Bu yıl benim için İstanbul Jazz Festivali’nde gerçekten ilgimi çeken bir iki konserinden biri buydu. Helge Lien’i uzun yıllardır izliyorum. Özellikle Trio olarak kayıt yapmaya başladığından beri bir çok albümünü severek dinledim. Hem tanıdık (kuzeyli koyu sesler, düşünsel manzaralar) hem de “yeni” (avantgart, çağdaş klasik müzikten aktarılan atonal dokunuşlar, ama aynı zamanda “funky” sesler, lirik de çalabilen iyi ve ilginç bir piyanist) bir tavrı var Lien’in. Ve Japonya’da da ciddî bir izler-kitlesi. Japonya jazz açısından çok ilginç bir ülke, bana sorarsanız çok sağlam bir jazz barometresi. Türkiye’de bir çok jazz severin düşündüğünün aksine, sadece mainstream jazz dinlenmiyor orada. Ne zaman yeni, ilginç jazz temelli doğaçlama müzikler, sanatçılar, gruplar ortaya çıkıyorsa onların Japonya’da da bir yansıması, takipçileri oluyor mutlaka. Japonya’daki jazz’a dair daha derin meraklarınız varsa E. Taylor Atkins’in “Blue Nippon” kitabını özellikle öneririm. Bu minvalde Helge Lien Trio’nun son albümünün ismi de Japonca (Guzuguzu, “yavaş devinim” diye çevirebiliriz) olduğunu hatırlatayım. Yine, daha önce 2011’de, Natsukashii (” hatırladım!” diye çevirebileceğimiz) Japonca isimli bir başka albümü vardı trio’nun.
Helge Lien’in Adam Baldych ile bir işbirliğine yöneldiğini ilk okuduğumda çok heyecanlanmıştım. Çünkü Adam Baldych, jazz’da çok az kullanılan bir enstrüman olan kemanın (tabii ki Stephane Grappelli, Jan-Luc Ponty, Shakti grubunu, kemancısı Lakshminaraya Shankar’ı biliyorum ama son yıllardan başka isimler hatırlamıyorum) şu sıralar iyice parlayan virtüöz isimlerinden biri. 1986 doğumlu, “dâhi” sınıfında addedilen bu ismin kariyerinin ne kadar parlak olduğunu interneti biraz karıştırınca göreceksiniz. ACT plak şirketiyle anlaştıktan sonra daha çok İskandinav müzisyenlerle çalışan bu Polonyalı kemancının son iki albümü Helge Lien Trio ile olmuş ve İstanbul konseri de bu ekibin son albümü olan “Brothers” (ACT, 2016) ismiyle festival bülteninde tanıtılmıştı. Zaten trio’yla beraber, albümde de çalan Norveçli saksofoncusu Tore Brunborg da müzisyenler listesine dahil edilmişti. Unutmadan trionun diğer iki üyesinden de söz etmeliyiz, çünkü basta bir değişiklik oldu. 20 yıldan uzun süredir Lien ile çalan ve albüm kayıtlarında da yer alan Frode Berg geçen yıl gruptan dostça, artık kendi projelerini yapmak üzere ayrıldı. Onun yerine gelen isim de hiç azımsanacak biri değil, Norveç jazz’ının çok iyi bilinen, tanınan basçılarından Mats Eilertsen. Davulda ise bir başka flaş isim var, Per Oddvar Johansen, Norveç’in en tecrübeli davulcularından.

Helge Lien & Mats Eilertsen & Adam Baldych (Photo: Sedat Antay)
Peki, böyle bir askadronun konseri nasıldı diye sorarsanız size tam anlamıyla olumlu bir cevap veremem, doğrudan “kötüydü” de diyemem. Memnuniyetsizliğin sebebi nedir diye ben de konserden beri sorup durdum kendime. Acaba, öznel bir değerlendirme yaparak, keman ile jazz arasındaki ilişkiden hoşlanmıyor muyum? Yıllardır Shakti dinlemekten (özellikle, “A Handful of Beauty”) usanmadım, Jan-Luc Ponty her daim sevdiğim bir kemancı olmuştur. Demek ki cevap o sularda değil. Yine de, değerlendirmemde kişisel bir tercih olduğunu da anladım. Helge Lien Trio yeterince ortada yoktu ve ben de aslında onu dğnlemeye gitmiştim belli ki. Konseri dinleyenlerin, izleyenlerin hemfikir olduğunu düşündüğüm, Adam Baldych’in çok fazla önde, sürekli duyulur olması, neredeyse tüm parçaların onunla başlaması ve bitmesinden pek hoşlanmadım. Öyle ki, kemanı dengelemek için gruba eklemlenen saksofonun bile sadece eşlik edebilecek bir seviyede, arkaplanda kalması ve neticede ne yazık ki Helge Lien Trio’nun da kemancıya altyapı sağlayan bir trio gibi tınlaması bende bir hayal kırıklığı yarattı.

Mats Eilertsen & Adam Baldych & Tore Brunborg (Photo: Sedat Antay)
Konsere dair bir başka rahatsızlığım bu gerçekten incelikli, güçlü müzikal cümleleri olan meditatif bestelerin bitmez tükenmez bir sis ve ışık gösterisinde (!) sunulmasıydı. Festivalden arkadaşlara daha sonra sordum, bu ışık ve sis gösterisinde insiyatifleri olup olmadığını. Aldığım cevap kesinlikle bu “sunumun” orkestranın tercihi olduğuydu. Rock grubu olsalar anlarım ama, gerçekten ışıkların sürekli hareket hâlinde olması, bazen doğrudan dinleyicinin gözüne doğru tutulması ve sahnede bitmez tükenmez duman bombardımanları en azından benim için dikkat dağıtıcı bir etki yaptı, gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Bu arada, Helge Lien’in sol elinin neredeyse sürekli olarak piyanonun içinde olarak (bazen her iki eli de!) çalması bir başka tuhaf durumdu. Neyse ki, çok az da olsa Helge Lien’in normal oturarak her iki eli de tuşların üstünde piyano çaldığı ve gönlümüzü fethettiği anlar olabildi. Konserin genelini düşündüğümde keçiboynuzu tadında, kısalığında. Özetle, kötü bir konser miydi? Asla böyle bir şey diyemem. Dengesiz miydi? İşte bu konuda hiç bir şüphem yok. Adam Baldych’in müthiş bir kemancı olduğunu reddemem ama çaldıklarında “jazz” tadı, çağrışımı var mıydı derseniz bu konuda susmayı yeğlerim. Bende jazz’ı az, “Adam”ı “çok” ve biraz da çok gösterişli ama neticede “yavan” bir tad bıraktı. Helge Lien Trio’yu gelecek yıllarda tek başına dinlemek ümit ve temennisiyle.