1994 yılında 1. İstanbul Jazz Festivali için İstanbul’a geldiğinde Bobby McFerrin’in rehberliğini yapmıştım. O birkaç gün hayatımın en unutulmazları arasında kayda geçmekle kalmadı, kariyerimin de en özel deneyimlerinden biri oldu. Havaalanında kendimi tanıttığım zaman, şefkatli bir gülümseme eşliğinde parmağıyla ‘bir dakika’ işareti yaptı, cebinden küçük bir not defteri çıkararak bir şeyler yazdı ve defteri bana uzattı. Kağıtta, “Ben konserlerimden önceki gün konuşmam ve sesimi dinlendiririm, o yüzden bugün sadece yazarak konuşacağım” yazıyordu. Gerçekten de bütün gün hiç üşenmeden yazdı, üstelik sadece kendi soracaklarını değil, bizim sorularımızın cevaplarını da. Ertesi gün görüştüğümüzde ise sesinden duyduğum ilk şey “Günaydın Özlem”di. Ne kadar zarif bir insan olduğunu sanırım hiç unutmayacağım.
Durum böyle olunca, bu gelişinde kendisiyle röportaj yapmayı çok istedim ama röportaj taleplerini kabul etmiyormuş. Vazgeçmedim, onu kısacık da olsa görmeliydim, McFerrin’in Türkiye temsilcisi olan Necati Tüfenk’ten rica ettim ama o bana durumu izah edince daha fazla ısrarcı olmadım. O zamanlar da izole bir insandı, belli ki yıllar içinde daha da düşkün olmuştu sükunetine. İstanbul görüşmemizden iki sene sonra İzmir’deki Parliament Jazz Festivali’ne geldiğinde ben Yeni Yüzyıl’da yazıyordum ve festivali gazeteci olarak izliyordum. Konser öncesi ve sonrasında hiç çıkmamıştı odasından, ben de onu göremedim diye, grubunun da dolduruşuna gelerek kendimi tekilaya vurmuştum ve sonucu hiç iyi olmamıştı. Neyse ki geçen yıllar içinde büyümüşüm de, bu kez konserinden keyif almakla yetinebildim.

Joey Blake & Rhiannon & David Worm (Photo: Cem Gültepe)
Bobby McFerrin Voicestra grubunun 4 üyesinden oluşan Gimme5’ın üç kişisiyle İstanbul’daydı. Daha sonra performansından bahsedeceğim müthiş kadın Rhiannon -ki 30 yılı aşkın bir süredir birlikte söylüyorlar-, ağız perküsyonunda David Worm ve bas vokallerde Joey Blake. Arkada da 33 kişilik bir koro var. Tanıtımlarda koronun bahsi geçmediği için ne ben, ne de arkadaşım koronun Türk mü yabancı mı olduğunu anlayamıyoruz. Evet Bobby McFerrin lokal korolarla performanslar sergiliyor, zaten bu kadar kalabalık bir ekiple turneye çıkmak da çok olası değil ama sahnede öyle bir uyum var ki, koro Türk olamaz. Böyle bir takip, böyle bir akış anca defalarca birlikte söylendiyse olur, değil mi? Değil olduğunu konser bitene kadar anlamıyoruz.
Ne zaman ki konserin huşusu içinde dışarı çıkıp orada koro elemanlarını Türkçe konuşurken duyuyoruz, o zaman ‘Yok artık!’ oluyoruz. Koronun şefi Başak Doğan’ı hem tebrik ediyorum, hem de ayaküstü ‘doğaçlama’ bir röportaj yapıyorum. Koronun ismi Chromas; 6 bas, 6 tenor, 11 alto ve 9 sopranodan oluşuyor. Konuşmanın bir yerinde onları tanımadığım için özür dileme ihtiyacı hissediyorum, gerçekten de öyle. Sonradan bakıyorum da, kendi çabalarıyla bayağı önemli işler yapmışlar, yapıyorlar.
Konserden çıktığımızda aklımdaki soru ne kadarının doğaçlama, ne kadarının planlı olduğuydu, en azından belli referans noktaları olmalıydı. Tamamının doğaçlama olduğunu öğreniyorum.
– Nasıl yani, hiç mi hazırlanmadınız?
– Sadece konserden önce 1 saat birlikte şarkı söyledik.

Bobby McFerrin & Chromas (Photo: Cem Gültepe)
Tamam biliyoruz ki Bobby McFerrin bunu hep yapıyor ama ona bu kadar ustaca ayak uydurmak nasıl mümkün olabiliyor? Danimarka’da, Royal Academy of Music’te Ritmik Koro Şefliği master’ı yapmış olan Başak Doğan, Bobby McFerrin’in Circle Songs vokal doğaçlama tekniği üzerine inşa edilmiş ‘Vocal Painting’* metodu üzerine de eğitim almış ve üç yıldır da Chromas’la bu tekniği kullanarak doğaçlama performanslar sergiliyorlarmış. Şimdi anlıyorum çünkü burada Bobby McFerrin’in büyüsü deyip geçilecek bir performanstan bahsetmiyoruz. Konserin bir yerinde Bobby McFerrin kendilerine ait bir parça seslendirmelerini istiyor, ki o da planlı değilmiş, öyle bir düzenlemeyle, öyle ustalık isteyen bir performans sergiliyorlar ki ağzımız açık kalıyor. Neyse ki o parça doğaçlama değilmiş, yoksa düşüp bayılıverecektim. Parçanın adı Tchaka, bestecisi Sydney Guillaume, Haiti dilinde ve birlikte şarkı söylemek üzerine.
Başak’tan öğreniyorum ki Gimme5’ın da performansları doğaçlamaymış. “Rhiannon’unki değildi herhalde. Sözleri olan bir şarkı söyledi çünkü.” O da doğaçlamaymış ve Rhiannon sözlü doğaçlama yapıyormuş. Tamam, girişinde ‘uzun hava’ vari bir doğaçlama kısmı vardı ama parçanın devamının yazılı çizili, başı sonu belli olduğuna adeta emindim. Hele o sözlerdeki derinlik. Onlar o anda çıktıysa gerçek bir kanallık olayına şahit olmuş olmalıyız.

Rhiannon & Chromas (Photo: Cem Gültepe)
Aslında Bobby McFerrin’in yaptığı da böyle bir şey, bir nevi kanallık. Doğaçlama o kadar riskli bir şey olabilecekken, yıllardır büyüleyici performanslar sergileyebiliyor olmasını ve sadece sesiyle salonlar, stadyumlar dolusu insana ‘ruhsal’ olarak tanımlayabileceğim deneyimler yaşatabiliyor olmasını böyle açıklayabiliyorum. Ancak anda kalarak ve bütünün bir parçası olarak sergilenebilecek performanslar. Kendisi için “Bir müzikolog ya da kâhin değilim. Sadece şarkı söylemeyi seviyorum” demiş ama bence yaptığı şey çok tanrısal.
Bobby McFerrin doğaçlamanın ilk kuralının, her şeyden önce ağzını açıp şarkıya başlamak ve söylemeye devam etme cesaretine sahip olmak olduğunu söylüyor. Düşünmeden, sadece akmak. Doğaçlama konserlerinden sonra çoğu zaman performanslarını hatırlamıyor oluşu da bunu destekliyor çünkü ortada zihin yok, plan yok, program yok sadece bir akış var. Yaptığı işin merkezinde öyle bir odaklanma var ki; kimlik yok, zihin yok, ego yok, sadece varlık var. Bu oldukça yorucu bir iş olmalı ve konserlerinden önce ve sonra kendi başına kalmak istemesini de gayet anlaşılır kılıyor.

Joey Blake & David Worm & Bobby McFerrin & Rhiannon & Chromas (Photo: Cem Gültepe)
Her konserinde olduğu gibi ‘anlatılmaz yaşanır’ bir performans izliyoruz. McFerrin sözsüz bir temayla başlıyor parçaya, sonra koroyu bazen 2’ye, bazen 4’e bölüp rollerini paylaştırıyor. Gimme5 üyeleri de katılınca üstüste dönen temalar parçaların katmanlarını oluşturuyor, üzerine uyduruk bir dille ya da sadece seslerle şarkısını söylüyor. Tizden basa eforsuzca uzanan, hızlanan yavaşlayan, zaman zaman şakacı, ritmik nefes alışlar ve beden perküsyonuyla desteklenen, her anı sürprizle dolu ama önceden hazırlanmışçasına kontrollü. Aynı anda 4-5 tema dönüyor, kakofoniden eser yok, yazılmış olsa ancak böyle bir uyumla seslendirilebilir. Oysa doğaçlama bu yahu, hiç de beklendiği gibi gitmeyebilir ama Bobby McFerrin söz konusu olduğunda hep gidiyor.
Bobby McFerrin 1994 – 2001 yılları arasında St. Paul Oda Orkestrası’nı şefliğini yapmıştı, aslında şimdi de yönetmeye devam ediyor, sadece artık orkestrası insan seslerinden oluşuyor. Hele ki ritmlerde David Worm, bas seslerde Joey Blake devreye girince adeta eksiksiz bir orkestra dinliyorsunuz, enstrümanların yokluğunu hissetmiyorsunuz bile. Ona bakarken, komutlarını alırken Chromas üyelerinin gözlerinin içi parlıyor, nasıl parlamasın? Telaşlı ve heyecanlı da görünmüyorlar, sadece takip ediyorlar ve akıyorlar. Bu da Bobby McFerrin’in yarattığı güven duygusu olsa gerek. Biraz da o yüzden koronun Türk olduğuna bir türlü ihtimal veremiyoruz. Birazcık mı performans korkusu, telaş olmaz yüzlerde. Yok, hepsi sadece anın tadını çıkartıyor.
McFerrin bu konserinde seyirciyle çok fazla iletişim kurmuyor, onlarla şarkı söylemiyor. Büyük ihtimalle Chromas dururken, David Worm’un solo performansına dahil etmeye çalıştığı ama ona ayak uyduramayan seyirciyle risk almak istemiyor. Bir röportajında söylemiş, seyirciyle akmayan bir performans denemesinden sonra tekrar odakanması 10-25 dakika arası sürüyormuş.
Şarkı söylerken canlı ama genel olarak yorgun ve içine dönük bir hali var. Kendi söylemediği zamanlara çoğu zaman gözleri kapalı oturuyor. Bu bir konsantrasyon halinden çok, kopukluk olarak görünüyor bana, üzülüyorum. Umuyorum sadece Avrupa turnesinin son konseri olmasının yorgunluğudur.

Bobby McFerrin (Photo: Cem Gültepe)
Bir buçuk saatlik performansın ardından teşekkür ediyor ve sahneden ayrılıyor. Salon ayakta, alkışlar kesilmiyor ama McFerrin sadece çıkıp tekrar teşekkür etmekle yetiniyor, zaten sahneden ayrılmadan önce mikrofonunun telsizini belinden çıkartarak bis yapmayacağını belli etmişti.
McFerrin doğaçlama konserleri için “Sahneye boş çıkıyor, dopdolu ayrılıyoruz” demiş, onları bilmiyorum ama onun gördüğüm en durgun hali ve performansı olmasına rağmen içim pır pır, nabzım artmış, yüzümde mutlu bir gülümseme ve kendisine duyduğum derin minnetle dopdolu olarak ayrılıyorum salondan.
Teşekkür ederim Bobby McFerrin, hayatıma kattığın her şey için, müziğinle ve varlığınla…
Bu arada Chromas; Avusturya, Almanya ve Hollanda’da 5 konser içeren ve Haziran ayında çıkacakları Avrupa turnesi için destek arıyor. Bu harika, pırıl pırıl gençleri desteklemek isterseniz lütfen burayı (https://www.indiegogo.com/projects/chromas-avrupa-yi-renklendiriyor) ziyaret edin.
* 75 işaretten oluşan, koronun sahnede toplu olarak, sözsüz iletişimle anda müzik yapması, doğaçlama şarkı söylemesi ve canlı kompozisyon yapmasını mümkün kılan bir metod.