Uluslararası Kadınlar Günü (IWD – International Women’s Day) nedeniyle Avrupa Jazz Medyası (EJM – European Jazz Media) üyesi 10 jazz yazarı bağlı oldukları 10 jazz yayın organı aracılığıyla kendi ülkelerinden bir kadın jazz müzisyeni seçti ve onunla bir söyleşi gerçekleştirdi. Türkiye’den Jazz Dergisi’nin de yer aldığı bu projeya katılan 10 dergi ve 10 kadın jazz sanatçısı:
Citizen Jazz (Fransa) Léa Ciechelski
Jazzmania (Belçika) Farida Amadou
Jazz’halo (Belçika) Lara Rosseel
Jazz-fun (Almanya) Alma Naidu
London Jazz News (Birleşik Krallık) Rachael Cohen
Jazz Dergisi (Türkiye) Sedef Erçetin
JAZZTHETIK (Almanya) Eva Klesse
Jazzwise (Birleşik Krallık) Emma Rawicz
Jazz Special (Danimarka) Kathrine Windfeld
Jazznytt / Jazz i norge (Norveç) Ayumi Tanaka
#Womentothefore #IWD2022 projenin hashtagleri
Jazz ve kadın diyerek başlayan daha sonra da doğaçlayarak giden bu söyleşileri bu haftadan itibaren yayınlamaya başlıyoruz. Sanatın ve kadının gücüne tüm dünyanın daha çok ihtiyaç duyduğu bu günlerde umarız ki ırkçılık, milliyetçilik ve şiddeti nüvesinde barındırmayan jazz müziği diyalog ve barış ortamının geri gelmesine de ön ayak olur.
Bu hafta Sedef Erçetin ile yapılan söyleşileri ilginize sunuyoruz. Bu Projenin dergimizde yer almasını sağlayan Viktor Bensusan’a teşekkür ederiz.
Uluslararası Kadınlar Günü kutlu olsun!
Jazz ve kadın diyerek başlayan daha sonra da doğaçlayarak giden bu söyleşileri bu haftadan itibaren yayınlamaya başlıyoruz. Sanatın ve kadının gücüne tüm dünyanın daha çok ihtiyaç duyduğu bu günlerde umarız ki ırkçılık, milliyetçilik ve şiddeti nüvesinde barındırmayan jazz müziği diyalog ve barış ortamının geri gelmesine de ön ayak olur.
Bu hafta Sedef Erçetin ile yapılan söyleşileri ilginize sunuyoruz. Bu Projenin dergimizde yer almasını sağlayan Viktor Bensusan’a teşekkür ederiz.
Uluslararası Kadınlar Günü kutlu olsun!
Ayumi Tanaka İle Jazznytt Söyleşisi
Ayumi Tanaka
Boşluk “odysea”
Ayumi Tanka, on sene önce Japonya’dan Norveç’e taşındı. Gelecek vaat eden piyanist olmaktan, en iyiler arasına yükseltti kendisini. 2021 yılının Ekim ayında basta Christian Meaas Svendsen ve davulda Per Oddvar Johansen ile kurdukları trio, ilk ECM albümleri olan Subaqueous Silence’ı yayınladı. Eylül ayının başlarında, Thomas Strønen/Marthe Lea/Ayumi Tanaka’nın oluşturduğu trio tarafından yayınlanan Bayou sansasyon yaratmıştı.
Eğer profesyoneller ve müzisyenlerle onun hakkında konuşursanız, müziği temele indirgeme yeteneği, müziğinde sessizlik ve gizemi yaratma kabiliyetinden bahsederler. Ve onu sahnede izlediğinizde “büyüleyici” kelimesinden başkasını kullanamazsınız.
Jazznytt Dergisi için yapılmış bu röportajda, Japonya’daki geçmişinden ve orkestraya olan sevgisinden daha somut bir ilişki olan sessizlikten bahsediyor.
Ayumi Tanaka daha konuşmayı öğrenmeden önce müzik yapmayı öğrenmişti. Tam üç yaşında başladı. Neden bu kadar küçükken?
Ebeveynlerim müzisyen değiller, ama gerçekten de müzik sevdaları var. Sabahtan akşama kadar müzik dinleyerek büyüdüm. Klasikler, modern klasik besteciler ve elbette ki jazz, japon jazz müzisyenleri. Çocukken kaliteli müziğe maruz kaldığım için gerçekten şanslıyım. Ailem ben 3 yaşındayken beni Yamaha Müzik Okuluna verdiler ama amaçları beni bir müzisyen yapmak ya da bunu bir kariyer haline çevirmek kesinlikle değildi. Bir hobim olsun istediler. İlk enstrümanım piyano değildi, pedallı bir elektro orgdu. Bunu seçmiştim çünkü orkestrada en çok beğendiğim sesleri çalabilmemi sağlıyordu – kontrbas, yaylılar, keman ya da flüt, bu seslerle uğraşmayı çok eğleniyordum!
Japon müzik eğitimi rekabetin çok olmasıyla ünlüdür, ve Tanaka kendisini müzik yarışmalarına hazırlanırken buldu. Bu da yeteneği ve tekniğini geliştirmede inanılmaz etkili oldu.
Diğerlerinden daha özel ya da doğuştan gelen bir yeteneğim olduğunu düşünmüyorum Kendimi geliştirebiliyordum çünkü sürekli çalıyordum. Yarışmalar zorunlu değildir; sadece ilerlemenin bir yolu olarak görülüyor. Bu yarışmaları da ciddiye almıyordum, hatta 10 yaşına kadar hiç derece almadım. O zaman jüriye bir repertuar parçası, bir parça ve bir beste sunmak zorundaydınız. 18 yaşında mezun olana kadar bunu yaptım. Gerçekten yoğun bir süreçti, evet. Ama ilhamımın büyük bir kısmını çevremdeki öğrencileri ve çocukları dinleyerek elde ettim. Hepsi çok fazla çalışıyorlardı! Yaşıtım olan çocuklar tarafından yazılmış orijinal besteler. Bu gerçekten de büyük bir şey aslına bakarsan.

Ayumi Tanaka (Photo: Camilla Jensen)
Sanki çevrendeki insanlarla etkileşime geçmek için bir araç gibi.
Bu yıllarda sürekli diğer çocukları dinlerdim. Kendimi onların yerlerine koyup tahmin yürütmeye çalışırdım. “Odayı notalarla doldurmuş olmak için mi çalıyorlar yoksa belirli insanlara hitap etmek için bir araç olarak mı kullanıyorlar?.” Boşluğu diğer müzisyenlerle doldurmayı da bu yolla öğrendim sanırım.
BOŞLUK kavramı Tanaka için müziğin temel bir noktası. Dikkati üzerine toplayan birisi olduğunu söylerken etrafındaki enerjiyi gerçek anlamda kendisine çektiğini kastediyoruz. Yer aldığı grupların müziklerinde de bu hissediliyor – “Time Is A Blind Guide”da, Thomas Strønen’le veya Christian Meaas Svendsen ile Nakama Quintet’te “boşluğu yiyor”. Bu büyünün kaynağı nedir?
Liseden mezun olduğumda hala elektro organ çalıyordum. 18 yaşındaydım ve artık o enstrümanı çalmaktan sıkılmaya başlamıştım. Liseden sonra bir yıl kadar elime almadım.
Ama para sıkıntıları devreye girdi. Bulduğum ilk iş düğünlerde piyano çalmaktı. Çalışmalarıma devam ederken yarı zamanlı sürdürdüğüm bir işti ve bana iyi geliyordu çünkü sadece arka plan müziği yapıyordum. İlk defa birileri beni izlemiyordu! (güler) İşte bu dönemlerde akustik piyanoya aşık oldum ve kendi sound’umu üretmenin yollarını aramaya başladım.
Böylece piyano barlarda çalar oldum. Bazen akşam 9’dan 1’e kadar çalıyordum ve yine sadece arka plan müziği yapıyordum, ya da müşterilerin isteklerini, standartları ya da bazı melodileri.
Çoğu genç müzisyenin sahne ışığı altına çıkmanın ve tanınırlık kazanmayı hayal ettiği yaşlarda Tanaka, gölgelerde yaşadı ve büyüdü. Bazılarının “zor” olarak tarif edebileceği durumu o yeni yaklaşımlar keşfederek ve yaratım sürecini zenginleştirerek fırsata çevirdi.
O süreçten sonra kendi ses boşluğumu yaratmaya odaklandım. Çocukken kendimi farklı kaynaklardan gelen seslere kaptırmayı sevdiğimi hatırlıyorum. Denizden, dağdan gelen seslerle çevrili olmayı, ağaçlardaki rüzgara, nehirlere dikkat etmeyi severdim. Bütün bu sesleri, müziğimde katmanlar halinde yeniden üretebilir ve düzenleyebilirim.
Doğanın sesi onun müziğinde daima mevcuttur. Ama bu sesleri yeniden üretmiyor, taklit edilmekten daha çok ima ediyor diyebiliriz. Bu şekilde daha da güçlü oluyor.
Keşke doğanın seslerini çalabilseydim. Doğa ne kadar da güzel. Doğada her ses ne kadar önemli. Gerçekten müzikte yaptığım şeyin doğadan öğrenmeye çalışmak olduğunu düşünüyorum.
Eylül ayında onu Oslo’s Kafé Hærverk’de çalarken dinlediğimde yan masamda oturan kişiye baktığımı hatırlıyorum çünkü onlar daha sahneye çıkmadan önce, havalandırma kapaklarından bir tanesi ses çıkarıyordu. Birkaç dakika içerisinde artık o sinir bozucu ses, sanki en başından beri müziğin bir parçasıymış da piyano tuşları içerisinde şairane bir şekilde hayat bulmuş gibiydi.
Her sahneye çıkışımda çalmaya başlamadan önce ve çalarken sessizliğe dikkat kesiliyorum. Sessizlik diye bir şey yoktur. Mekan kendi sesini ve enerjisini barındırır. Sonik ortamda her zaman bazı parazit sesleri, başka kaynaklar olacaktır. Bunu kabullenip bunu müziğinizde kullanmak daha iyidir. Aslında, pratikle birlikte etraftaki sesleri yok etmek yerine müziğine dahil etmeye başlıyorsun. İkisini de yapmaktan keyif alıyorum.
2013 yılında Christian Meaas Svendsen (bass) ve Per Oddvar Johansen (davul) ile birlikte bir trio kurdu. “Memento” isminde ilk albümlerini 2016 yılında AMP Müzik ile birlikte çıkarttılar. “Müziği düşünmek yerine işledikleri” (kaynak: Christian Meass Svendsen’in internet sayfası) müzikle birçok ülkeyi gezip farklı kültürleri keşfettiler.
Enerjiyi paylaşmayı birlikteyken bildiğimize dair hemen güçlü bir hisse ve anlayışa kapıldık. Her bir notanın enerjisi. Sessizlik içerisinde bile, bir nota ya da müzik çalınmazken bile, çok net bir enerji vardı. Bunun hakkında konuşmaya ya da açıklamaya ihtiyacımız yok. Her bir elementin kendine has bir yeri var ve bir uyum yakalanmalı.
Christian ve Per Oddvar Japon sanatına ve kültürüne karşı ilgililer. Gagaku (Japon İmparatorluk Mahkemesi Müziği) üzerinden esinlenip bir fikriyle geldim ve birlikte o anda ortaya bir parça çıkarttık. Onların çalmalarını istediğim şeyi söylemeye hiç ihtiyacımız olmadı. Çoktan biliyorlardı zaten. Bazen beklentilerimin gerçekten üzerine geçiyorlar.

Ayumi Tanaka (Photo: Camilla Jsensen)
Trio yıllar içerisinde hiç başka bir boyuta evrildi mi?
En başında daha çok geleneksel piyano triosu olarak başladı. İlk albümde de bunu duyabilirsiniz, bence jazz’a daha yatkın olan bir albüm. Ama jazz’dan daha çok “ben”, hatta “Japon” olan bir şeye olan geçişimiz planlı değildi. Bu gerçekten çok kişisel bir şey. Norveç’te yaşamak kökenimle olan bağın farkına varmamı sağladı ve içimde özüme dönmeye dair bir istek uyandırdı. Genelleme yapmak istemiyorum ama bence kişi anavatanından uzaklaştığında ortaya çıkan bir şey bu. Ve bu beni mutlu ediyor. Gerçekten de pozitif bir şey. Eğer hala Japonya’da yaşıyor olsaydım tüm bu geleneklerin güzelliğinin farkına varamayacağımı düşünüyorum.
Onu Japonya’dan Norveç’e taşıyan şey ilk başta neydi?
Klavye çalmayı bırakıp piyanoya geçtiğimde bu yeni enstrümanımla doğaçlamak istiyordum ve ilginç bir şekilde doğaçlamayı öğrenmemde yardımcı olan şey… jazz’dı (kahkaha atar!) Ama bu hemen olmadı tabii.
Japonyanın jazz sahneleri yok değil fakat benim şehrim olan Wakayama, jazz konserleri yapılacak kadar büyük değildi. Düzenli bir jazz programı olan en yakın şehir trenle bir saat uzaklıkta olan Osakaydı. Ama maalesef, orada tanıştığım ilk jazz müzisyenleri be-bop ve hard-bop takıntılarıydı. Deneyimli müzisyenlerle çalışmak istiyordum, bunun için de tek yok jam session’lara katılmaktı ama bana “jazz çalmıyorsun. İlk önce şehrine dönüp be-bop öğrenmen gerek” dediler.
Soğuduğunu hissetmeye başlamıştı.
Be-bop öğrenmek için çok çabaladım. Üzücüydü çünkü orada jazz sahnesine ulaşabileceğim başka müzisyenlerin olmadığını düşünüyordum. Ama bunun cesaretimi kırmasına izin vermedim ve tam tersine müziğimde ne kadar dürüst olmam gerektiğinin farkına varmamı sağladı.
Sonrasında, Gothenburg, İsveç’te bir arkadaşımı ziyarete gittim. Norveç müziğini de orada keşfettim. Jan Garbarek ve Bobo Stenson quartet ve triosuyla başladım. Vahiy geldi: “Vay be! Bu müzik ruhuma işliyor.” Birbirleri için müziklerinde alan bırakıyorlardı. Gerçekten muhteşemdi. İskandinav jazz müziğine kulaklarımı ve ilgimi açtım, daha genel olarak konuşmak gerekirse, Avrupa jazz’ı ve müzisyenlerine.
İskandinav müzisyenlerini keşfetmek kendimi genel olarak daha iyi hissetmemi sağladı. Ne rahatlama ama! Artık kendimi yabancı hissetmiyordum. Kendim olup istediğim müziği artık çalabiliyordum, kendim gibi hissettiğim müziği. Oslo Gothenburg’dan pek de uzak değil. Oslo’daki Norveç Müzik Akademisi seçmelerini geçtim. Muhteşem müzisyenleri keşfettim ve sürekli olarak konserlere giderek bir çok şey öğrendim.
O andan itibaren zaman hızlı aktı. Norveç sahnesini keşfetmesiyle Tanaka’nın ECM plak şirketine ilgisi arttı. Mütevazı bir şekilde bunun doğal bir karşılaşma olduğunu açıklıyor, ancak Manfred Eicher’ın onun çalışını duyunca özellikle etkilendiğini de duyduk.
Trionun ikinci albümü olan ve ECM plak şirketi tarafından yayınlanan albümün ismi, “Subaqueous Silence”. Bu sualtı sessizliği, Norveç’e taşındığında onu büyüleyen ve bu jazz ailesinin bir parçası olduğu Victoria, Oslo Nasjonal Jazzscene’de kaydedildi. Canlı müziğin yaratıcı sürecinde ne kadar önemli olduğunu gösteren mükemmel bir alegori.
Albümün son parçası, “Subaqueous Silence”, albümde 9 dakika sürüyor, ancak en başta 20 dakikadan uzundu. Birbirimize alan vererek çalışımız ölçülebilir bir şey değil. Bestelediğim müziğin doğaçlama gibi duyulmasını istiyorum, doğaçladığım müziğin de bestelenmiş gibi. Bu iki türün de müziğimde eşit olmasını istiyorum. Bu şekilde çalışıyorum.
Yine de Tanaka’nın müziğini, müzikal bir haiku olarak düşünmek büyük bir hata olurdu – ve aynı zamanda da bir klişe – çünkü müziğinin biçiminin ve uzunluğunun resmi bir sınırı yoktur. Müziğinde sınırlamalar yoktur.
Görüşmemizin sınunda Alman gazeteci Ingo J. Biermann’dan bir alıntı yaptım. “Bu, İskandinav müziği hakkında yazmaya başladığımdan beri duyduğum en büyüleyici ve en taze piyano-trio albümlerinden biri. Ne zevk ama!” bu da Tanaka’nın artık bir İskandinav müzisyeni olarak kabul edildiğinin altını çiziyor. Başını sallıyor, gülüyor ve ekliyor:
Eh, müzik hakkında yazıyordu, ben değil! Elbette ki müziğimin Nordik müzik sayıldığından dolayı mutluyum. Müziğimin bir etiketlenmeye maruz kalmasını istemiyorum. Müzik, kendi tarihini beraberinde taşır. Bir sürü Nordic müzisyenlerle tanışıp çalma fırsatım oldu, müziğimizin ilham kaynağı olan türe yakın bulunması güzel bir şey. Bundan dolayı çok mutluyum, çünkü Norveç’in müzisyen toplulukları arasında kabul görüyor olduğum için çok şanslıyım. Müziğimin olabildiğince fazla mix’in sonucu olarak ortaya çıkmasını istiyorum, Norveç müziği buna çok açık.
Ek Bilgi
Bu makale birçok Avrupa jazz dergileri işbirliğinde kadın müzisyenlerin geniş çapta ele alındığı ÖNCE KADINLAR ve ULUSLARARASI KADINLAR GÜNÜ başlıkları altında bir araya getirilmiştir.
İngilizce’den Türkçe’ye Toprak Şerif Gözden tarafından çevrilmiştir (Jazz Dergisi)