Geçen yazıda “kaçıncı günde olduğumuzu bilmiyorum” demiştim, bugün de hayatımda ilk kez sokağa çıkma yasağı çerçevesinde normalde çıkmak istemediğim bulutlu bir Cumartesi bir gününde evdeyim. Güzel şeylerin olması ve daha sağlıklı günlerle daha çabuk şekilde karşılaşmak taraftarıyım, ancak bir yanda oğlum içeride mışıl mışıl uyurken, bir yandan da eşim mutfakta peynirli kurabiye hazırlarken, ortaya çıkan boşluktan yararlanıp bu günleri daha da hoş kılacak birkaç albümden daha bahsetmek isterim:
Christian McBride
The Movement Revisited: A Musical Portrait of Four Icons (2020 – Mack Avenue)
Özellikle trio, quartet ve bigband çalışmaları ile her daim takibimde olan, jenerasyonunun bence en iyi 4-5 kontrbasçısından biri olduğunu düşündüğüm Christian McBride, çocukken ona anlatıldığında (ve hatta belki de yaşadığında) hem buruk, hem de gururlu şekilde andığı Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Afro-Amerikalıların tarihini ve insan haklarını yeni albümü “The Movement Revisited: A Musical Portrait of Four Icons”ta kültürel anlamda bu bayrağı taşıyabilecek 4 ikon üzerinden aktarıyor: ‘Rosa Parks’, ‘Malcolm X’, ‘Martin Luther King Jr.’ ve ‘Muhammed Ali’. Ayrımcılık ve ırkçılık üzerine John Coltrane’in ‘Live at Birdland’ albümünde kayıt altına altığı, Birmingham, Alabama’daki 16th Street Baptist Church/Ku Klux Klan bombalama eyleminde 4 çocuğun katledilmesi hakkında yazdığı “Alabama” ile Wynton Marsalis’in Amerika’da siyah ırkın doğuşunu, köleliğin baskısı altında hayatta kalabilme mücadelesini dinleyici ile buluşturduğu Pulitzer ödüllü “Blood on the Fields”dan sonra bu albüm beni en çok etkileyen kayıtlardan biri oldu. Küçük triolar, quartetler, bigband’ler, gospel koroları ve dramatik geçişleri ile (Rosa Parks ırkçılık ve insan hakları ile ilgili düşüncelerinden sonra bayrağı Malcolm X’e devrediyor) dikkat ve ilgi çekici, özel bir albüm ortaya konmuş. McBride’ın konuşulması, söylenmesi gerekeni bu yolla, müzik ile, hele ki jazz gibi bir “sanat formu” ile anlatmasının çoğu müzisyene örnek olmasını, bu şekildeki yorumların hayatın her anında da rahatça, özgürce yapılabilmesini dilerim. Albüm önümüzdeki sene “Best Large Jazz Ensemble Album” dalında Grammy’yi kaparsa da kesinlikle şaşırmam. Eğlenceli ve hareketli “Rumble In the Jungle”’ı kaçırmamalı.
Kadro: Christian McBride (b), Steve Wilson (alto sax), Todd Bashore (alto sax), Ron Blake + Loren Schoenberg + Carl Maraghi (sax), Michael Dease + Steve Davis + James Burton + Doug Purviance (tro.), Lew Soloff + Ron Tooley + Frank Greene + Freddie Hendrix + Darryl Shaw (tru) Warren Wolf (vib), Geoffrey Keezer (key), Terreon Gully (d).
Parçalar: Overture / The Movement Revisited / Sister Rosa-Prologue / Sister Rosa / Rosa Introduces Malcolm / Brother Malcolm-Prologue / Brother Malcolm / Malcolm Introduces Ali / Ali Speaks / Rumble In The Jungle / Rosa Introduces MLK / Soldiers (I Have A Dream) / A View From The Mountaintop / Apotheosis November 4th 2008)
Kandace Springs
The Women Who Raised Me
(2020 – Blue Note)
Kadın jazz vokal albümlerini özellikle takip eder ve albüm içerisindeki performansları ile “bari en azından bir önceki albümlerinin üzerlerine koyabilmişler mi?” ya da “ne kadar orijinal bir iş çıkarabilmişler?” gibi sorulara kendimce yanıt bulmaya çalışırım. Ne yazık ki Norah Jones’un geçen sene Blue Note’tan çıkardığı büyük hayal kırıklığı “Begin Again”den sonra kadın vokal albümlerine birazcık korku, birazcık önyargı ile bakmaya başlamıştım. “Begin Again” sonrası etrafta “müziğini dinlerken paraşütsüz bırakabileceğim” bir kadın vokalist ararken Kandace Springs, 2018 tarihli Blue Note albümü “Indigo” ile yardımıma koşmuştu. Zaten “Soul Eyes” albümü ve kendi ismi ile çıkardığı ilk EP’nin üzerimde yarattığı etki ile de ‘yeni bir hayran daha’ kazanmıştı. Farklı albümlerdeki müzisyenlerle olan işbirliklerinde başarılı bir performans sergilediğini gördüğüm Kandace, Blue Note’tan çıkardığı 3. stüdyo albümü “The Women Who Raised Me”de albümün isminden de anlaşılabileceği üzere, onu ve yarattığı müziği şekillendiren kadın müzisyenlerin seslendirdiği parçaları (Ella Fitzgerald, Roberta Flack, Astrud Gilberto, Lauryn Hill, Billie Holiday, Nina Simone, Dusty Springfield gibi) onunla alışkın olduğumuz sound’da tekrardan yorumluyor. Ne kadar ilginç ve sevindirici bir tesadüf ki, son albümünden beri adeta kalın sopalarla kovaladığım Norah Jones ile birlikte yorumladığı ‘Angel Eyes’ albümün en başarılı parçalarından biri. Albümdeki tüm parçalarda ayrıca özel konuklar da (‘Devil May Care’de Christian McBride, ‘Gentle Rain’ ve ‘Solitude’da Chris Potter, ‘Pearls’ ve ‘I Can’t Make You Love Me’de trompette Avishai Cohen) mevcut. Kendinizi rahat ve güvende hissedebileceğiniz bir akşamüstü kulaklığınızda, pikabınızda The Women Who Raised Me’nin özel notalarını karşılamanız o akşam için yapacağınız iyi bir plan olacaktır.
Kadro: Kandace Springs (p, key, rhodes, wurlitzer), Scott Cooley (b), Clarence Penn (d).
Parçalar: Devil May Care / Angel Eyes / I Put a Spell On You / Pearls / Ex-Factor / I Can’t Make You Love Me / Gentle Rain / Solitude / The Nearness of You / What Are You Doing the Rest of Your Life / Killing Me Softly with His Song / Strange Fruit)
Redman/ Mehldau/ McBride/Blade
Right Back Round Again
(2020 – Nonesuch Records)
Christian McBride’ı yukarıda jenerasyonunun en iyi kontrbasçılarından biri olarak gördüğümü söylemiştim. Joshua Redman’ın 1994 tarihli “Moodswing” albüm kadrosunun elemanları için de aynı şeyi söylemek mümkün. Kendi alanlarındaki müzisyenler arasında klasiklerden, babalardan sonra gelecek isimler aynı karede toplanıp her zaman söylemeyi sevdiğim “supergroup” kavramını oluşturuyor. Piyanoda yeri geldiğinde Bach esintileri arasında dolaşmayı seven, yeri geldiğinde de klasik jazz’ı olduğu gibi icra etmek yerine onu temelinden hareketlendirmeyi tercih eden Brad Mehldau, davulda ilk albüm ya da ilk akompanist çalışmalarından itibaren çaldığı her notada dahi bir müzisyen olduğunu dinleyiciye kabul ettiren Brian Blade ve saksofonda Brian Blade’le 1990 yılında ve Mehldau ile 1993 yılında tanıştıktan sonra oluşturduğu kalıcı quarteti ile jazz dünyasını ilk elden keşfetmeye başlayıp kısa sürede de yönlendiren müzisyenlerden biri olan Joshua Redman, 1993 yılında Newport Jazz Festival’inde çaldıktan hemen sonra “MoodSwing” albümün kayıt eder ve ortaya çıkardıkları yaratıcı gücü çaldıkları her konserde artırmaya devam ederler. İşte bu albümün devamı niteliğinde ve beklentilerin en yüksek seviyede olduğu “RoundAgain”, 10 Temmuz’da Nonesuch Records’dan çıkacak. İlk notasını dinlemeden bile büyük bir ihtimalle bir Grammy adaylığı kapabileceğini düşündüğüm albüm için ağzımıza çalınan bal “Right Back Round Again” geçtiğimiz haftalarda dijital ortamda dinleyicilerle buluştu. Moodswing albümünü benim gibi hatmeden dinleyicilerin hiç sıkılmadan benimseyeceği parçanın senenin şimdilik en başarılı quartet çalışmalarından biri olduğunu söyleyebilirim. İlk notadan itibaren uçuşa geçen dörtlü, dinleyiciyi her an bulutların üzerinde tutmaya yemin etmiş gibi bir performans gösteriyor. Mehldau’nun bir röportajındaki yorumu ile tamamlayalım: “Josh, Christian ve Brian benim kahramanlarım. Bu adeta Avengers ile birlikte çalmak gibi!”