BİZİM JAZZ’CILAR
Türkiye’deki önemli jazz sanatçılarından Kağan Yıldız 1980’de İstanbul’da doğdu. Günün popüler parçalarını henüz 7 yaşındayken babasının hediye ettiği klavyeyle çaldı. Yeteneğini fark eden dayısı onu konservatuvar sınavlarına hazırladı. 11 yaşından 22 yaşına kadar kontrbas eğitimi aldı.
Halit Ergenç’le çaldı, yurtdışından gelecek olan önemli bir grubun iki müzisyeni uçağı kaçırdı, onların yerine sahneye çıktı. Acaba jazz müzisyeni mi olsam dediği zaman, aslında çoktan jazz dünyasına girdiğini, jazz müzisyeni olduğunu şaşkınlıkla fark etti. Kağan yıldızın jazz yolculuğu ve daha fazlasını bu söyleşide bulacaksınız.
Kağan Yıldız NTV Radyo’daki “Bizim Cazcılar” programımda, Duke Ellington ve Jimmy Blanton’un albümünden, ‘düellosundan da diyebiliriz’ “Pitter Panther Patter” adlı parçayı, 20. yüzyılın en önemli bestecilerinden Charles Mingus’un “Moanin” adlı parçasını, Charlie Haden’dan “Take My Hand” ve George Mraz’ın Jim Hall, Joe Lovano ve Lewis Nash ile yaptığı albüm Grand Slam’dan “Slam” adlı parçaları çaldı. Dilerseniz siz de parçalardan birini açın. Keyifli olacaktır.
Müzikle nasıl tanıştınız?
Babam bana 7 – 8 yaşlarında küçük bir klavye almıştı. Ben o klavyede parçalar çalmaya başladım. Popüler parçalar çalıyordum. Beni müziğe başlatan ise dayım Orhan Akıncı oldu. Kendisi müzik öğretmenidir. Bu yeteneğimi fark etti ve beni konservatuvar sınavına hazırladı. Çok çalıştık. Yaklaşık 1 ay süreyle her gün 4 – 5 saat çalışarak beni sınava hazırladı. Ve ben 11 yaşında 1991 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın sınavını tam burslu kazanarak kontrbas bölümüne başladım. Müziğe başlamam böyle, dayımın etkisiyle olmuştur.
Kontrbas’ı seçmenizdeki neden neydi, yine dayınızın etkisi ile mi oldu?
Kontrbas bir şans. Konservatuvara girerken kulak sınavı vardır. Sonra ikinci bir sınava daha aldılar. Ama orada sınav yapmadılar. Enstrüman seçimi yaptılar. Orada sevgili Melih Balçık vardı, kendisi şimdi de hocam zaten, 10 yıl aradan sonra yüksek lisans yapıyorum çünkü. Melih Balçık geldi ve ellerime, parmaklarıma baktı “kontrbas çalmak ister misin?” diye sordu. Ben de iyi bir elektrik almışsam karşımdaki insandan karakter olarak hayır demeyi bilmem. Tamam dedim. Tesadüf oldu diyebilirim. Ama bu arada bu konuşmadan 5 dakika önce benim ismimi soran başka bir hoca vardı, keman hocası. O bana sorduğunda sen ne istiyorsun diye, keman ya da piyano demiştim, dayımın etkisiyle. Ben kontrbası kabul ettikten sonra tekrar ismim okunduğunda “biz onu kontrbasa aldık” dedi Melih hoca. Diğer keman hocası da “ben onu kemana alacaktım niye yaptınız böyle bir şeyi” dedi. Yani 5 dakikayla ben kontrbasçı oldum. Tamamen tesadüf…

Photo: Thessaloniki Jazz Festival
“Kontrbası Parmakla Çalmak Havalı Bir Şeydi”
Yakınlarınızdan nasıl bir ilgi gördünüz bu dönemde? Jazz müzik nasıl girdi hayatınıza?
Müzisyen olmam konusunda ailem çok destek oldu. Onlara çok teşekkür ederim. Çünkü her aile destek olmaz. Bizim ülkemizde çocuklarının müzisyen olmasını çok istemezler. 1991 yılında konservatuar sınavını kazanarak kontrbas eğitimine başladım. Onun yanında her branşta olduğu gibi yardımcı enstrüman piyanoydu. Konservatuvarı 2002 yılında bitirdim fakat lise yıllarında klasik bir eğitim vardı. Bizim okulda parmakla çalmak havalı bir şeydi. Parmakla çalıyoruz kontrbası, yayı atıyoruz. O dönemlerde, şu anda kendisi çok ünlü bir oyuncu, bizim okulda opera bölümündeydi Halit Ergenç. Ve Levon adında bir piyanist ağabeyimiz vardı. Ben daha 14 – 15 yaşlarındaydım. Çok güzel müzikal parçalar söylerlerdi. Biz böyle üçümüz Halit ağabey, Levon ve ben çalardık. Birlikte konser de verdik. O şekilde başladı. Tam olarak jazz değildi. Müzikal parçalar çalardık, müzikal parçalar çok önemlidir. Birçok jazz parçası müzikallerden esinlenerek yazılmıştır. 18 yaşlarına geldiğimde, üniversiteye geçtiğim zaman benden bir sınıf büyük arkadaşım Tolga Bedir’den çok etkilendim. Çok iyi bir müzisyendir. Keman bölümündeydi, ama mükemmel piyano çalardı. Jazz ile tanışmamı o sağladı. Bunun ne kadar keyif veren bir müzik olduğunu gördüm ve onunla kontrbas çalmaya başladım. Daha sonra Ercüment Orkut’u tanıdım, o benden 3 sınıf küçüktü. Şu an aktif olarak jazz müzik camiasında görüyoruz kendisini, konserlerini izliyoruz ve beraber de projeler yapıyoruz. Onunla beraber de çalışmaya başladık. Biz bir çete oluşturduk aslında konservatuarda. Jazz çalmaya başlamam da bu şekilde oldu.

Photo: Thessaloniki Jazz Festival
“Bir baktım jazz müzisyeni olmuşum”
Jazz müzisyeni nasıl oldunuz, bunun kararını nasıl verdiniz?
Üniversite yıllarında aktif olarak jazz çalmadım. Aktif olarak jazz çalmaya mezun olduktan 3 – 4 sene sonra başladım. 2005 yılında Nardis’te çalmaya başladım. Bu benim için çok önemliydi çünkü orası gerçek bir jazz kulüp ve birçok jazz müzisyeni orada toplanır. Zaten çok fazla jazz müzisyeni yok Türkiye’de ve aşağı yukarı hepimiz İstanbul’da yaşıyoruz. Herkes birbirini bilir ve yeni biri çıktığı zaman o herkes tarafından duyulur ve diğer müzisyenlerle de çalmaya başlarsınız. O dönemler bir de İstanbul Jazz Center vardı Ortaköy’de. Orada İmer Demirer, Cengiz Baysal, Serkan Özyılmaz gibi isimlerle de beraber çalmaya başladım. Benim için muhteşem bir ekipti, hayal bile edemeyeceğim bir ekiple çalıyordum. Daha sonra Nardis Jazz Kulüp’te Önder Focan ile çalmaya başladım. Ve bu böyle çorap söküğü gibi geldi. Sibel Köse, Sarp Maden… Şöyle bir grubumuz vardı: Sarp Maden, Cem Aksel, İmer Demirer ve ben. Güzel bir tecrübeymiş bu. Benim için çok önemliydi. Çünkü jazz öyle bir müzik ki sahnede çaldığınız zaman öğreniyorsunuz. İyi müzisyenlerle çalıştığınız zaman öğreniyorsunuz. Çünkü onlara bir şekilde yetişmeye, onlar gibi olmaya çalışıyorsunuz ve onların çaldığı melodileri duyarak onları yapmaya çalışıyorsunuz. Nardis’te aşağı yukarı o sene hemen herkesle çaldım diyebilirim. Beni bir adım daha ileriye götürdü bu durum. Karar aşamasını da geçtim zannederken jazz müzisyeni olmuştum. Jazz Center’a o dönemler çok fazla yabancı müzisyen geliyordu. Amerikalı şarkıcılar piyanistleriyle beraber geliyordu. Cengiz Baysal ve ben eşlik ediyorduk onlara.
Birçok ilginç anınız vardır?
Unutulmaz bir anım var. 2005’te bir gün Kerem Görsev aradı, “Kağan bu akşam işin var mı?” dedi. Hayır yok dedim. Hemen gel dedi. “Caribbean Jazz Project” çok önemli bir gruptur jazz dünyasında. Davulcu ve basçıları uçağı kaçırmışlar. Fransa’da o gün çok büyük bir grev vardı. Bunlar da Fransa’dan geliyorlarmış ve uçağa binememişler bu grev yüzünden. Ve biz Cengiz Baysal’la o gün bu grupla birlikte çaldık. Ve benim için inanılmaz bir deneyimdi. Bunlar isteyip para verseniz üzerine yapamayacağınız şeyler. O yüzden bunlar da benim gelişimime çok büyük katkı sağlamıştır.
En sevdiğiniz jazz sanatçıları kimler?
Dünyaca ünlü sevdiğim jazz’cılar tabii ki çok fazla sayıda. Bunları saymaya kalksak zaman yetmez. Ama benim için önemli olan kontrbasçılardan örnek verecek olursam George Mraz’ı çok seviyorum. Onun dışında sevdiğim isim Scott LaFaro. Yenilerden ise, Larry Grenadier kendisi Brad Mehldau ile çalıyor. Onu çok seviyorum. Çok isim var mesela Benny Golson eskilerden. Kendisiyle çalmıştık zaten, Ferit Odman, Burak Bedikyan ve ben. Nardis Jazz Kulüp’te 2 gece çalmıştık. Çok isim var ama aklıma gelenler şu an bunları sayabilirim.
Jazz dışında hangi müzik türlerini ve sesleri dinliyorsunuz?
Klasik Müzik dinliyorum. Çünkü kökenim Klasik Müzik. 20. yüzyıl çok sesli Batı Müziği’ni seviyorum. Mesela bir Igor Stravinsky, Béla Bartók seviyorum. Türk müziği dediğiniz zaman da Erkan Oğur’u çok seviyorum, dinliyorum ve çok önemli bir müzisyen olduğunu düşünüyorum. Türk müziğine bir devrim getiren insandır kendisi. Türk müziğini temsil eden çok önemli, başka müzisyenler de var. Bir Neşet Ertaş var.

Photo: Thessaloniki Jazz Festival
“Jazz Usta Çırak İlişkisi İle Öğrenilir”
Bu müzik türünde müzisyen olmak için olmazsa olmazlar neler?
Eğer çok sevmiyorlarsa bu müziği, aşık değillerse bu müziğe kimse başlamasın. Ben jazz’a başlamadan evvel her gün zaten jazz dinliyordum. 24 saat jazz dinliyordum. Çok sevmek gerekiyor. Doğru çalışmak önemli. Eğitim almak önemli, fakat bence jazz’ı öğrenmek için en önemli nokta sahnede çalmak. Çünkü bu müzik sahnede öğreniliyor. Beraber çaldığınız kişilerden öğreniyorsunuz. Usta çırak ilişkisi gibi olmalı. En önemli şey bu. Kendilerinden çok daha iyi seviyede olan müzisyenlerle çalmaya çalışsınlar, çok şey öğrenirler.
Jazz doğaçlaması çok olan bir müzik. Çok çalışmak gerekiyor sanırım?
Yaklaşık bir hafta çalmadığınızda bazı şeyleri kaybetmiş olursunuz. Enstrüman nankördür. Her gün yapmam gereken etütler var. Özellikle bir yerde çalmadığım, konserim olmadığı zamanlarda. Konserim olduğu zamanlarda ise, mutlaka konser öncesi çalışmamı yapıyorum. Şimdilerde bir iki saat konser öncesinden çalışırım, ama bundan evvel çok daha fazlaydı. Şimdi çok yoğun bir çalışma temposunda olduğum için daha azaldı. Ama bunu benim de artırmam gerekiyor.

Photo: Thessaloniki Jazz Festival
“Sahnede geçmişi de geleceği de unutursunuz”
Jazz, enstrüman ve sahne… Bir bütün gibi?
Jazz aslında bir müzisyenin eşi, kız arkadaşı ne diyorsak onun ismine, öyledir. Çünkü inanılmaz bir bağınız, paylaşımınız vardır kendisiyle. Zaten müzik öyle bir şey. Sahne ise, sahneye çıktığınız zaman geçmişi unutursunuz. Gelecekte planladığınız şeyleri unutursunuz. Sırf o anı yaşarsınız. O yüzden özel bir andır. Enstrüman ve müzik bir sevgili gibidir de aynı zamanda.
Bundan sonraki hedefleriniz neler, bir albüm çalışması var mı?
Benim en büyük hedefim daha iyi çalmak, daha iyi şeyler yapmak, kendimi daha çok geliştirmek. Bütün müzisyenlerin hedefi de budur. Henüz bir albüm yapmadım. Bunu yapmak çok istiyorum. Belki biraz geç kalmış olabilirim, ama iyi bir şeyler yapmak istiyorum. Kendime ait bir tını yakalamak istiyorum açıkçası. Belki bir tane albüm yaparım belki iki tane ama az olsun öz olsun şeklinde düşünüyorum. Ve yaptığım müziklerle dünyayı dolaşmak istiyorum. Farklı ülkelere gitmek, oralarda konserler vermek istiyorum. İnsanların müziğimi dinlediklerinde mutlu olmalarını sağlamak herhalde benim için en büyük hedef…
Türkiye’de jazz dinleme oranı sizce nasıl?
Türkiye’de, Avrupa ve Amerika’daki gibi jazz dinleyen insanların oranı diğer müzik dinleyenlere oranla ne yazık ki az. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil. Avrupa’da da bu durum böyle. Türkiye’de İstanbul’da toplanan bir jazz sahnesi var. Konserler, festivaller var. Ama 15 milyonluk bir şehir için çok az. Sadece bir tane jazz kulübü var. Bunların çoğalması gerekir. En önemli problemse bence eğitimin olmaması. Jazz eğitimi veren kurumların sayısı oldukça az. Mesela Bahçeşehir Üniversitesi’nde ders veriyorum fakat lisans bölümümüz yok. Bunu açmaya çalışıyoruz ama bazı nedenlerden dolayı açamıyoruz. Böyle sorunlar var. Bence desteklenmesi gerekiyor. Özellikle devletin ve özel kuruluşların destek olması gerektiğini düşünüyorum. Ama bu kadar yokluk durumuna rağmen çok iyi müzisyenler var Türkiye’de.