Kuzey Kıbrıslı besteci ve basçı Cahit Kutrafalı’nın ikinci albümü “Transitions”çıktı. Her biri kendi içerisinde farklı yönlere doğru geçişler barındıran sekiz parçadan oluşan albüm A.K. Müzik etiketiyle yayınlandı. 2017 yılı Haziran ayı içerisinde Lefkoşa Re-Chord stüdyolarında kayıt altına alınan albümdeki tüm beste ve düzenlemeler Kutrafalı’ya ait.Kutrafalı’ya ikinci albümünde de yine Kıbrıs ve Türkiye’den önemli müzisyenler eşlik etti. Saksofonda Charis Ioannou, davullarda Stelios Xydias, gitarda Ermis Michail, piyano ve tuşlu çalgılarda Andreas Panteli ve Tolga Erzurumlu’nun yanı sıra Cenk Erdoğan, Bulut Gülen, Gürhan Nuray ve Elias Ioannou konuk olarak albümde yer aldı. Biz de Cahit Kutrafalı’ya ikinci albüme “geçiş” sürecini sorduk.
“Transitions” albümü her dinleyişte bir kulüp ortamında canlı çalınıyormuş etkisi yaratıyor. Evet yazılı parçalar, ama bir yandan her an kendisini yeniden tanımlayan akor yürüyüşleri duyuyormuşuz gibi hissettiriyor. Bunun sebebi ne?
Bunun en önemli nedenlerinden biri albümü birlikte kaydettiğimiz müzisyenlerin enerjisi ve jazz müziğinin geleneksel yapısına olan bağlılıkları. Siz albüme giren master take’leri dinleme fırsatı buldunuz, bunların yanı sıra albüme girmeyen diğer kayıtları dinleseniz her birinde albümdekilerden farklı bir hava ve mod bulabilirsiniz. Yazılmış melodiler ve unisonlar dışında herşeyi her defasında farklı yorumlayabilecek çok yetenekli ve özel müzisyenlerle birlikte bu albümü kaydetmiş olmamızın bir getirisi olsa gerek.
Örneğin “Transitions” veya “Metaphor” hızlı tempolu, eşlikçiliğin hemen her saniye değerli olduğu diğer tarafta sololara cömertçe yer veren bebop parçalar. Buna karşılık “You Never Know” melez referansları olan füzyon bir parça. Albüme bir yandan bütünlüklü bir kimlik verirken bir yandan parçaların kendi karakteristiğini nasıl dengeledin?
“Transitions’’, ilk albümüm “As It Is”de olduğu gibi dinlemekten ve icra etmekten zevk aldığım öğeleri barındırıyor aslında. Bebop günümüz jazz dünyası içerisinde popülerliğini yitirmiş gibi görünüyor olsa da ben dinlemekten ve çalmaktan halen çok büyük keyif alıyorum. Bir diğer yandan da çaldığım enstrüman gereği yeni akımları da dinliyor ve büyük bir keyifle takip ediyorum. Besteleme sürecinde iken bütünlüklü bir albüm yaratma düşüncem vardı ama geleneksel ve modern yaklaşımlar arasında bir denge kurmak için de özel bir çaba sarfetmedim açıkcası. Bu şekilde algılanmış olması beni mutlu etti tabii…
“As It Is”e nazaran “Transitions”da bas-davul ataklarının daha güçlendiğini duyuyoruz. Daha da ötesi “Transitions”da o kadar etkili bas sololar var ki, sanki bu daha çok senin albümün olmuş gibi. Daha önemlisi, üç yıl gibi bir yandan uzun bir yandan kısa sayılabilecek bir aralıkta tamamladığın iki albümü sen hangi kriterlerle ayırırsın?
İlk albüm sonrası bir çok olumlu dönüş aldım. Bir bas gitarist albümünden ziyade, kolektif bir albüm olarak algılanması ve benimsenmiş olması beni çok mutlu etti. Ama senin de belirttiğin gibi bu albümde kendimi daha iyi ifade edebildiğimi söyleyebilirim. Bunun bir çok farklı sebebi var tabii ama bana göre en önemlisi albümdeki tüm parçaların yakın zamanda bestelenmiş olması ve buna bağlı olarak daha güncel içerikli olması. Yani benim şu anki müzikal düşüncelerimi daha net ifade edebildiğim bir çalışma ortaya çıktı diyebiliriz. İki albümü birbirinden ayıran en önemli unsurlardan biri de budur.
Şimdiye kadar iki albüm çıkarmış olsan da meraklısı için fark edilir bir tonun ve tekniğin var. Nasıl oluştu? Sadece basçı dinleyerek oluşamayacağı aşikar.
Jazz müziğini öğrenmeye ve icra etmeye bebop ve swing çalarak başladım. Uzunca bir süre sadece Charlie Parker, Sonny Stitt, Oscar Peterson, Clifford Brown, Bud Powell gibi ustaları dinledim. Çaldıkları soloları bol bol transcript yaptım ve uzunca bir zaman sadece o dönem parçalarını çaldım. Hem bebop cümlelerini daha temiz ve net duyurabilmek, aynı zamanda da bas frekanslardan çok fazla taviz vermeden eşlik edebilmek için ortaya böyle bir ton çıktı sanırım… Her bas gitarist gibi Jaco Pastorius, John Patitucci ve Dario Deidda gibi isimlerden çok etkilendim tabii. Son dönemlerde ise Hadrien Feraud, Evan Marien gibi bizim nesilin önemli basçılarını büyük bir heyecanla takip ediyorum…

Cahit Kutrafalı (Photo: Kerim Belet)
Albümde çok değerli müzisyenler var, bu kadar insanı hangi arada bir araya getirdin?
İkinci albümümde de böylesi değerli müzisyenlerle çalışma fırsatı bulduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Her biri benim müziğimi en az benim kadar hissedebilen ve duyabilen arkadaşlarım. Uzun süredir bir çok farklı projede beraber yer aldığımız için birbirimizi iyi tamamladığımızı düşünüyorum. Parçalar meydana çıkmaya başladıkça ara ara canlı performanslarımızda yer verip kayıt sürecine kadar aslında hazır hale gelmiştik. Albümü bu çekirdek kadro ile üç gün içerisinde toplamda 8-9 saatlik bir zaman diliminde kayıt altına aldık. İlk plana göre sevgili Bulut Gülen de bizimle birlikte canlı kayıtta olacaktı fakat bir aksilik çıktı ve gelemedi. 2-3 hafta sonra Kıbrıs’a çok sevdiğim müzisyen ağabeyim Cenk Erdoğan’la birlikte Mehmet Ali Sanlıkol’un projesini çalmak için geldiler ve ben ertesi gün onları kaldıkları otelden alıp stüdyoya götürdüm.
Kendi gibi olan “As It Is”den geçiş dönemini vurgulayan Transitions’a varınca müzikle birlikte konular, temalar, duygular nasıl değişti?
Duygularda bir değişiklik olmadı aslında. Ben yine kendi içimde biriktirdiğim hikayeleri kendi anlatım şeklimle aktarmaya çalıştım. “Transitions” gerek sound, gerekse beste bakımından daha bütünlüklü bir albüm, bunun sebebi yakın bir zamana ait olması. Şu anki beni daha iyi temsil ediyor kısacası. “As It Is”e dönüp baktığımda 12 sene öncesinden bestelediğim parçalar var, kayıt süreci çok uzun zamana yayılmış bir albüm. Geçen zaman içindeki yaşanmışıklar, edindiğim müzikal tecrübeler ve müzikal dağarcığıma kattıklarım bu aradaki geçişi daha iyi tanımlayabilir aslında…
Kıbrıs’ta yaşamanın daha çok jazz çalmak veya dinlemek açısından hayatını zorlaştırdığını veya kolaylaştırdığını düşünüyor musun?
Kıbrıs dışarıdan nasıl görünüyor bilemiyorum fakat çok ilginç bir yer aslında. Adanın güneyindeki kültür ve sanat etkinlikleri biz Türkçe konuşan Kıbrıslıların yaşadığı kuzeye oranla daha nitelikli. Albümü kaydettiğim Kıbrıslı Rum müzisyen arkadaşlarım gibi daha bir çok değerli jazz müzisyeni var güneyde. Adanın diğer yarısında ciddi bir jazz kültürü gelişmekte, adanın kuzeyinde ise daha çok popüler kültür odaklı çalışmalar revaçta. Çaldığım jazz giglerinin büyük bir kısmını da güneyde çalıyoruz zaten. Bu alanda hem dinleyici hem de performer olarak tatmini güneyde yaşıyorum diyebilirim. Biz Kıbrıslı Türklerin sanatla bağlarının yeteri kadar güçlü olmadığını düşünüyorum. Kuzeyde sanatsal projeler üretebilecek ve devamlılığını sağlayabilecek müzisyen sayısı da maalesef çok az. Jazz Futures projesi 2013 yılında sona ermişti, ardından son dört senedir devam eden benim de ders verdiğim Jazz Education Abroad programı kapsamında gerçekleşen atöyle çalışmaları var. Bu atöyle çalışmalarına duyulan ilgi ve katılım sayısına baktığımızda Kıbrıslı Rumların yine çoğunlukta olduğunu görebiliyoruz. Yine de elimizden geldiğince kendi toplumumuzda da bu kültürün yer edinebilmesi için gerekli mücadeleyi vermeye devam edeceğiz.