Tuncay Gülcü)
Bir Yılbaşı Gecesiydi. Faruk’la Tanıştık…
Faruk’la bir organizasyonda tanıştık o organizasyona zorla geldi. Yani o organizasyondaki kişi gözaltına alındığı için onu gönderdiler. Bir otel içerisinde çalışan bir grup, bir yılbaşı gecesiydi. Öyle tanıştık, yolda da mahsur kaldık, çok kar yağmıştı. Sonunda İstanbul’a gelebildik, birkaç görüşmeden sonra da evlenme teklif etti. Ben de hiç düşünmedim, çok zarif, çok düzgün, çok iyi bir insandı. Zaten öyle oluyor, çok fazla hayatta kalamıyor o tip insanlar. İki kızımız oldu. İki tane de albüm oldu. Ben 4 çocuğumuz var gibi düşünüyorum. Çok destekledi beni albüm çıkartma konusunda. Müzikal olarak her zaman arkamda durdu. Yoksa dediğim gibi ben albüm çıkartmayacaktım. Bu albümlerin çıkmasının sorumlusu odur.
Önce İnsan Olacaksın! Nasıl Göründüğün Önemli Değil
Bir sosyal paylaşım sitesinde, hakkımda şöyle bir yorum yapılmış; “Konserde jazz’cı gibi değil de Halk Müziği sanatçısı gibi görünüyordu”. Bana çok faşist geliyor bu kafalar. Böyle bir kıyaslama, aşağılama, yüksek görme… Bunların hiç birini asla kabul etmiyorum. Hiç kimse için, hiçbir insan, hiçbir tür için kabul etmiyorum. Her tür kendi içinde o kadar özgün ve o kadar değerli ki. Bir Halk Müziği sanatçısının yaptığını belki bir jazz’cı yapamaz, eğer öyle kategorize ediyorsak. Ya da Klasik Müzik bambaşka bir şeydir. Ama şunu söyleyebilirim arabeski de mesela hor görürler. Bütün müzikler insan duygusu çıkışlıdır. Bütün müzikler bir ifade biçimidir. Kimi kendini daha protest, kimi daha agrasif ifade eder. Bir şekilde ifade eder. Ben hepsine saygı gösteririm. Benim için sadece iyi müzik ve kötü müzik vardır. Müzisyen mütevazı olmalıdır. İnsan olmalıdır. Kimseye tepeden bakmamalı, kimseyi hor görmemelidir.
İnsanların Kalbine Dokunmak
“Afrika sahillerinde yürüyorum şu anda ve kulağımda sizin sesiniz. Benimle birlikte yürüyorsunuz” diye bir mesaj alabiliyorum. Hiç tanımadığınız, hiçbir zaman belki bir araya gelmeyeceğiniz, hiçbir zaman kontakt kurmayacağınız, yan yana gelmeyeceğiniz, bir insanla kalben, beynen, ruhen bir temas yakalıyorsunuz. Yalnız olmadığınızı hissediyorsunuz. Bu çok güzel bir duygu. Çünkü insanoğlu yalnızdır. Mücedelesi hep yalnızlıkla ilgilidir. Herkes kendini bir şekilde yalnız hisseder. Yanınızda biri olsa da yalnız hissedersiniz. Ama müzik sayesinde ben bu durumu ne mutlu ki tolore edebiliyorum. Ve çok ciddi bir iş yaptığımızı düşünüyorum. İnsanların kalbine dokunuyorsunuz, bu çok önemli bir şey. En zor, yalnız ve çaresiz zamanlarında belki bizim müziğimizle avunuyorlar. Belki geleceğe dair umutlanıyorlar. Çünkü geleceğe dair çok umutsuz bir dönemden geçiyoruz. Maalesef her gün şehit haberleri, bombalar… Bazen diyoruz ki “Neden yaşıyoruz biz? Ne anlamı var birgün bir bomba patlayıp öleceksek?” ama umudumuzu kaybetmememiz lazım. Hepimizin hayatında birtakım acılar, hastalıklar, kayıplar oluyor. Maalesef bunları değiştiremiyoruz, müdahale edemiyoruz. Ama yaptığımız işle umut veriyor olmalıyız…