James Carter Organ Trio, 29. Akbank Jazz Festivali sahnesinin heyecan verici isimlerindendi. Çağdaş jazz’ın en sofistike emprovizatörlerinden, virtüöz saksofoncu James Carter, efsanevi Ben Webster’ınkileri andıran hızlı ve tutkulu sololarıyla tanınmasının yanı sıra, duygu yüklü melodilerin de hakkını veren bir yıldız. Detroit’in yükselen isimlerinden Gerard Gibbs’in maharetli klavyesi ve Alex White’ın güçlü davullarıyla tamamladığı James Carter Organ Trio 21 Ekim 2019’da Zorlu PSM’de verdiği konserden önce grubun beyni James Carter’la geçmişten bugüne, kariyerinin köşe taşları üzerine konuştuk.
Detroit’te müziğe yeteneği olan bir ailenin en genç üyesi olarak doğdunuz. Dolayısıyla, küçük yaşlarınızdan bu yana ‘iyi müziğin’ ne olduğu konusunda belirli bir anlayışınız var. Şimdiki iyi müzik tanımınız ile geçmişteki arasında nasıl bir karşılaştırma yapabilirsiniz?
Kendim çalmaya başlamadan önceki ilk yıllarımda, temel kriterim şuydu: Bir müzik sizi bir yerlere götürüyorsa, iyi müziktir! Kardeşlerim ve ebeveynlerim bana gerçekten büyük çeşitlilikte bir sanatsal iklim yarattılar. Bugün şimdi artık sadece bir dinleyici değil, aynı zamanda çalıyorum da. Fakat kriterim çok az değişti. Artık şuna da inanıyorum: Müzik sana diğer dinleyicileri ve orkestra üyelerini harekete geçirmen için gerekli ilhamı vermelidir.
Kariyerinizin Blues Alley konserleri sırasında Branford Marsalis’in kastı olmanızla değiştiğini söylemek mümkün mü?
O kısa süre içerisinde Wynton (Marsalis) ile birlikte çalmak benim için büyük bir ulusal deneyimdi ve Branford’un koltuğunu dolduracak 16 yaşında bir genç için ana akım medyaya oldukça iyi bir ulaşım olanağı sağladı.

James Carter (Photo: Sedal Antay)
The Baritone Nation’dan da bahsedelim. Bu ekibi ruhu ve sound’u konusunda onu özel kılan şey sizce neydi?
The Baritone Nation, eski standartlarla, güncel bestecilerin yeni müzikleriyle ve kolektif doğaçlamayla bariton saksofonun solo, kolektif, tonal ve metinsel özelliklerini daha derinlemesine keşfetmeyi arzu eden bir gruptu. Bunu yaptığımız zaman iyi zamanlardı.
Vokalistlerle çalışmak nasıldı?
Benim müzik ikizim Miche Braden. Onun gibi büyük bir vokalistle çalışmanın çok güzel bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Kendini anlam yüklü notaları çalmaya emanet etmek gerçekten büyük bir iş!
“Caribbean Rhapsody” özelinde konuşursak, müziğinizde jazz ve klasik müzik melodilerinin birleşmesi ve bağlantısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu iki müzik tarzının bir araya geldiği noktada paylaşılabilecek ortak bir noktanın olduğuna ve bunun sahnenin her iki tarafındaki insanları bir araya getirebileceğine ve sıklıkla yapılması gerektiğine inanıyorum.

James Carter (Photo: Sedal Antay)
Bunu kelimelerle ifade etmenin mümkün olup olmadığını bilmiyorum, fakat müziğinizde duyguları ve tekniği nasıl dengeliyorsunuz?
Basit, sahnede çalan insanların kullandığı teknik sadece tutku ve duyguların görünür olmasını sağlayan faktördür. Bunu bilen bir sanatçı her türlü sanatsal yolculuğa güvenle çıkabilir.
“At the Crossroads” kaydına dönersek, “jazz bir anın sanatıdır” söyleminiz açısından bakıldığında stüdyoda olmakla sahnede canlı çalmak arasinda sizin için nasıl bir fark var?
Herhangi bir grubun kayıt için çalması hali, o grubun kolektif gelişmesinin belirli bir somut an için zaptedilmesi ve kaydedilmesi halidir; canlı çalmak ise tamamen güncel ve anlık ifadeyi temsil eder. Bu çerçeveden bakıldığında, canlı çalmak kayıt için çalmaktan kesinlikle bir fark göstermektedir. Bunun gerçekleşmesini sağlayan bir takım değişkenler de vardır. Stüdyonun kısıtlamaları yoktur; sahnenin önünde size onay veren, yorumda bulunan ve taze ilham sağlayan bir seyirci vardır.