Daha önce de söylemiştim, Bill Frisell’i ilk olarak yıllar önce bir filmde duymuştum diye. Sene 2000. Şu anda artık olmayan Kadıköy As Sineması’nda izlediğim Wim Wenders’in “The Million Dollar Hotel”inin soundtrackinde Brad Mehldau ile çaldıkları “Tom Tom’s Room” ve “Satellite of Love” adlı parçalarda. Sinema ve müzik bana göre çok iç içeler. Birçok jazz standardını da ilk sinema filmlerinde ve müzikallerde duymuşuzdur zaten. Görsel ve işitsel duyularımız çoğunlukla beraber hareket ediyormuş gibi geliyor bana. Bir müziğin duyumsal işlevinin, kişide yarattığı görsel bir izdüşümü oluyor gibi hissediyorum hep nedense. İşte Bill Frisell’i her dinlediğimde kendisinin yarattığı dünyayla paralel olarak benim de gözümde bir dünya canlanıyor, bir film karesi gibi. Bu anlamda kendisinin çok iyi bir hikaye anlatıcısı olduğunu düşünüyorum, hangi projede yer alırsa alsın.
Bugüne kadar 40’tan fazla kendi liderliğinde albümü olan Frisell, 2017 yılında ECM’den “Small Town”ı çıkarmıştı, basçı Thomas Morgan’la duo proje olarak. Biz de bu sene ikincisi yapılan “Zorlu PSM Caz Festivali”nde canlı izleme fırsatı bulduk bu güzel duo projeyi. Bence her şeyiyle kusursuz bir konserdi. 2018 yılında ise, 2000 senesindeki “Ghost Town”ve 2013’teki “Silent Comedy”den sonra Frisell’in yeni solo albümü “Music Is” çıktı. Albümün adı “Music Is Good” söyleminin kısaltmasından geliyormuş. “Müzik sadece jazz, country, folk, klasik, blues ya da türevleri şeklinde kategorize edilmek zorunda değildir bazen de müzik sadece müziktir” diye de belirtmiş Frisell. Bazıları yeni bazıları eski bestelerinin yeni düzenlemeleri olan, bonus parçası dahil 16 orijinal Frisell bestesinden oluşuyor albüm. Albümün kayıt hazırlık süreci olarak bi hafta boyunca New York’taki “The Stone”da sahne alan gitarist “her akşam daha önce çalmadığım, denemediğim bir sey yapmayı denedim. Özellikle kendimi o güvenli alandan çıkarmak istedim, biraz daha rahatsız ve emin olmadığım bir yere doğru kendimi zorlayarak. Ve bu süreci albüm kaydı sırasında da devam ettirmek istedim. Her şeyin önceden planlanmış olması istediğim bir şey değildi” diye de ekliyor.

Bill-Frisell (Photo: Monica Jane Frisell)
Elektrik, akustik gitar, ukulele, bas ve loopların kullanıldığı bu solo albüm için Frisell “solo çalmak benim için hep bir meydan okuma, müzik çoğunlukla diğer insanlarla birlikte yaptığım bir şeydi, karşılıklı bir konuşma gibi, soru ve cevap. Ama kendi başıma çalmak bir yolculuk. Düşünce biçimimi değiştirmem gereken bir yolculuk hem de” diye açıklama yapıyor. Ben bundan 2 sene önce 10 günlük bir sessizlik meditasyonuna gittim. Bir ormanın ortasında, etrafında hiç konuşmadığın ve hiçbir şekilde iletişim kurmadığın insanlarla birlikte bütün gün sadece yemek yiyip meditasyon yapıyorsun. Hiçbir şey yok. Kitap okumak yok, müzik dinlemek yok, yazı yazmak yok. Zihnini dağıtacak hiçbir aktivite yok. Instagram yok, facebook yok, e-mail yok, whatsapp yok. Telefonunu girerken veriyorsun zaten, çıkarken alıyorsun. Hayatımda yaşadığım en korkutucu, en derin, ne yaptığımı bilmediğim ve konfor alanımın dışına çıktığım için doğaçlamaya en açık ve en güzel deneyimini yaşadım. 10 gün boyunca gerçek anlamda kendi kendimle kaldım. Kendi sesimi unuttum. İyi ki de yaptım. İnsanın en önemli ilişkisi kendisiyle olan ilişkisi, onu ne kadar iyi tutarsak o kadar sağlıklı. Bunun için de emek gerekiyor. Bu nedenle de solo performans sergileyen dansçı, müzisyen, tiyatrocu, her kim olursa olsun saygım sonsuz. Etrafında ekibinin; basçının, davulcunun, piyanistinin güvenli alanı olmadan tek başına kalabilmek zor ve bir o kadar da öğretici. Bu yüzden bir müzisyenin solo performansını dinlemek, onun en naïf ve samimi haline tanık olmak gibi geliyor ve bayılıyorum solo performanslara. Hele bir de en sevdiğim gitaristlerden biri solo albüm çıkarıyorsa benden mutlusu yok! İyi ki varsın Bill Frisell! Türü ne olursa olsun, müzikle kalın.