İpek Dinç Yüce, şarkı söylemeye çok küçük yaşlarda başladı. Bununla ilgili, “Yatağın üstüne çıkar elime saç fırçasını alır konserler verirdim” diyor. Müzik her zaman yaşamının bir parçası oldu. Ancak İstanbul Üniversitesi Kimya Mühendisliği okudu. Bu bölümü sevmediği için okul bittiğinde spikerlik eğitimi alarak bir süre medya sektöründe çalıştı. Anlaşılan o ki, müzik peşini bırakmak istemedi; 2005’te İlham Gencer’le tanıştı ve profesyonel müzik yaşamına adım attı. 2006’da Nardis Genç Jazz Vokal Yarışmasında finale kaldı, İstanbul Jazz Festivali Genç Jazz Yarışmasını kazandı.
Birçok önemli jazz sanatçısıyla çalışan İpek Dinç Yüce, yurtiçi ve yurtdışında konserler vermeyi, festivallere katılmayı sürdürüyor. Ayrıca bu aralar birkaç proje üzerinde çalışıyor. Sanırım bir albüm geliyor. Sabırsızlıkla bekliyoruz…
İpek Dinç Yüce, NTV Radyo’daki “Bizim Cazcılar” adlı programımda, İlham Gencer’le kaydettiği, Ozan Musluoğlu’nun My Best Friends Are Vocalists albümümden Musical Letter’ı, Michael Franks’ten yaz günlerini hatırlatan bir parça “Down In Brezil”, Stacey Kent’ten “Dreamer” çaldı. Dilerseniz Yüce’nin müzik yolculuğunu okumaya başlamadan önce birini açabilirsiniz. Keyifli olacaktır.
Elimde Saç Fırçasıyla Şarkıcı Olurdum
Çok küçük yaştan beri müziğe çok ilgiliydim. Elimde saç fırçasıyla şarkılar söylerdim evin içinde. Bütün okul hayatım boyunca okulda solo söyledim. Jazz değildi gerçi, okul parçaları. Bizim evimizde sürekli olarak jazz çalınırdı zaten. İşte Frank Sinatra’lar Dean Martin’ler bütün standartlar annemle babamın çok sevdiği parçalardı. Onları dinleyerek büyüdüm. Ama asıl jazz söylemeye başlamam ve jazz’la performans olarak tanışmam İlham Gencer ile tanışmama denk geliyor, 2005 senesinin yazı. O yaz ben Yeşilyurt’ta bir spor kulübünde şarkı söylüyordum. Yabancı parçalar, fakat çok fazla jazz’a girmiyorduk. Çünkü orada da çok fazla çalınmıyordu. O yaz İlham Gencer’le tanıştım. Çok şaşırmıştı, “Nereden biliyorsun bu kadar şarkıyı ezbere?” diye sormuştu. Bir şekilde beyin bunların hepsini kaydetmiş. Ve onunla birlikte çalışmaya başladık. Sağ olsun, beni gittiği her yere götürdü. Her yerde beni lanse etti. Sahneye çıkartıp 3 – 4 tane parça söyletti. Bu şekilde bütün jazz camiasıyla tanışmış oldum. Önder (Focan) ağabeylerle olsun, Kerem Görsev’le olsun… Bütün bu isimlerle ufak ufak tanışarak jazz hayatına girdim.
Bu Kızımız da Çok Güzel Şarkı Söyler
Evin içinde sürekli kendi kendime şarkı söylüyordum. Hiç unutmuyorum, ilkokul beşinci sınıftayken, müzik öğretmenim herkese tek tek bir şeyler söyletiyordu. Bana sıra geldiğinde bana baktı ve “İpek senin sesine ne oldu? bir değişiklik olmuş, çok güzel kullanıyorsun!” dedi. Hiç fark etmeden, diyafram kullanmaya başlamışım. Hiç kimse bana bunun nasıl yapılacağını öğretmemişti. Doğal bir şekilde bunu yapmaya başlamışım. “Bilmiyorum hocam” dedim. O günden sonra okulda sürekli olarak solo şarkılar söylemeye başladım. Yarışmalara katıldık. Pek çok yerde bu şekilde sahne deneyimim başladı sayılır. Liseden mezun olurken (en büyük seyircim o zaman oradaydı) bir tribün dolusu insanın karşısında; veliler, öğretmenler ve öğrencilerin şarkı söylemiştim. Bunu da hiç unutmuyorum; çok duygulu da bir parçaydı. Çok heyecanlanmıştım. Sonra 2005 senesinde Yeşilyurt’ta bir spor kulübünden teklif geldi. Daha doğrusu aslında biz oraya annemlerle yemek yemeye gitmiştik. Sahnede de Türkçe müzik yapılıyordu. Ben çok fazla bilmiyordum Türkçe müzik ama yanımızdaki bir aile dostumuz, “Bu kızımızın sesi çok güzeldir, onu da bir sahneye alsanıza” dedi. Müzisyenleri tanıyormuş. Aldılar beni sahneye, “Ama ben yabancı şarkı söyleyebilirim. Türkçe şarkı çok bilmiyorum” dedim. Tamam, dediler. Şimdi ne söylediğimi hatırlamıyorum ama muhtemelen hafif batı müziği bir şey söyledim. Biz de aslında yabancı şarkılar söyleyecek birini arıyorduk, bizimle çalışır mısın diye sordular. Ben de memnuniyetle kabul ettim. O yaz bir yaz boyunca her Cuma performans sergiledik. Aynı yaz İlham Gencer’le tanışarak profesyonel müzik hayatıma başladım.
Selçuk Sun’un Emeği…
Eğitim hayatım müzikle çok alakalı değil. İstanbul Üniversitesi’nde Kimya Mühendisliği okudum. Ardından spikerlik eğitimi aldım. Bir buçuk sene kadar da haber ve spor spikerliği yaptım. Bir yandan editörlük, montaj, muhabirlik… Bütün bunları da yaptım, ama maalesef bütün işlerde de olduğu gibi tüm zamanımı bu işlere veriyordum ve müziği bırakmam gerekiyordu. Ben müziği bırakmak yerinde diğer bütün işleri bıraktım. Kimya Mühendisliği’ni severek okumamıştım. Zaten müzik hayatıma girdikten sonra kimyayla alakalı hiçbir düşüncem kalmadı. Aslında 2009’da üniversiteden mezun olduğumda müziği çok da profesyonel olarak yapmayı düşünmüyordum. Doğrusu Türkiye’de yapılabileceğini düşünmüyordum. Ama mecburen bir kimya fabrikasında işe başlama düşüncelerim başladı. O sıralar ben Selçuk Sun’la çalışıyordum. Kendisiyle bir buçuk sene çalışma dönemimiz oldu. Allah rahmet eylesin, üzerimde çok emeği vardır. O beni Şevket Uğurluer’e bahsetmiş. Şevket Uğurluer 25 sene boyunca The Marmara Otel’de çay saati müziği yapıyordu. O dönemlerde de bir kadın vokalle çalışmak istedi. Bu sırada Selçuk Sun da kendisine benden bahsedince, beni aradı ve tam zamanlı olarak haftanın altı günü The Marmara Otel’de kendisiyle çalışmaya başladım. Kimyayı da bir daha düşünmeme gerek kalmadı.

İpek Dinç Yüce (Photo: Kerem Yüce)
Kopya Çektim, Jazz’cı Oldum!
Bir de şöyle komik bir hikayem var; aslında bunu anlatmak ne kadar doğru bilmiyorum ama her zaman dürüst olmak iyidir. Üniversitede okurken, o kadar sevmiyordum ki okuduğum bölümü. Bir sıvadaydık, herkes kopya çekiyordu tabii, ben de hesap makinesinin içine formül saklamıştım. Yakalandım ve 6 ay kadar uzaklaştırma aldım. Başta çok üzülmeme rağmen bu olay inanılmaz hayırlı oldu. Hiç tahmin etmezsiniz ama o süre içerisinde ben Nardis Jazz Kulübün Genç Jazz Vokal yarışmasına; İstanbul Jazz Festivali’nin Genç Jazz yarışmasına katıldım. Bütün bu yarışmalarda da finale kaldım. İşte! Jazz’la tam olarak tanışmam, bu uzaklaştırma dönemine denk geliyor. Üniversite hayatımda haylaz olmuş olsam da bu durum müzik hayatımda faydalı oldu sanırım.
Derinliği Hisset!
Aile içerisinde sürekli jazz dinleniyordu ama çok ileri seviye bir jazz değildi bu. İşte vokalli ve daha kolay dediğimiz tarzda parçalar dinliyorduk. Daha ağır jazz’lar annemin de babamın da pek tarzı değildi. O yüzden ben de bilmiyordum ama jazz öyle bir müzik ki dinlemeye ve anlamaya başladığınız zaman diğer müzik tarzları sizi çok da tatmin etmemeye başlıyor. Günlük hayatımda, mesela arabada, pop ve rock dinlediğim oluyor. Beyonce‘nin sesine bayılıyorum. Dünyadaki çok özel seslerden biri bence. Bazı grupları ve şarkıcıları da çok seviyorum. George Ezra’yı çok seviyorum. Sesini çok beğeniyorum. Ed Sheeran‘ı çok seviyorum. Onun dışında The Weeknd grubunu çok seviyorum. Bir de bir itirafım olacak; ara ara Taylor Swift‘in de bazı şarkılarını severek dinliyorum. Değişik tarzları da seviyorum ama onlar daha eğlenmelik, günlük şeyler oluyor benim için. Gerçekten müzik dinlemek istediğimde hem ruhumu, hem de müzikal anlamda beni tatmin eden tek müzik tarzı, jazz diyebilirim. Ondaki derinliği hissettiğiniz zaman diğer müzik tarzları daha yüzeysel gelmeye başlıyor. Bu yüzden diğer müzik tarzları arasında jazz’ın çok başka bir yeri var bence.
Türkiye’de Yaşıyorsam Türkçe Şarkı Söylemeliyim
Uzun seneler hiç Türkçe şarkı söylemedim. Bu konuda aşırı bir inadım vardı Türkçe söylemeyeceğim diye. Pek çok mekandan talep geliyordu, çıktığım yerlerde insanlar şu şarkıyı da söyler misin diyorlardı, söylemiyordum. Bilmiyordum. Çünkü ilgilenmiyordum, ilgi alanıma girmiyordu ve Türkçe sözün jazz’a yakışmadığını düşünüyordum. Biraz da ben beceremiyor olabilirim. Yıllarca İngilizce şarkı söyledikten sonra Türkçe kelimeleri de İngilizceymiş gibi söylüyormuşum. Çok komik oluyor. Sonra, Türkiye’de yaşadığımız için ben bunu bir şekilde müziğime katmak zorundayım dedim ve ufak ufak başladım. Artık ben de Türkçe söylüyorum. Türkiye’de yaşıyorsak, bunu biraz yapmamız gerekiyor sanırım.

İpek Dinç Yüce (Photo: Kerem Yüce)
“Baba”larla Çalıştığım İçin Çok Şanslıyım
Jazz müziğini bana sevdiren en önemli isimlerden biri, Ella Fitzgerald diyebilirim. Hepimizin hocası, öğretmeni. Bütün şarkıları ondan dinleyerek öğrenebileceğimizi düşünüyorum. Bunun dışında, tabii çok sevdiğim vokaller var. Cleo Laine’in çok ayrı bir yeri vardır. Müthiş bir ses aralığı olduğunu düşünüyorum. Onun dışında Türkiye’de de Sibel Köse bence çok çok önemli bir isim. Onu dinlemek benim için her zaman çok büyük bir keyif olmuştur. Zamanında onun atölyesine de ben gitmiştim. Çok önemli isimlerle aslında çalışma fırsatı buldum. Çok şanslıyım bu konuda. İşte bahsettiğim gibi İlham Gencer olsun, Selçuk Sun olsun Şevket Uğurluer olsun… Biraz böyle ‘baba’larla çalışmış oldum. Ben yetişemesem de bana tüm o eski dönemleri anlattılar. Çatı Kulübü dönemini, Kulüp 12’leri tüm o hikâyeleri onlardan dinledim. Keşke o dönemde yaşasaymışız, diye düşünüyorum zaman zaman. Çünkü canlı müziğin çok daha popüler olduğu, insanların bunlara çok daha rağbet ettiği bir dönemmiş.
Burnu Havada Olmayan İnsanlar
Jazz müzisyenlerinin diğer müzisyenlerden daha farklı olduğunu düşünüyorum. Bir kere daha mütevazi oluyorlar. Daha çok bilgiye sahip olmalarına rağmen, bunu bir üstünlük olarak görmüyorlar. Tam tersine, kendilerini daha fazla geliştirmeye ve daha çok öğrenmeye adıyorlar. Çünkü aslında ne kadar çok bilirseniz, dolu dal daha çok eğilir diye bir söz vardır daha mütevazi olursunuz. Jazz müzisyenlerinde de ben bunu gerçekten görüyorum. Hiçbir zaman biz şunu biliyoruz, bunu biliyoruz tavrı içerisinde olmuyorlar. Bilgi olgunluk getirir. Mükemmel insanlarla çalıştığımı düşünüyorum.
Jazz’dan Korkulur Mu Arkadaş!
Jazz müzisyenleri genel kanının aksine, burnu havada insanlar değil. Çünkü dediğim gibi daha olgun, daha kendilerini geliştirmeye yönelik olan, açık insanlar. Ben bu algıyı jazz’ın bizim kültürümüze ait bir müzik olmayışıyla bağdaştırıyorum. Ben çoğu kez şöyle bir şeyle karşılaştım; “Neler yapıyorsun?” diye soruyorlar. “Jazz söylüyorum” dediğimde, “Nasıl bir şey bu jazz? Biraz örnek versene!” diyorlar. Yani şimdi nasıl örnek verebilirim? Çok yabancıyız. Jazz deyince bir korku oluyor insanlarda. Halbuki bir pop şarkıcısına soru sormak, bir jazz müzisyenine soru sormaktan çok daha zor. Aynı zamanda, kendi konserlerimde ya da başka birini dinlemeye gittiğim zaman gördüğüm, Türkiye’de çok ciddi bir jazz dinleyicisi olduğu… Böyle bir kitle var. Bu zaman içerisinde daha da arttı. Son yıllarda bunun çok daha arttığını düşünüyorum. Dünya üzerinde böyle bir trend var diye düşünüyorum. Bu durumun Türkiye’ye yansımalarını da yaşıyoruz. Türkçe sözü jazz’la, bu müziği insanların daha çok sevmesini sağlayabiliriz. Hatta onları jazz’la tanıştırabiliriz diye düşünüyorum. Türkiye’deki jazz dinleyicisi çok iyi bir dinleyici. Gerçekten çok iyi dinliyor, bilgileri çok ciddi anlamda üst düzeyde. Sizi gelip bazen eleştirebiliyorlar. Arkada şu şöyle oldu ya da bu parça size çok yakışır gibi yorumlarda da bulunabiliyorlar. Ben bu tarz dinleyicilerimden çok olumlu, yapıcı eleştiriler de aldım zaman zaman.