“Kavkaz Jazz Festivali’ne katılmış olan tüm müzisyenlerin hepsine çok teşekkür ediyorum. Yürütülen politikalara, anlaşmazlıklara ve olası negatif geri dönüşlere rağmen, buraya gelip çalıyorlar. Aynı sahnede yanyana duruyor ve birbirlerine mutlak bir saygı duyuyorlar. Birlikte yapılan her konser, insan olmaya dair bir kutlama. Birlikteyken ‘bir’ hissediyoruz ve kesinlikle daha güçlüyüz. Bu bizim çok kültürlü toplumlara ve yetkililere mesajımız. Belki politikalar üzerinde etkimiz olamaz ama biz çatışma halinde olanlar arasında karşılıklı anlayışı güçlendirmek ve kalıpları kırmak için kültürel diplomasiyi kullanıyor ve birbirimize empati duymayı öğreniyoruz. Müzisyenlere bu fikrimizi destekleyip katkıda bulundukları için minnettarım. Onlar sadece jazz elçileri değil, aynı zamanda barış elçileri. Olumsuzluğun her geçen gün biraz daha domine ettiği dünyamızda; birlikte modern, pozitif hikayeler yazıyoruz, mutlu anılar paylaşıyoruz. İşte bu paha biçilmez”.
Bu cümleler, Tiflis’teki Kavkaz Jazz Festivali’nin yaratıcısı ve direktörü Helen Mechitova’nın bu seneki kapanış yemeğinde yaptığı konuşmadan. Aslında her şeyi özetliyor. Helen bu sektörde tanıdığım işini en tutkuyla yapan, kararlı, inançlı ve sağlam duruşlu organizatör. Sağlam durmak durumunda da, kolay bir iş yapmıyor çünkü. Genç ve misyon sahibi bir kadın olarak, müzik üzerinden insani bağlar kurmak üzere 9 yıl önce, daha 24 yaşındayken çıktığı yolda, hedefini her geçen yıl, biraz daha kalıcı izler bırakarak gerçekleştiriyor. Bu yolda çeşitli destekler görüyor tabii ama büyük ticari rakiplerinin olduğu bir arenada, bu misyonu yeterince sahipleniliyor mu? Seneye festivalin 10. yılı, bu vesileyle Helen’le bir röportaj yaptım; hayallerinin ne kadarını gerçekleştirebildi, ne zorluklar yaşıyor, kimlere ne demek istiyor? Ama önce bu seneki festivalden biraz bahsetmek istiyorum.
Bir Kavkaz Jazz Festivali’nden daha, kalbimizi geride bırakarak ayrıldık. Şahsen söyleyebilirim ki, orada yaratılan büyünün anlamına her yıl biraz daha vakıf oluyorum. Güzel müzik, göz alıcı şehir, enfes yemekler, karaflar dolusu nefis Gürcü şarabı, bunların hepsine evet ama büyü, ‘bir olma’ halinden kaynaklı. Orada kimlikler yok, müzik ve sevgi konuşuyor. Her yıl büyüyen bir aile gibiyiz.

Photo: Narmin Hasanova
Geçen sene festivalin eğitim programı için ilk kez bir araya gelen bir Azeri, bir Ermeni, bir Gürcü, bir de Türk müzisyen; birlikte geçen üç dört günün ardından hem insani olarak hem de müzikal anlamda öyle bir paylaşım yaşamışlardı ki, festival bittiğinde artık kendilerine Kavkaz Jazz Quartet diyorlardı. (bkz. http://www.jazzdergisi.com/sinir-tanimayan-festival-kavkaz-jazz)

Photo: internet/unknown
Piyanoda Azerbaycan’dan Salman Gambarov, saksofonda Ermenistan’dan Armen Hyusnunts, bas gitarda Türkiye’den Şentürk Öztaş ve davulda Gürcistan’dan George Melikishvili. Bu dört müzisyen, bir yıl boyunca hiç görüşmediler ama buluştuktan bir saat sonra, Gürcistan Büyükelçimiz Fatma Ceren Yazgan’ın verdiği festivalin gayrı resmi açılış davetinde sahneye çıktılar, sanki araya hiç zaman girmemişti. Dinleyen de, çalan da keyifliydi. Büyükelçimizin yaptığı açılış konuşmasıysa hepimizi ayrı bir keyiflendirdi. Sanata duyarlı, kültürel diyaloğun öneminin farkında bir diplomatımızla tanışmak yalnız biz Türklerde değil, tüm davetlilerde hoş bir sada bıraktı.

Photo: Irma Kacharava
Herkes çok mutlu ama Kavkaz Jazz Quartet için üç günlük maraton ertesi gün başlıyor. Festivalin kapanış konserini çalacaklar ama bu kez 4 ülkeden birer konukla. Türkiye’den kanun, Ermenistan’dan düdük, Azerbaycan’dan bağlama-vokal ve Gürcistan’dan polifonik vokal.
Onlar çalışadursun -ki aynen öyle de oldu-, ben de size biraz festivale katılan diğer Türk projesinden bahsedeyim. Organizasyon bu sene Kavkaz Jazz Quartet’in üyesi olarak festivale katılan Şentürk Öztaş’tan bir proje daha istedi. Ve böylece Şentürk ile ‘hocam’ dediği kanuncu Mustafa Olgan’ın kapalı kapılar ardında devam eden üretimi, gitarist Bilal Karaman’ın da katılımıyla gelişerek gün ışığına çıktı. Hep birlikte sadece birkaç prova yapabilecek zamanları oldu, ben de ilk kez Tiflis’te dinleyeceğim onları, pek heyecanlıyım.
Festivalin ilk gününde, 7 Haziran Çarşamba akşamı Tiflis’in meşhur jazz mekanı Jazz Cafe Singer’da çalacaklar, onlardan önce iki grup daha var. Gürcistan’dan Kanudosi ve Ermenistan’dan New Quintet. Tiflis jazz sever bir şehir, üstelik müthiş işlek ve turistik bir bölgedeyiz. Cafe’nin önündeki masalar her milletten insanla dolu. Soundcheck esnasında yağmur hafif çiselemişti, ki Gürcistan’ın yağmuru bayağı fena olabiliyor ama hava şimdi açık, tam jazz havası. Ben menajer koşturmacamdan arta kalan zamanlarda, gazeteci şapkamı takıp müziğe kulak vermeye çalışıyorum.

Photo: Irma Kacharava
İlk grup Kanudosi, Stalin’in çocukluğunu geçirdiği ve günümüzde müzesinin yer aldığı Gori şehrinden. Daha progresif olan enstrümantal parçaları, özellikle solo gitarist Ramaz Nadiradze’nin sazı eline aldığı parçalar ve saksofoncu Tornike Lomsadze’nun avant-garde’a uzanan kaptırmacaları keyifli ama ardından gelen vokalli kısımda tekrar menajer olduğumu hatırlıyorum. Çocuklar birazdan otelden gelir. Performansa az kaldı!

Photo: Irma Kacharava
Gecenin ikinci grubu, Ermenistan’dan New Quintet ise daha ilk parçadan, “Bir dakika! Burada ciddi bir şey oluyor!” dedirten; icrasıyla da, düzenlemesiyle de, enerjisiyle de etkileyici bir müzik yapıyor. Tiflis’te iyi tanınan saksofoncu Artur Grigoryan’ın grubu. Tabiri caizse tabanca gibi çalıyorlar. Geçen sene Artur Grigoryan Quintet’le festivale katılan saksofoncunun bu seneki beşlisinde de enstrüman seçimi aynı ama müzik grubun ismi gibi yeni, geçen senenin tekrarını dinlemiyoruz. Lezzetli bir füzyon, saksofon soloları modern ve keskin, zaman zaman sert ama tatlı sert, etnik tat daha çok trompetin melodilerinde, davul ve bas solo enstrümanları pek güzel taşıyor. Müzik hep dinamik ve tarzlar arasında salınıyor. Yavaş yavaş artan kalabalık oldukça keyifli, alkışlar kuvvetli. Bayağı sağlam bir performanstı gerçekten ama hey, sıra bizimkilerde. Artık daha da heyecanlıyım!

Photo: Irma Kacharava
New Quintet nabızları oldukça yükseltmiş durumda. Konsere Şentürk Öztaş’ın bestesi Past Tense’le sakin bir başlangıç yapıyorlar. Onlar ısınırken, seyirci de sahnede olan biteni kavramaya çalışıyor. Basın sunduğu groove üzerinde kanun hikayeyi anlatıyor, gitar minik cümlelerle ona katılıyor. Ardından gelen Mahur Saz Semaisi’ni Bilal Karaman’ın düzenlemesiyle yorumluyorlar. Kanun ve gitar tatlı bir sohbete girişiyor; kah atışıyorlar, kah birbirlerini tamamlıyorlar. Bas gitar da bu sohbetten geri kalmıyor, onun da söyleyecekleri var. Öyle içiçe geçen cümleler var ki, bazen takip edemiyorsunuz bile hangisi aldı sazı eline. Zaten heyecan verici olan da o galiba, bu ‘birlikte çalma’ hali. Yoksa sahnedekilerin hepsi, ayrı ayrı etkileyici müzisyenler ama beni en çok etkileyen bu ortak yaratım. Müzisyenlerin melodiyi birlikte çalıp ardından da sırasıyla sololarını bekledikleri bir müzik yapmıyorlar; düzenlemeler de, çalışlardaki stiller arası geçişler de maceracı, sürprizli ve kendilerine has.

Photo: Irma Kacharava
Konser devam ediyor. İnişleriyle, çıkışlarıyla, düzenleme ve icralarıyla müzik dinleyiciyi gittikçe daha fazla içine alıyor. Sokağın olağan sirkülasyonu, gecenin ortalarına doğru konser alanını kaplayan bir kalabalığa dönüşmeye başlamıştı. Şimdi artık arkamız, sağımız, solumuz tamamen dolu. Konserin sonlarına yaklaşıyoruz. Sırada Mustafa Olgan’ın parçası Indian Ghat var. Mustafa kendi tasarımı olan bir elektro kanun çalıyor. Uzun bir süre Hindistan’da yaşayıp sitar çalmayı öğrenmiş, ardından da bazı sitar tekniklerini kanuna uygulayarak kendi tarzını yaratmış ve bu tarzı bir çok farklı müzik türü içinde geliştirmiş. Yelpazesi çok geniş, kanunu her zaman kanun gibi çalmıyor; bazen bir rock gitaristine, bazen de bir funk basçısına dönüşebiliyor. Müziğindeki çok renklilik başından beri kendini gösteriyor ama en çok da bu parçada. Bilal Karaman da farklı müzikal lisanlarda konuşmayı seven bir gitarist, hepsinde de ustalığını eforsuz br şekilde gösteriyor ama sanırım kulaklar gitardaki stil zenginliğine, kanundan daha alışık. Tempo yükseliyor, insanlar dansediyor, alkışlar, ıslıklar, çığlıklar…
Konseri Bulgar klarnetçi Ivo Papazov’un Ivailovsko Horo parçasıyla tamamlıyorlar. ‘Balkan-funk-flamenko-jazz’ olarak tabir edebileceğim yorum gerçek bir dünya müziği füzyonu. Konser boyunca müziğin omurgasını sapasağlam tutan Şentürk Öztaş’ın herkesi ayağa fırlatan leziz solosunun ardından hep beraber yükseliyorlar ve konser müthiş yüksek bir yerde bitiyor. Kalabalık mest olmuş durumda. Herkes çok mutlu. Seyircinin de, festival ekibiyle konuklarının da yüzünde kocaman bir gülümseme var. Bu kadar kısa sürede ortaya çıkarttığınız bu yaratım ve daha da önemlisi ‘gibi değil de, kendinizi’ çaldığınız için hepinize çok teşekkürler beyler!
Ve işte yine sona yaklaşıyoruz. Burada zaman çok mu hızlı geçiyor? İlk gece harikaydı ama festivalin bize yaşatacağı daha ne müzikal ve duygusal zirveler varmış meğer.
8 Haziran’da, yine Eski Tiflis’te, bu kez tarihi kükürt banyolarının olduğu Abanotubani’de, café ve geleneksel Tiflis evleriyle çevrili, Narikala Kalesi’nin yukardan izlediği bir meydanda sahnemiz. Olaganüstü bir tarihi dokunun içindeyiz. Yağmur bu akşamüstü de bir yokladı ama neyse ki geçti ve gitti. Sahnenin önü yavaş yavaş dolmaya başlıyor, insanlar hamamların kubbeleri üzerinde kendilerine yer buluyor. Kavkaz Jazz Quartet sahnede. Salman, Armen, Şentürk ve George. Geçen senenin üzerine sadece 4-5 saatlik bir çalışma eklendi ama adamlar sanki yıllardır birlikte çalıyorlar.

Photo: Irma Kacharava
Kavkaz Jazz Quartet tamamen festivalin ruhunu yansıtıyor. Gruptaki müzisyenler farklı birikim ve müzikal ifade biçimlerine sahip ve hepsi müziğe kendi dokunuşunu katıyor. Belki aynı dili konuşmuyorlar ama birlikte kendi dillerini yaratıyorlar. Kimse benim dediğim olacak demiyor, “ben de, ben” diye bağırmıyor. Birlikte ve ahenk içindeler, kendi renklerini koruyarak. Sahnedeki sevgi, notalardan süzülerek seyirciye nüfuz ediyor. Bir kez daha, canlı canlı şahit oluyorum. Orada sadece çok sıkı bir müzik yapılmıyor, hep birlikte dönüşüyoruz.
8 parçanın ardından, provalarda çok az bir kısmına şahit olabildiğim konuklu bölüme geliyoruz. İlk konuk Mustafa Olgan, o provada vardım, o yüzden nasıl bir şey bekleyeceğimi biliyorum. Kürdili Hicazkar Longa’yı yorumluyorlar. Mustafa’nın taksimi esnasında gözüm seyircide, tepkileri yakalamaya çalışıyorum. Parça yavaş yavaş hız kazanmaya başlıyor; melodi, sololar, heyecan gittikçe yükseliyor. Piyanonun kanuna muzipçe cevap vermesinin ardından, kanunun bunu hemen hesapta olmayan bir atışmaya çevirmesiyle müzik iyice tırmanıyor, finalde temayı her defasında hızlanan bir tempoyla dönüyorlar ve bir büyük patlama daha. Seyircideki coşkuyu görmek, müziğin vermiş olduğu hazzı daha da büyütüyor. Gurura benzer bir duygu bu sanırım, dün gece de vardı.

Photo: Irma Kacharava
Mustafa’dan sonra, Ermeni asıllı Gürcü düdükçü Ivane Mkrchyan gruba katılıyor. Ermeni kompozitör Komitas’ın Qele Qele’sini, Armen Hyusnunts’ın düzenlemesi ve düdüğün yumuşacık, derinlere dokunan yorumuyla çalıyorlar. Bir sonraki konuklar, bu sene Gürcistan’ı Eurovizyon’da temsil etmiş olan çok sesli vokal grubu IRIAO’dan Mikheil Javakhishvili, George Abashidze ve Bidzina Murgulia. George Melikishvili’nin düzenlemesiyle, Gürcü besteci Jansug Kakhidze’nin Oghond Shentan Mamkopina isimli parçasını çok sesli olarak yorumluyorlar. Ama ne yorumlamak! Gürcistan polifonik vokalleriyle bilinen bir memleket ama ilk kez canlı dinliyorum. Herkeste tüyler diken diken, duygular iyice yüksek. Son konuk sahnede. Gürcistan’da yaşayan tek kadın aşık, Azeri asıllı Nargile Mehtiyeva, sazı ve vokaliyle sahnede. Belli ki kuvvetli bir yorumcu ama sanıyorum hep tek başına performans sergilediği ve grupla çalma pratiği az olduğu için zamanlama problemleri oluyor ama grubun dikkatli takibi ve içinde bulunduğumuz huşu zararı minimuma indiriyor.
Geliyoruz gecenin finaline (en azından öyle sanıyoruz). Bütün konuklar sahnede, bölge insanına oldukça tanıdık bir türkü olan Sarı Gelin’i seslendirecekler hep birlikte. Ermeni asıllı Gürcü şarkıcı Anna Badalyan da onlara katılıyor. Piyano ve düdüğün yumuşacık girişi ve şarkıcıların kendi dillerindeki vokallerinin ardından, IRIAO’nun polifonik vokalleriyle tırmanmaya başlayan şarkı, yavaş yavaş adeta bir ayine dönüşüyor. Hepimiz parçası oluyoruz. Davul atağı ile birlikte iyice yükselen parçada bedenlerimiz müziğe tamamen teslim olmuş durumda. Parça bittiğinde ağlayanlar, tanımadığı halde birbirlerine sarılanlar var.
Konser bitti ama seyirci hiç de gidici görünmüyor. Alkış, kıyamet. Bis için bir parça hazırlanmadı, derken bir bakıyorum Kavkaz Jazz Quartet, Mustafa Olgan’la birlikte tekrar sahnede. Her halde tekrar aynı parçayı çalacaklar diyorum, hayır, başlayan parça Nihavend Longa. Hiç provasız, zımba gibi çalıyorlar. Üstelik diğer müzisyenler parçayı daha önce hiç çalmamışlar. Yine atışmalar, yine muziplikler, nefis sololar ama bu parçada özellikle Mustafa’ya şapka çıkartmak istiyorum. Nihavend Longa’nın onlarca klasik ve füzyon yorumunu dinlemişizdir belki ama parçaya kattığı yorum orijinal ve heyecan verici. Senkoplu çalışıyla ana melodiyi bozuşuna bayılıyorum, bu kadar bildik bir eserde bile şaşırtabiliyor.
Ayrılık vakti geldi. Yine çok çabuk bitti, yine tadı damağımızda kaldı. 10. yıl için şimdiden çok heyecanlıyız.
Türkiyeli müzisyenlerin Kavkaz Jazz Festivali’ne katılımını dört yıldır destekleriyle mümkün kılan Yunus Emre Enstitüsü Tiflis’e, bu sene ilk kez festivalin destekçileri arasında yer alan Türk Hava Yolları’na ve Türk gazetecileri Gürcistan’da harika bir şekilde ağırlayan Gürcistan Ulusal Turizm İdaresi’ne (GNTA), bu müthiş paylaşımları deneyimleyebilmemize vesile oldukları için tüm katılımcılar adına teşekkür etmek isterim. Son olarak da, ‘Kavkaz Jazz Quartet ve konuklar’ konserini en önden, büyük bir keyifle izleyen, daha sonra da kapanış yemeğine katılarak yalnız bizlerle değil, tüm katılımcılarla sohbet ederek; ilgisi, içtenliği ve donanımıyla herkesi kendisine hayran bırakan büyükelçimiz sevgili Ceren Yazgan’a özel olarak teşekkür etmek isterim.
Kavkaz Jazz’da 10. yıla doğru: Helen Mechitova ile röportaj
Kavkaz Jazz Festivali’nin hedefi nedir?
Kavkaz Jazz; Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’dan sanatçılar, özellikle de 90’lı yılların başından beri askeri anlaşmazlıklar yaşayan son iki ülkenin müzisyenleri için bir barış inşa platformu olarak başladı. Festival, uzmanlar ve profesyoneller tarafından gerçekleştirilen atölye çalışmaları, Güney Kafkasya ve diğer ülkelerden müzik eleştirmenleri ve gazeteciler için yuvarlak masa toplantıları gibi eğitim unsurları da içeriyor. Festivalin amacı kültürlerarası diyaloğu teşvik etmek, sınır ötesi ve bölgesel işbirliğini desteklemek, genç yetenekleri sunmak ve gayrıresmi jazz eğitimi sağlamak. Festival, kültürel bir köprü görevi görüyor ve izleyicilere bölgeden ve dünyanın dört bir yanından gelen sanatçıların müziklerini dinleme olanağı sağlıyor.
Festival gücünü nereden alıyor?
Her olumlu geri bildirim veya aldığımız yeni bir sonuç, festival üzerinde çalışmak için bize motivasyon sağlıyor. İşimize dair coşku doluluyuz, ancak böyle bir işi sadece duygulara dayandırmak kolay değil, genellikle mali sorunlarla boğuşuyoruz. Gürcistan’da ticari etkinlikler de kamu parasıyla finanse edildiği için ve ticari olmayan festivaller çok daha az destek alabiliyor. Vergi, sponsorluk ve devlet sübvansiyonları da dahil olmak üzere finansman sistemi oldukça zorlayıcı.

Photo: Irma Kacharava
Yaptığın işte kalıcı bir etki bırakabilmek için hükümet ve ticari sponsorlardan yeterince destek alıyor musun?
2011 yılından bu yana festivalin ana sponsorları Kültür Bakanlığı ve Tiflis Belediyesi ve onlara destekleri için minnettarım. Ama bunun gelişmek için yeterli olmadığını söylemeliyim. Son üç yıldır aynı bütçeyi alıyoruz, oysa para değer kaybediyor, fiyatlar yükseliyor.
Artık geleneksel festivaller arasındayız ve yıllık bütçede bize belli bir miktar ayrılması gerekiyor ancak Kültür Bakanlığı’ndan bu bütçeyi alamıyorum. Bir kültür-sanat organizatörü olarak, devlet finansmanına bağlı olmamamız gerektiğini biliyorum, ancak durum çok da parlak değil. Ticari projeler bile devlet tarafından finanse ediliyor, sanat ve sponsorluk vergilendirme sistemi esnek değil, kaldı ki dünyaca ünlü olmayan isimler için ticari sponsor bulmak hiç kolay değil.
Onuncu yıla yaklaşırken, festivalin son 9 yılını nasıl değerlendirirsin? Hayal ettiğinin ne kadarını gerçekleştirebildin?
Bölgenin müzisyenleri için buluşup birlikte yaratabilecekleri bir alan yarattık. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden beri yaklaşık 20 yıldır süren bilgi eksikliğini kırmış olmamız çok önemli. Yanyana yaşıyorduk ama aynı kürede yaşadığımız akranlarımız ve meslektaşlarımızla hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Ancak şimdi Kavkaz Jazz, müzik ve dostluğu kutlamak için buluşulacak bir yer oldu. Ve büyük bir Kavkaz Jazz ailesine dönüştük. Müzisyenler tekrar buraya gelip önceki yıllarda tanıştıkları meslektaşlarıyla buluşmak için heyecan duyuyor. Ne harika değil mi? Şimdi bunu söyleyebilirim, evet, rüyam gerçekleşti. Bunu bir keman öğrencisiyken hayal etmiştim. Klasik konserler için Gürcistan’a gelen Ermenistan ve Azerbaycanlı müzisyenleri görünce merak ederdim, neden daha fazla iletişim kurmuyoruz diye. Kültürlerini keşfetmek, daha yakınlaşmak isterdim ama yarışma veya festivaller sırasında bu çok zordu. Fikrimi Gürcistan’daki ABD büyükelçiliğine sundum ve ilk festivalimi onlarla birlikte organize ettim.

Photo: Michael Chia
Peki bu işi yapmak kolaylaşıyor mu yoksa zorlaşıyor mu?
Organizasyon açısından daha kolay olduğunu söyleyebilirim. 9 yıllık deneyim yardımcı oluyor. Hatalarımızdan ders alıyoruz ve eleştirel görüşleri dinlemeye her zaman açıktır. Müzisyenler bize ilham veriyorlar. Maddi olarak hala bir mücadele içindeyiz ama eminim ki ona da bir çözüm bulacağız.
Geçtiğimiz 9 yıl içinde, senin için festivalin öne çıkan anları neler oldu?
İlk senemizde; Ermeni, Azeri ve Gürcü müzisyenlerin uzun bir aradan sonra ilk kez birlikte sahneye çıkışı unutulmaz bir andı. Aynı sene, Manhattan Müzik Okulu profesörü ve caz elçisi Justin Dicioccio bir hafta boyunca genç müzisyenleri eğitti. Bir diğer unutulmaz da, Louisville Üniversitesi, Jamey Aebersold Caz Çalışmaları bölümü profesörleri ile gerçekleştirdiğimiz 2 haftalık eğitim programıydı. Tiflis’teki yüksek müzik okullarının öğrencileri için yoğun bir atölyeydi. Kavkaz Jazz ve eğitim programı Down Beat’in 2016 Ekim sayısında çıktı. Daha sonra iki Gürcü öğrenci Louisville’deki Jamey Aebersold okulunu ziyaret etti ve yerel bir caz festivaline katıldı. Bu sene de Kavkaz Jazz Quartet, 4 ayrı ülkeden solistle birlikte bölgenin biline türkülerinden Sarı Gelin’i seslendirdi. Şarkının kime ait olduğuyla ilgili Ermenistan ve Azerbaycan arasında bir anlaşmazlık var, o yüzden müzisyenler bu şarkıyı birlikte çalmaya karar verdiler. Bölmek yerine onu paylaştılar. Performans gözyaşartıcıydı. Ellerimin titremesinden video bile kaydedemedim. Harika bir andı.
Sonra ne oldu peki?
Ne yazık ki Ermeni ve Azeri basını arasında şarkının kökeni hakkında ufak bir tartışma çıktı. Belli ki, bu şarkının neden seçildiğini hiç anlamamışlar. Sonra da Azeri asıllı Gürcü şarkıcı, şarkıyı neden bir Ermeni asılıı şarkıcıyla söylediğine yönelik suçlamalara cevap olarak bu performansa katılmaya mecbur bırakıldığına dair gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan bir açıklama yaptı. Baskı altında hissetmiş olduğunu anlıyorum. Yine de, bu tür tepkiler ile başa çıkmak zorunda kaldığımız için üzgünüm ama böyle şeyler oluyor.

Photo: Irma Kacharava
Yol boyunca hiç hüsran ve cesaret kırıcı şeyler yaşadın mı?
Aslında evet ve çok. Yerel yönetimlerden festivale destek olmak adına hiç gerçek bir ilgi görmedim. Yaptığımız şeylere karşı duyarlı olmadıklarını hissediyorum. Muhtemelen yaptığımız işin boyutunu anlamıyorlar. Bu sadece bir müzik festivali değil. Kültürel diplomasi, kültürel diyalog ve gayrıresmi eğitimde gerçek ve uzun vadeli sonuçlar alıyoruz. Uzun yıllardır bunu başarılı bir şekilde yapan başka bir proje bilmiyorum. Yaptıklarımızla ilgili bağırıp çağırmıyoruz, izleyici ve katılımcılardan gelen takdir bizim için yeterli. Bir diğer üzücü şey de, festival ekibine iyi maaşlar ödeyemiyor, bu yüzden de çoğunlukla gönüllülerle çalışıyoruz ancak kaliteli proje yapabilmek için profesyonellerle çalışabilmemiz lazım. Festivalin yurt dışında gördüğü takdiri kendi ülkemde görmediğini hissediyorum. Uzun ya da kısa süreli işbirliği için oldukça ünlü caz kurumlarından aldığımız teklifler var, oysa kendi tarafımızda destek çok sınırlı.
10. yıl için neler hayal ediyorsun?
Bu kadar uzun zaman geçtiğine inanmakta güçlük çekiyorum. Şimdi önümüzdeki on yıl için yeni hedefler belirleme, stratejimizi düşünme zamanı. Çok fazla rüyam var ve onları bir seneye nasıl sığdıracağımı bilmiyorum ama… elbette kutlamalıyız! Dostluk, hoşgörü, özgürlük ve müziği kutlayacağız, Gürcü şarabı ile de kadeh kaldıracağız. Festivali şehre yaymalıyız. Daha fazla mekanda, daha uzun bir festival; eğitim etkinlikleri, yuvarlak masa toplantıları, sergiler gibi daha çok yan etkinlik ve tabii daha fazla konser.
Potansiyel sponsorlara neler demek istersin?
Festivale ve programlarına destek veren sponsorlar yeni nesil müzisyenlere, yeni prodüksiyonlara ve umarız ki bu müzisyenlerin yurtdışı açılımlarına yatırım yapacak. Müzik sahnesimizi geliştirmek için daha çok profesyonel yetiştirmemiz gerekiyor.