Kimi konserlerde eski bir üstat gelir ve yeni yıldızları takdim eder. Kimi konserde ise ekip trio kadar küçük olsa bile sahnede tek bir yıldız vardır. 16 Ekim CRR Stanley Clarke konseri ilk türden, 21 Ekim akşamı 29. Akbank Jazz Festivali kapsamında gerçekleşen Zorlu PSM James Carter Organ Trio konseri ise ikinci türden konserlerdi. 21 Ekim gecesinin yıldızı elbette James Carter idi! Ve ekibi gerçekten yıldızlara yaraşır sağlamlıktaydı.
Konserin çıkış noktası, Trio’nun geçtiğimiz Ağustos ayında yayınlanan Live from Newport Jazz albümleriydi. James Carter’ı gençliğinden beri takip eden hemşerisi Don Was’ın başında bulunduğu Blue Note etiketinden çıkmıştı. Bu albüm aracılığıyla gece bize sunulan müziğin çıkış noktası ise Django Reinhardt besteleri ve ondan esinle yazılmış başka bestelerdi. Aslında bu esin yolculuğu Detroit’li saksofoncunun 2000 yılında ablası kemancı Regina Carter ile kaydettiği Chasin’ the Gypsy albümüne dayanıyordu.
21 Ekim gecesi, İKSV’nin sağladığı, çift Leslie kabinli Hammond B3’nin başında Gerard Gibbs, davul taburesinde ise Alex White oturuyordu. İçinde gerçek bir Hammond B3’nin bulunduğu böyle bir organ trio’yu dinleme fikri daha en baştan salona büyük bir heyecan saldı. 10 dakikalık gecikmeye bile dayanamayan seyirci grubu alkışlarla sahneye çağırdı.

James Carter Organ Trio (Photo: Sedal Antay)
Animals’ın The House of the Rising Sun albümünü hit yapan ahşap Leslie kabinleri Zorlu PSM’nin Drama Sahnesinde fır fır dönmeye başladığında hemen atmosfere girdik. Bir iki parça sonra Carter atik parmaklarıyla soprano saksofonu üzerinde hızlandırılmış bir Philip Glass fırtınası koparmaya başladı ve böylece kabinlerde dönen sesin üstüne bir döngü katmanı daha eklendi. Ama ana konsept çok belliydi. Her şeyden önce Django’nun manuche gitar sololarına sıradışı bir gönderme yapmak! Carter hızını alamadı, en avangart çığlıklardan, uç noktada dil kullanım tekniklerine ve çift ses üflemeye dek uzanan zengin bir efekt yelpazesi kullanarak Roman müziğinin kontrol dışı ses dünyasını bambaşka bir formatta sundu. Elindeki aletlerin her köşesinden ses çıkardı!
Bir hafta önce CRR’de bas ustası Stanley Clarke’ı dinlemeye gittiğimde onun bize tanıttığı, elektroşok yemiş gibi çalan kemancı Evan Garr aklıma geliverdi. Acaba Carter ile Garr’ı karşı karşıya getirseler ne tür bir tayfun kopardı? Atacakları trade’leri (yani diyalog şeklinde paylaşacakları soloları) düşünemiyorum bile. Bu arada 16 Ekim akşamı Stanley Clarke konserinin esas sürpriz yıldızı Afgan tablacı Salar Nader idi. Bunu da not düşmeden olmaz. O adamın ilerleyen yıllarda neler yapacağını dikkatle takip etmekte yarar var.
Biraz da dırdır yapmama müsaade ederseniz, konsere dair hayıflandığım iki şeyi belirtmek istiyorum. Birincisi zaten yüksek desibelden üflediği herkesçe bilinen Carter’ın ses seviyesinin salonda Leslie kabinleri bile bastıracak, hattâ kulaklarımızı hayli zorlayacak kadar yüksek tutulmasıydı. Hoş, balkondan izleyen bazı dostlarımın dediğine göre orada havalar daha iyiymiş. Öte yandan, Carter ne kadar yükselirse yükselsin sağlam bir kontrbasçı gibi ilerleyen kemik gibi basso-continuo’su (yani sürekli bas’ı) ile Gibbs elbette asla azımsanamazdı.

James Carter Organ Trio (Photo: Sedal Antay)
Son dediğimle bağlantılı olarak ikinci hayıflandığım şey Gibbs’i sırttan izleyememekti. O tuşlarda, efekt panelinde ve bas pedallarında neler döndüğünü görebilmeyi çok isterdim. Neticede kaç kere sahnede canlı canlı Hammond B3 görme ve dinleme şansımız oluyor ki? Örneğin Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall salonundaki klasik orgun klavyesi seyirciye dönük, hem de sahnenin tam ortasında konuşlandırılmıştır ve ne zaman bir orgcu gelse tüm operasyonu şeffaf bir şekilde izleme şansımız olur. Yani meraklısı yakına oturur izleyebilir.
Konser sırasında enerji öyle yüksekti ki, Gibbs’in bas pedallarında ve Carter’ın ağızlıkları ara sıra isyan etti. Ama Carter neşeli sahne duruşu, çalışını besleyen serbest dansları, şakaları ve en avangart anlara sığıştırdığı küçük mentol şekerleri tadında popüler ezgi göndermeleriyle her anı doldurdu. Festivalde konser izlemenin farkı aslında bu. Jazz’cıların yapmak istediklerini en sonuna kadar zorladıkları, gerçekten varoluşlarını yaşadıkları yegâne ortamı sunması… Seyircinin müzisyenden kendi keyfini tatmin etmesini beklememesi, aksine müzisyenin keyiflenmesi, onun onore olması için o salona gelmesi ve bundan kendisinin de ekseriyetle keyif alması… Bir tür dev randevu gibi düşünebiliriz bu durumu!
Duyduk ki davulcu Alex White dev randevunun keyfini Nardis Jazz Club’da devam ettirmiş. Biz de o sırada Dizzy Gillespie’nin doğumunun 98. yılını James Carter’ın Organ Trio’su ile kutlamanın mutluluğu ile evlerimize dağılıyorduk.