Corona günlerinde evde kalmak, izole olmak, çok gerekmedikçe de dışarı çıkmamak gerekiyor tabii, ama bizim evdeki miniğin doktor randevusu ve beklenen aşıları da kapıyı çalınca adeta yabancı gezegenden gelenler gibi maskelerimizi, eldivenlerimizi takarak dışarı çıkıp, çığlıklar arasında geçen bir öğleden sonrasını geride bıraktık.
Eve döndüğümde de minik bir araştırma ile yayınlandığını keşfettiğim ve yıllardır “acaba böyle bir albüm yapılsa ne kadar da güzel olur!” şeklinde hayaller kurduğum bir albüm ile birlikte, bütün gün geçirdiğimiz “sıkıcı” dakikaları birazcık da olsa manalı kılabilmenin iki, üç güzel yolunu sizlerle paylaşmak isterim.
Jazz Sabbath – Jazz Sabbath
(2020 – Blacklake – BL411348)
Jazz Sabbath’ın geçtiğimiz haftalarda piyasaya sürülen ve grubun aynı ismi taşıyan albümlerinin sağlam bir evveliyatı, 50 yılı aşan da hikayesi var aslında! Jazz Sabbath grubu, 1968 yılında “yeni İngiliz jazz akımı”nın öncülerinden biri olarak ilk stüdyo albümlerini kaydederler ve grup üyeleri hazır kıta 13 Şubat 1970 tarihinde albümün piyasaya sürülmesini, tüm heyecanlı dinleyicilerle de buluşmasını beklemektedir. Ancak grubun kurucu üyesi piyanist Milton Keanes’in kalp krizi geçirmesi, albümün çıkışını engeller. Milton’un aynı yılın Eylül ayında hastaneden taburcu olduktan sonra Birmingham’da bir “rock grubunun” Jazz Sabbath parçalarını “kendileri yarattıklarını iddia ettikleri ve isimlerini ‘heavy rock’ olarak adlandırdıkları tarzında” yorumlayarak 2 stüdyo albüm çıkardıklarını öğrenmesi ile albümün çıkışı rafa kaldırılır… Ta ki bu seneye kadar! 13 Şubat 1970’de Black Sabbath’ın aynı isimli ilk albümlerini, aynı yılın Eylül ayında da “Paranoid” albümünü çıkardığını ve, böylece müzik tarihine geçtiklerini düşünürsek, Milton Keanes’in yıllar sonra bu albümü dinleyici ile buluşturma isteği çok korkusuz ve yürekli birisi olduğunu da gösteriyor!
Elbette ki yukarıdaki hikaye bir fantezi. Hatta “Milton Keanes” ismi de bir fantazi (“Milton Keynes”, Londra’nın kuzeybatısındaki Buckinghamshire’da bir semt). Black Sabbath konserlerinde yıllardır keyboard koltuğunda gruba eşlik eden ve ünlü progressive rock piyanisti Rick Wakeman’ın oğlu Adam Wakeman, yıllarca Sabbath’la birlikte çalıştıktan sonra belki grupla biraz dalga geçmek, belki de gerçekten Sabbath müziğine yeni bir bakış açısı getirmek adına 7 parçalık bu kısa ama özgün albümü kayıt etmiş. Özellikle Ozzy Osbourne zamanı Black Sabbath müziğini dinleyen müzikseverlerin kalplerine kazıyacaklarını, grup hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmayanların da gayet başarılı bir kayıt kalitesi ile ele alınan iyi bir albüm ile karşı karşıya olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Zevkli, çabucak hazmedilen, çıtır-çerez tadında bir ‘rock soslu jazz albümü’ bizlerle.
Kadro: Milton Keanes (p), Juan Take (d), Jacque T’Frono (b), Chester Drawes + Steven Stringer + Wes Tostrayer (g), Leighton B’Zard (organ), Fenton Breezley (sax).
Parçalar: Fairies Wear Boots / Evil Woman / Rat Salad / Iron Man / Hand of Doom / Changes / Children of the Grave)
John Abercrombie Quartet
Up and Coming
(2017 – ECM 2528)
Hayatta böyle bazı anlar vardır: “Ben bunu nasıl yapmadım?” diye kafanızı vurursunuz duvarlara. Sevdiğinize sevdiğinizi söyleyeceksinizdir, söyleyemezsiniz. Uzun süredir almak istediğiniz bir şey vardır, almamışsınızdır. Uzun süredir dinlediğiniz grubun konseri kapınızı çalmıştır, gitmek istemişsinizdir, ya bir işiniz çıkmıştır ya da vazgeçmişsinizdir. Sonuçta yapmak istediğiniz bir şey vardır ama aksi için de fazla alternatifiniz yoktur: yapmamışsınızdır, üşenmişsizdir, ertelemişsinizdir ya da korkmuşsunuzdur. John Abercrombie ismi jazz müziği ile haşır neşir olduğum ilk zamanlardan beri hayatımın bir yerinde havada adeta asılı duruyor ama Newton’un elması misali hiçbir zaman önüme düşmüyordu. Kapalı kapılarımı ona açmak için neden bu kadar vakit kaybettim, açıkçası hiç bilmiyorum. Kesinlikle bir korku yoktu ama sanırım “Bir ara dinleyeceğim” ile “daha başka bir sürü alternatif var iken neden Abercrombie?” arasında belirsiz bir noktada idim. Bahçeşehir Üniversitesi Jazz Okulu’nda ders aldığım Şevket Akıncı ile ilk kez detaylı olarak tanımıştım onu. Ancak quartet’i ile birlikte 2017 tarihinde çıkardığı “Up and Coming” i dinledikten sonra John Abercrombie’yi hayatıma katmamayı, hayatım boyunca yaptığım hatalar içerisinde ilk 10’a yüksek bir dereceden sokabilirim.
2013 tarihli ECM kaydı “39 Steps”in devamı niteliğindeki albümde grubun elemanlar arasındaki etkileşim dolu performansı bir kere daha gözler önüne seriliyor. “Flipside”da atılan neşe ve swing dolu adımlar, “Sunday School”daki tatlı vals ile birlikte “Tears”da Marc Copland’ın Abercrombie ile olan “koyu” ilişkisi ilgi çekiyor. Gitar ve piyanonun bir duo birliktelik olarak jazz sahnesindeki yerini öyle kolay kolay alamayacağını düşünen müzikseverler için adeta ders niteliğindeki “Up and Coming”, kendisini dinlendikçe sevdiren, 4 kişinin kaliteli bir müziği her parçada nasıl daha üst seviyeye çıkarabileceklerini gösteren bir albüm. “Sunday School” ve albüme ismini veren “Up and Coming”i kaçırmayın derim.
Kadro: John Abercrombie (g), Marc Copland (p), Drew Gress (b), Joey Baron (d) ) (Parçalar: Joy / Flipside / Sunday School / Up and Coming / Tears / Silver Circle / Nardis / Jumbles)
Wolfgang Muthspiel
Angular Blues
(2020 – ECM 2655)
Corona’nın avantajlarından yararlanarak uzun süre sonra “babaları” dinlemeyi bırakıp, kendimi yeni neslin ya da “genç kanın” en önemli müzisyenlerine bırakmayı karar verdim ve hastalığın ülkemizi vurduğu ilk haftalarda piyasaya sürülen Wolfgang Muthspiel’in ECM kaydı “Angular Blues” albümünü dinledikten sonra “İyi ki de böyle bir karar almışım!” diyorum.
Muthspiel, Tokyo-Cotton Club’da her gecesi 2 set süren 3 gecenin kayıtlarından hazırlanan Angular Blues’da ECM imzalı 2 tane başarılı quintet albümünden (“Rising Grace” ve “Where the River Goes”) sonra benim de uzun süredir “keşke o bakış açısına geri dönebilse” dediğim trio formatına geri dönüyor. 2014 tarihli “Driftwood”dan sonraki ilk trio albümü olan Angular Blues’da davuldaki tahtına gururla kurulmuş olan Brian Blade ve 2015 tarihli ECM toplama albümü “Hommage À Eberhard Weber”den hatırladığım Scott Colley ile interplay’lerle dolu ve birçok kritiğin de kabul ettiği gibi “hassas ama samimi” bir albüm ortaya çıkaran Muthspiel, albümde sanırım bir ilk gerçekleştirerek 2 tane de jazz standardına (Cole Porter bestesi “Everything I Love” ve Gene de Paul bestesi “I’ll Remember April”) yer vermiş. Ha bu arada, yukarda size “interplay” dedim de, birkaç haftadır interplay’lerle dolu albümler dinlediğimi fark ediyorum! Evde kalsanız da yoğun ve stresli bir gün geçirdiğinizi düşündüğünüz an bu albümü dinlemeye başlayabilir ve Muthspiel’in melankolik yaratıcılığını dinleyiciye gösterme çabasını elleriniz ağrıyınca kadar alkışlayabilirsiniz. “Everything I Love”daki Scott Colley solosuna ve özellikle “Camino” parçasına dikkat etmenizi tavsiye ederim.
Kadro: Wolfgang Muthspiel (g), Scott Colley (b), Brian Blade (d)) (parçalar: Wondering / Angular Blues / Hüttengriffe / Camino / Ride / Everything I Love / Kanon in 6/8 / Solo Kanon in 5/4 / I’ll Remember April)