Bir enstrümantalist değilim ama ömrüm enstrümantalistlerin arasında geçtiğinden kulaklar da artık kalibre oldu sanırım. Hele ki acayip güzel bir çalış duymayagöreyim, kulaklarım hemen tavşan kulağı gibi dikiliveriyor. Julian Lage da işte benim kulakları tavşan gibi havaya diken o adamlardan biri.
Lage’ın adını ilk kez Jazz Times’ın bir haber iletisinde görmüştüm. “Her hafta yeni müzik arayan radyo programcısı” dürtüsüyle hemen araştırdım bu adamı ve daha ilk performans kaydını dinler dinlemez çarpıldım. Hiç unutmuyorum. 2016 çıkışlı Arclight albümünden “Nocturne”dü benim kulakları havaya diken. Yani aslında pek de yakınlık hissetmediğim country tarzı bir müzikti, ama nedense çok özgün, koyu, yumuşak ve sohbet eden bir tınısı vardı gitarının. Samimiydi. Eski bir yazar dostumun dediği gibi, kendi kuyruğunu seven kedilerden değildi.
Sonradan öğrendim ki o albümde 1954 yapımı masif gövdeli kesik kasa bir Blackguard Fender Telecaster kullanmış Lage. Hattâ bu Telecaster’ı da Kaliforniya Berkeley’de yaşayan Paul McKenzie adlı bir lütiyeden hesaplıya satın almış. Sebebi ise ilkin 1957’de kendi fabrikasında, sonra da Berkeley’deki bu lütiye tarafından gitarın üzerinde oynamalar yapılmış olmasıymış.

Julian Lage (Photo: Sedat Antay)
Hattâ size birazdan anlatacağım İstanbul Jazz Festivali konserinde de dikkatimi çeken o masif gövdeli gitar yine bu Telecaster imiş. Ara bilgi olarak, Telecaster Fender’in 1950’lerde ürettiği özel manyetik ve köprü tasarımı olan masif gövdeli (solid body) bir gitar modeli. Kendine özgün klasikleşmiş bir ses tonu var. Zamanında Bora Çeliker ile Eylül Biçer’i bu Telecaster’lar hakkında uzun uzadıya konuşurken dinlemişliğim vardı. O yüzden yazıyı yazmadan önce, Lage’ın 2016’da Fretboard Journal’a verdiği bir röportaja ve Telecaster ile ilgili diğer yazılıp çizilenlere bir göz attım.
Lage röportajında bu gitarın tınısının diğerlerine göre daha koyu olduğundan ama ses seviyesini çok açmadıkça çamurlaşmadığından bahsetmiş. Ayrıca sahibine çok dürüst davranan bir çalgı olduğunu, o yüzden de onunla her tür müziği çalmanın caiz olduğunu eklemiş. Keza Julian Lage bluegrass’ten modern jazz’a birçok türde aktif bir genç usta. Aynı röportajda 1960 yapımı Fender Champ amfisinden ve bu amfinin çalgıyla olan koyu uyumundan da bahsetmiş. Lakin Zorlu Drama sahnesinde daha büyük ve yeni bir amfi gördüğümü hatırlıyorum. Herhalde o da Fender’dir.
Julian Lage, Scott Colley ve Kenny Wollesen “Nocturne”ü seslendiriyor.
Başka bir röportajda okuduğuma göre ise Lage, Blackguard’dan önce 1939 yapımı akustik bir Martin 000-18 kullanıyormuş. O da ayrı bir gözdesiymiş. Sesini duymak isterseniz Lage’ın 2015 çıkışlı World’s Fair adlı albümüne tavşan kulaklarınızı dikin derim. Hattâ bu gitarda yakaladığı ses öyle yankı uyandırmış ki, Collings markası Julian’ın çalgısını temel alarak “Julian Lage Signature OM1” adlı modeli üretmiş. Lage’ın çocukluk koleksiyonunda ayrıca bir adet Linda Manzer jazz box bir de Gibson L-5 bulunuyormuş.
Meraklılarına bu kadar bilgi yeterdir sanırım. Şimdi izninizle dersin esas çalıştığım bölümüne, yani konser akşamına geri dönüyorum.
11 Temmuz akşamı saat 7’de Julian Lage, Perulu basçısı Jorge Roeder ve davulcuları Eric Doob Zorlu PSM Drama Sahnesi’ne çıktığında, yeni kaydettikleri Modern Lore albümünün tüm müzikleri kafalarında ezbere duruyordu. Ne bir nota sehpası ne de bir nota kâğıdı… O la la! Hattâ Julian’ın ayağının dibinde tek bir pedal yoktu. İhtiyacı da yoktu. Zaten kendisi başlı başına bir efekt jenaratörü gibi. Ama ona sorarsanız, konu açılınca fazlasıyla mütevazı konuşmuş:
“Bu şeylerle komik bir ilişkimiz var. Onları seviyorum ve gerçekten iham verici buluyorum, ama bu pedallar her zaman biraz tuhaf geliyor bana ve hep Bill [Friseel] ve Nels [Cline] gibi ustaların bu pedalları nasıl kullandığına şahit oluyorum. Bu da beni neredeyse ters köşeye itiyor. O köşede duruyor ve sadece şöyle diyorum: ‘Tanrım bu adamlar pedalları kullanmada öyle usta ki, adeta büyücü gibiler. Ben en iyisi mi elimdeki şu penayla tek bir gitardan çıkacak en iyi sesi çıkarmaya devam edeyim’. (Fretboard Journal: 2016)

Julian Lage & Jorge Roeder & Eric Doob (Photo: Sedat Antay)
11 Temmuz akşamının iz bırakan performanslarına bakacak olursak, aklıma ilk gelen Modern Lore’dan “Ramble”. Albümdeki kaydında Kenny Wollesen davulu çok daha steril ve espaslı bir Latin feel’de çalmıştı. Konserde ise daha ateşleyici bir sürüş vardı Eric Doob’un pervane kanadı gibi çarpan bagetlerinde.
Gecenin 3. parçası olarak Arclight’tan “Fortune Teller”i dinledik bluesy lick’leriyle. “Nocturne” de çalsınlar diye bekledik, hattâ Lage’a seslendik, ama nafile. Sahneye peçete yollanamıyor tabii jazz konserinde. Ne yaparsınız.
Bluesy bir vals olan “Roger the Dodger” ile Julian’ın her melodik motif dönüşünde, davulcu Doob’a doğru, adeta Tele’sinin sapıyla ateş eder gibi atakta bulunduğu, dezonant armonili “Earth Science” yine gecenin çarpıcı anlarını oluşturdu.
Konserin yavaş parçaları ise Jimmy Van Heusen bestesi olan “Darn That Dream” ile Sammy Fain bestesi olan “I’ll Be Seeing You” idi.
Her konserde âdetimdir, kendim için bir parça avlar cebime atarım. Ya söylemek ya üzerine söz yazmak ya da evde farklı yorumlarını dinleyip keyif almak için… Eğlenceli oluyor bu avlanma işi Bu sefer avladığım parça ise Lage’ın müzik yol arkadaşı, şarkıcı ve gitarist Chris Eldridge, nam-ı diğer Clitter, için yazdığı bir besteydi. Parçayı “For Clitter” diye anons etti. Ama karışıklık olmasın, bu yine Clitter için yazdığı “Butter and Eggs” değildi. Tam başlığını henüz öğrenenmiş olsam da, sizin için internette şu kaydını buldum. Paylaşıyorum. Buyurun tadını çıkarın.
Ana temadaki tekrar motifi bana efsane Johnny Mandel bestesi “Emily”yi çağrıştırdı. Hattâ zihnim daha da öteye gitti. Kendimi bir country müzikalinin ortasında hayal ettim. Sanki başroldeki erkek karakter âşık olduğu kadına tekrar ve tekrar sesleniyordu.
Julian Lage Trio hakkında da bir iki kelam etmeden olmaz elbette. Eric Doob daha rock damarında bir davulcuydu. Esnek dinamikleri ve soloları gerçekten çarpıcıydı ama yer yer o müzik için tuşesi biraz sert kaçtı diyebiliriz. Özellikle de konserin girişindeki atmosferik performansta.
Perulu basçı Jorge Roeder ise o akşam tanımaktan ve canlı dinlemekten çok heyecan duyduğum biriydi. Kendisi Lage’ın Gary Burton’ın yeni Quartet’inde iş birliği yaptığı bir isim. 16 yaşındayken, daha iki yıldır çaldığı viyolonseliyle St. Petersburg’daki Rimski Korsakov Konservatuvarı’na davet edilmiş. Lima Filarmoni ve Opera Orkestrası’nda birinci kontrbası çalmış. Bir yandan jazz’a el atmış; 2002’de New England Konservatuvarı’nda Danilo Perez ile jazz çalışmış. 2007’de Thelonious Monk Enstitüsü’nün düzenlediği yarışmada yarı finale kalmış.
Jorge Roeder’in o akşam kemik gibi bir tuşesi ve sağlam bir entonasyonu vardı. Basının gövdesinde adeta arı gibi çalışıp enerjiyi hep yükseklerde tuttu ve Julian’ın kadife gitarıyla Doob’un demir pervane bageti arasında denge oluşturdu. Özellikle Julian ile olan diyalogları filme çekilse, müzik okullarının ensemble dersleri için örnek video olurdu.
Jorge Roeder’in Sofia Rei ile duosu. Ayrıca piyanist Shai Maestro ile kayıtlarına bakın derim.
Son olarak, minik bir tartışma konusunda kendi görüşümü belirtmek isterim. Julian Lage’i kimileri bir gösteri adamı gibi görüyor. Acaba çalarken sağ elini sanki kramp girmiş gibi aniden geri çekip sonra yaylanarak tellere geri vurduğu için mi? Bilemiyorum. Bana bu sık sık tekrar ettiği hareketi bir çalış tekniği gibi geldi. Tıpkı değişik bir vibrato hissi yaratmak için gitarını sallayışı gibi, ki bir video röportajında sırf bu yüzden daha hafif çeken gitarları tercih ettiğini bizzat belirtmiş.
Şahsi görüşüm şu: Julian Lage’in çok özel bir tuşesi var. Daha 8 yaşındayken Santana’nın sahnesinde parlayan, 13 yaşında Grammy ödül töreninde çalan ve 17 yaşında Gary Burton’la çalmaya başlamış, gitarda teknik namına ne var ne yoksa yalayıp yutmuş 30 yaşında genç bir adamın özel tuşesi bu. Parmağı ile pena arasındaki o çok hassas ayarda inanılmaz zengin bir dinamik yelpazesi saklı. Ama bu aşırı kontrastları yan yana dizip dinleyenin asabını bozan cinsten, histerik bir dinamizm değil bahsettiğim. Tıpkı usta bir öykü anlatıcısınınki gibi yumuşak bir şekilde alçalıp yükselen ses tonu gibi. Anlattığı hikâyedeki tüm montaj noktalarını ustaca kamufle eden ve sizi gerçekleri dinlediğinize inandıran bir üslup…
Evet hikâye anlatıcıları da bir gösteri sunarlar, doğru. Ve belki onlardan grup lideri de olmaz. Zaten öyle bir dertleri de yoktur. Ama sabun köpüğü dünyasından fırlamış showman’lerin aksine, onların anlattıkları kafanızı boşaltmaz, bilakis doldurur. O yüzden, Julian Lage bir gösteri yapıyorsa bu ancak usta bir öykü anlatıcısının gösterisi olabilir diye düşünüyorum.