“2020” çoktan bitti…Farklı farklı aşılar, kendisini yenileyen/ değiştiren/ mutasyona uğrayan virüs, sadece yakınlardaki marketlere gitme olanağımızın olduğu sokağa çıkma yasakları, un ve bazı başka şeyler dışında aldığımız her şeyi deliler gibi yıkamak vs. derken bence tek iyi haberin oğlumun doğumu olduğu, gene de birkaç saniye gibi geçen bu lanet olasıca 2020’nin sonuna şükürler olsun ki sağ salim varabildik.
Rick Simpson “Everything All of the Time: Kid A Revisited”
(2020 – Whirlwind: WR4765)
Radiohead’i çok severim, hele ki Radiohead gibi köklü grupların müziklerini jazz potasında eritmeye çalışan müzisyenlerin örneklerini yakından takip etmeye çalışırım, zira zihinlerindeki patika yollarda nasıl yürüdüklerini her zaman merak etmişimdir. Radiohead müziklerinin jazz temalı örneğine ilk kez Brad Mehldau’nun kontrbasta Larry Grenadier ve davulda Jorge Rossy ile kaydettği “Songs: The Art of the Trio Volume Three”deki “Exit Music (For a Film) icrasında karşılaşmıştım. Sonraki minik bir araştırma, Mehldau’nun ne kadar koyu bir Radiohead fan’ı olduğunu göstermişti. “Largo” albümündeki ‘Paranoid Android’ ve triosu ile kaydettiği “Anything Goes” albümündeki “Everything in Its Right Place” de zaten bu sevgiyi perçinliyordu. Bunun dışında, yaptığı müzikten hiç haz etmediğim (bu konuda Branford Marsalis’in evvelki senelerde yaptığı yorumlarının tamamına katılır, altına da imzam gerekiyorsa seve seve atarım!) ve sadece trio’su ile yarattığı jazz formatına “tahammül edebildiğim” Robert Glasper’ın 2007’de Blue Note’dan çıkardığı “In My Element”te Maiden Voyage’la iyi bir karışım yaptığı “Everything in Its Right Place” benim açımdan Radiohead’i jazz sevdalılarına sevdirebilecek başka bir örnekti, ta ki Rick Simpson ile tanışana dek…
Rick Simpson, “OK Computer” ile birlikte Radiohead’i bence üst segmente taşıyan albümü “Kid A” için yaptıkları ile kesinlikle “pencerenin farklı bir köşesinden bakıyor” ve dinleyicilere hem Radiohead’i hem de jazz müziğini bu özel köşeden takip edebilme fırsatı veriyor. “How to Disappear Completely”, kan kaynatan “Idioteque”, güzel Dave Whitford introsu ile bezelı dolgun “In Limbo” özellikle kaçırmamanız gereken, albümün ışıldayan parçalarından…Her parçada bir yandan Radiohead dinlerken bir yandan da Rick Simpson’un ruhundan ustaca gelen notaların nasıl usulca dinleyiciye kadar ulaştığını hissedebiliyor, bunun bir getirisi olarak albümü loop’a alıp sayısız kez dinleyebiliyor, “İşte ‘cover’ denilen şey tam olarak bu olmalı!” diyebiliyorsunuz. Bir müzisyenin sadece tek bir parçasını beğendikten sonra hemen tüm albümünü dinleyip sonrasında hemen başka işlerini de yakın takibe almak istersiniz ya, Rick Simpson “Everything All of the Time: Kid A Revisited” ile bunu yapabilmenizi sağlıyor ve hemen ardından Two Rivers’dan çıkan 2006 tarihli “Klammer” albümünde kendinizi buluveriyorsunuz. Rick Simpson, keşfedecekler için başarılı bir müzisyen, Everything All of the Time: Kid A Revisited” de keşfedecekler için çok başarılı, “yağ gibi akan” bir albüm.
Kadro: Rick Simpson (p), Tori Freestone (tenor sax + violin); James Allsopp (baritone sax): Dave Whitford (b), Will Glaser (d).
Parçalar: Everything in Its Right Place / Kid A / The National Anthem / How to Disappear Completely / Treefingers / Optimistic / In Limbo / Idioteque / Morning Bell / Motion Picture Soundtrack)
Keith Jarrett – “Budapest Concert“
(2020 – ECM-2700)
2020 yılının Gerald Clayton’un Village Vanguard canlı performans albümü ile birlikte beni en çok heyecanlandıran albümü aynı zamanda “bir dâhi’nin acı-tatlı vedası” niteliğini taşıyor. Keith Jarrett, 2016 yılında gerçekleştirdiği Avrupa turnesinin son konserini Münih’teki Philharmonic Hall’da 16 Temmuz 2016 tarihinde kaydetmiş, konserin kayıtları da “Munich 2016” adı altında ECM’den geçtiğimiz sene yayınlanmıştı. Aynı turneden başka bir kayıt, “Budapest Concert” Keith Jarrett’ın aile köklerinin ulaştığı Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de “Béla Bartók National Concert Hall”daki performansından oluşuyor. “Paris Concert”, “Vienna Concert” ve “La Scala” gibi albümlerinde blok halindeki takribi 40-45’er dakikalık 2 parçayı bir çırpıda dinlediğimiz piyanistin bu albümünde, aynı Munich 2016’da olduğu gibi “movement”lar halinde ve her birinin farklı bir hikayesinin olduğu parçaları dinleme şansına erişiyoruz. Her parçada adeta üstüne koyarak büyüttüğü ve geliştirdiği enerji, konser sonundaki bis parçalarıyla birlikte dinleyiciyle iyiden iyiye bütünleşiyor.
Keith Jarrett, “Chronic-Fatigue Sendromu”ndan sonra hayatından yaşadığı belki de en zor dönemin içerisinde. Haftalar önceki yorumları ile dinleyicileri şaşkınlığa uğratan Jarrett, 2018 Şubat ayı sonunda felç geçirdiğini, 2019 yılı Mayıs ayında tedavisi sürerken bir kere daha felç geçirdikten sonra bastonla yürümenin ne kadar zor olduğunu anlatırken tedavisinin olumlu şekilde sürdüğünü, ancak bir daha konser verebilmesinin mümkün olmadığını New York Times’taki röportajı ile müzikseverlerle paylaşmıştı. Sadece bu detay bile albümü daha farklı bir bakış açısı ile dinleyerek albümün ne kadar özel bir albüm olduğunu gözler önüne seriyor.
Umarım Keith Jarrett’ı tekrar üretirken görebiliriz. Ama eğer ECM piyanistin önceki solo, trio konserlerini bu aralar yayınlamaz ise, piyanistin bu zor anında yetinmemiz gereken “en ve tek taze” işi, son konser albümü “Budapest Concert” gibi duruyor.
Kadro: Keith Jarrett (p).
Parçalar: Part I / Part II / Part III / Part IV / Part V / Part VI / Part VII / Part VIII / Part XI / Part X / Part XI / Part XI-Blues / It’s A Lonesome Old Town / Answer Me)
Dave Brubeck – “Lullabies”
(2020 – Verve – 00602435139807)
50’li yılların sonundaki dünya turnesinde Istanbul’a da uğrayıp sokak ritmini, sokak ruhunu hissettikten sonra jazz’ın mantık çerçevesindeki 3-4 albümünden birini (Time Out) kaydederek ezber bozan ve halihazırdaki zaman ölçülerini yerle bir edebilecek dokunuşlara imza atan Dave Brubeck, 6 Aralık 2020 tarihinde 100. doğum yılını kutladı ve bu çerçevede müzikseverlerle buluşacak 2 Brubeck albümden biri de “Lullabies” (diğeri ‘Time Out’un kayıt sürecinden duyulmamış parçaların, kayıtların olduğu“Take OutTakes”) oldu. Albüm, piyanistin ölmeden önceki son stüdyo albümü ve son solo piyano albümü olma özelliğini taşıyor. Albümle ilgili bazı farklı kaynaklı açıklamalarda Dave Brubeck’in albümü kendi torunları için derlediği belirtilirken, Brubeck, albümü “En baştan beri anneler bebeklerini hep ninnilerle ve sakin melodilerle uyutmuştur, bu albümdeki çoğu melodi de aynı düşünce ile ortaya çıkmış melodiler… Bazı parçalar hem bebeklere hem de ebeveynlere uygun orjinal parçalar. Umuyorum ki küçük dostlarımız bu müziğe kulak verir ve ebeveynler, büyük anneler, babalar da beğenir” şeklinde yorumluyor.
Dave Brubeck’in 2012 yılındaki ölümü öncesinde 2010 yılında kaydedilen albümün bence en önemli tarafı, yukarıda da belirttiğim gibi piyanistin son stüdyo albümü olması ve 100. doğum gününe uygun şekilde piyasaya sürülmesi. Solo piyano nezdinde özellikle “Great American Songbook” bazlı parçaları internette, digital müzik platformlarında sayısız şarkı listeleri içerisinde bulmak ve “ninni misali” minik jazz dinleyicilerine sevdirebilmek mümkün, dolayısı ile “Lullabies”’ın bu yönden çok farklı ya da çok özel bir albüm olduğunu söylemek güç. Fakat albüm, Dave Brubeck müziğini sevenler ve koleksiyonlarına katmak isteyen müzikseverler için iyi bir seçim olabilir. “There’s No Place Like Home” ve “Summertime” albümde ilgimi çeken parçalardan…
Kadro: Dave Brubeck, (p)
Parçalar: Brahms Lullaby / When It’s Sleepy Time Down South / Over The Rainbow / Danny Boy / Going To Sleep / There’s No Place Like Home / Lullaby For Iola / Koto Song / All Through The Night / Softly, William, Softly / A Dream Is A Wish Your Heart Makes / Briar Bush / Sleep / Summertime / Brahms Lullaby (Reprise)