Yalçın Hasançebi ilk albümü “For A New Life”ı 2018 yılında Garaj Müzik etiketiyle jazz severlerin beğenisine sunmuştu. Albümde Yalçın Hasançebi’ye piyanoda Halil İbrahim Işık, basta Cemal Sönmezkale, davulda Burak Cihangirli, elektrik gitarda Şevket Akıncı, tenor saksofonda Siney Yılmaz ve vokalde Gülce Duru eşlik etmişti. Kısa süre sonra Cenevre’ye taşınan gitarist bugün hiç ara vermeden müzisyen ve eğitmen olarak çalışmalarına devam etmekte. Biz de, hazır hepimiz evlerdeyken, geç olsun güç olmasın dedik ve Hasançebi ile hem albümü hem de jazz müziğine yaklaşımı üzerine güzel bir sohbet gerçekleştirdik.
Gitara nasıl başladınız? Sizi etkileyen müzisyenler kimlerdi?
Almanya’da yaşarken, 7-8 yaşlarında piyano öğrenmeye başlamıştım, fakat 10 yaşındayken fikrimi birden değiştirdim. Annemin çok yakın arkadaşı, benim de teyze yarım Elif (Teyze) ile birlikte Balıkesir Ören’e tatile gelmiştik. Kendisi çok çılgın bir kadındı ve beni gecenin saat birinde canlı müzik olan bir bara götürdü. Orada kızıl saçlı, top sakallı bir müzisyen akustik gitar çalıp yabancı şarkılar söylüyordu. Gitarın tınısına adeta âşık olmuştum ve ertesi gün anneme bana gitar alması için yalvardım. Çok şanslıydım, çünkü annem bana o hafta, neredeyse maaşının yarısıyla bir Fender akustik gitar aldı. Sonra Amerika’da gitar eğitimi almış, müthiş tekniği olan bir gitaristle, Çetin Bülbülkaya ile uzun süre aynı grupta çaldık. Ondan da çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim (maalesef daha sonra kendisini kaybettik). Akabinde tabi ki önemli isimlerle çalışma fırsatı buldum. Halen de kendimi geliştirmek için yeni yollar arıyorum.
Etkilendiğim müzisyenler Eric Clapton, Kirk Hammett, Marty Friedman, Paul Masvidal, Andy LaRoque, George Benson, John McLaughlin, Phil Collins, Miles Davis, Tony Williams gibi isimler oldu. Bir başka avantajım da öğrencilerim olması. Onlarla her tür müziği çalıştığımız için benim de eski tarzları tazeleme, hattâ bazen yeni şeyler öğrenme fırsatım oluyor. Ayrıca çocukluğumdan beri, nedendir bilinmez, müzik yelpazemi hep geniş tutmaya özen gösterdim ve belirli müzik türlerine körü körüne bağlanmamaya özen gösterdim.
Albümünüze geçmeden önce müzisyen olarak duruşunuzdan biraz daha bahsedelim mi? Misal yüksek lisans tezinizi Miles Davis’in elektrik dönemi üzerine hazırlamışsınız…
Jazz dünyasında ciddi bir “elektrik” karşıtlığı, kaygısı olduğunu gördüm. Bu bizim ülkemizdeki bazı jazz’cılarda da görülebiliyor. Misal, önemli jazz yazarlarımızdan biri Wayne Shorter’ın Weather Reports yılları için “Bir süre saçmaladı ama sonunda köklerine geri döndü” tarzında bir açıklama yapmıştı. Hattâ yine çok sayılan bir piyanistimiz bir röportajında “Onların fişini çekersek çalamazlar, ama biz çalarız” gibi bir ifade kullanmıştı. Jazz’ın kucaklayıcı, sürekli kabuk değiştirmesi gereken bir tür olduğunu düşünüyorum. Gelenekçilik jazz’ın doğasına yakışmıyor. Fakat sanırım her müzik türünde bu tarz görüşlere sahip insanlar görülebiliyor. Benzeri bir örnek daha vereyim. Misal rock yaptığım dönemde, klavye kullanan rock gruplarına küçümseyici yakıştırmalarda bulunuyorlardı. Bu yüzden Türkiye’de Aydın Esen, Sarp Maden, Alper Maral ve Timuçin Şahin gibi çağdaş müzik kafasındaki müzisyenleri çok takdir ediyorum. Yüksek lisans tezimin konusunu belirlerken de bu bakış açım etkili oldu diyebilirim.
Müzisyenlerin tutucu davranabildiğinden bahsettiniz. Peki sizce Türkiye’deki dinleycilerin jazz müziğine yaklaşımı nasıl?
Enstrümantalist olmak bütün dünyada zor ama Türkiye’de bir tık daha zor. Parçalarda ezgi dışındaki hatlara kulağımız genelde kapalı. Bu da eğitimle giderilecek bir şey tabii, ama 90’larda bile ilkokulda dahi sürekli tek ses koro şarkıları söyletiliyordu. Bu altyapısızlık insanımızı klasik müzik, jazz veya deneysel müziklerden gittikçe daha da uzaklaştırıyor. Bu yüzden her müzik dalına aynı ilgi gösterilmiyor maalesef. Yeniyi keşfetme, farklı tınılarla tanışma fikri maalesef bizim “sanatsever” dinleyiciye uzak şeyler. Son zamanlarda çevremdeki birçok müzisyenin manouche müziğine yöneldiğini fark ettim. Sanırım ülkemizin manouche’a olan ilgisi de Zaz ile başladı. Türk müziği ile dokusu en çok uyuşan jazz dalı olduğu için tercih ediliği kesin. Bir yandan insan mutlu oluyor tabi ki: jazz’ı ucundan da olsa birilerine sevdirme çabası olan müzisyenlerin olması. Ama jazz’ın diğer dalları yine yalnızlığa terk ediliyor tabi.
Gelelim “For a New Life”a… Albümün adına ilham veren fikir neydi?
Alper Maral hocam bu konuda bana fikir verdi. Eşimin ismi “yeniden doğma” anlamına geliyor, ona bir jest, gönderme olsun diye öyle koydum, çünkü albüm sürecinde bana gerçekten çok destek oldu.
Albümün giriş parçası “Time Water” diğer eserlerden farklı bir sound’a sahip. Bu farkılılığın sebebi nedir?
Aslında bu albüm rock geçmişimden kaynaklanan bazı “sert” bölümler içeriyor, fakat yine de genel olarak jazz, bossa tınlıyor. Albümde yer almayan ve kaydettiğimiz iki parça daha vardı, onları da son anda çıkardım. “Time Water”da ise Şevket Akıncı’nın çaldığı elektronikler parçaya öyle bir yön verdi. Artı ileride yapmak istediğim müzikle ilgili küçük bir mesaj da vermek istedim.
O konuya ayrıca geleceğiz. Ama önce albümde birlikte çalıştığınız müzisyenlerden bahsedelim. Yollarınız nasıl kesişti?
Çoğu Bahçeşehir Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptığım ilk yıl tanıştığım müzisyenler. Hepsi gönülden çaldılar ve albüme katkıları çok büyük. Çok uzun süre birlikte çalmamış olsak da dokular güzel oturdu. Maalesef albüm çıktıktan sonra kendileriyle bir araya gelemedim. Sadece 3 konser verebildik, sonra Cenevre’ye taşınma arifesiydi malum. Aralarından ileride yeniden birlikte çalışmak istediğim müzisyenler var. Jazz’ın güzel ve birleştirici tarafı bu sanırım; insanlar birbirlerine yardımcı olmak istiyor.
Albüm ile ilgili dışarıdan gelen ilk izlenimler nasıl?
Birçok müzisyen veya müzisyen olmayan arkadaşım albümü çok beğendi. Özellikle herkesin ayrı bir favori parçası olması beni çok mutlu etti. Birkaç kişi gitarın neden ağırlıklı olmadığını sordu. Bunun cevabını da şöyle verebilirim: Besteleri yaptığım sırada jazz üzerine yüksek lisans yapıyordum ve haliyle teoriyle oldukça içli dışlı olmuştum. ‘Samba Kisses’ı Kamil Özler’e dinlettim ve parçayı çok beğendi, kendisi bu parçaya bir düzenleme yazıp tekrar kaydetme fikrine epey sıcak baktı. Ama yine maalesef taşınma işlerinden dolayı o proje de yarım kaldı. İleride bu projenin gerçekleşeceğini umuyorum; bu beni çok mutlu eder.
İleride yapmak istediniz müzikler hakkında biraz fikir edinebilir miydik? Bir sonraki albümde bizi neler bekliyor?
Bu albüm daha çok bir ensemble havasında kaydedildi. Müzisyenlerin önünde notalar vardı. Kayıt sırasında stüdyoda ortaya çıkan doneleri de bunların üzerine ekledik. Çok kısa sürede ve hazırlanmadan, spontane kaydedilmiş bir albüm oldu. Yine de sonuçtan oldukça memnunum. Bir sonraki albüm için acele etmeyeceğim ve daha uzun bir hazırlık süresi olacak. Her enstrüman için ayrı partisyonlar yazmayı düşünüyorum. Daha fazla elektronik eklenecek o kesin. Bu albümü kaydettiğim sırada da sürekli synthesizer’ın eksikliğini hissettim. Albüm hücum kayıt ve metronomsuz kaydedildi, fakat sonradan birkaç bölümüne klavye ve efektler ekledik. Metronomsuz kaydedildiği için de biraz zorlandık başta ama Sarp İnceiş gibi müzik bilen bir tonmaister ile çalışmam şansım oldu.
Albüm çıktıktan kısa süre sonra İsviçre’ye taşındığınızı söylediniz. Bu büyük değişim kararının sebebi neydi?
Çocukluğumun büyük bölümünü Almanya’da geçirdim, o yüzden bana çok uzak bir kültür değil. Albüm piyasaya sürüldükten bir hafta sonra İsviçre’ye taşındım. Bu yüzden albüm lansman konseri, tanıtım, pazarlama gibi mevzularla ilgilenemedim. Biraz talihsiz bir zamanlama oldu albüm açısından. Ama bardağa dolu tarafından bakacak olursa, yaşadığım yer olan Cenevre sanata çok değer verilen, her köşede müzik okulları görebileceğiniz küçük bir kent. Başka bir güzel tarafı ise Avrupa’nın birçok başkentine mesafesi İstanbul-Ankara arası mesafeden daha kısa. Kaotik ve gürültüden uzak (hattâ gürültü yapmak ciddi cezai yaptırımlara neden olabiliyor) bir yer. İnsan daha rahat konsantre olabiliyor. Ayrıca kozmopolit bir kent. Şimdiden birçok farklı müzik kültüründen müzisyen ile tanıştım. Bu müzik kültürlerinden bir şeyler öğrenebilmeyi umuyorum. Biraz zaman geçtikten sonra çok ilginç projeler çıkacağına eminim.
Rock veya metal müziğe dönüş gibi bir fikriniz var mı?
Vallahi grubumla en son 2003’teki Barışarock konserine çıkmıştık. Son rock konserim oydu sanırım. Jazz ile rock, hattâ daha fazla müzik türlerini içeren bir müzik yapma fikri bana çok cazip geliyor. Bizim 1999 yılında kaydettiğimiz ve piyasaya kaset olarak sürdüğümüz albümün Adat’ı elime geçti. Onu re-master yapıp Spotify’a yükleme projem var. Bu konuda hocam Alper Maral’dan destek alacağım. Bir de katıldığım şarkı-yazım sınıfında bestelediğim birkaç şarkı var; onları da yakın zamanda hayata geçirmeyi planlıyorum.
Uzun süredir eğitmenlik de yapıyorsunuz, bunu sürdürmeyi düşünüyor musunuz?
Evet, eğitim benim için çok önemli. Daha geniş kitlelere ulaşabilmeyi istiyorum ve bununla ilgili projelerim var. Bir süre demlendikten sonra doktoraya başlayabilirim (büyük ihtimalle Avrupa’da). Çok uzun süreli öğrencilerim oldu ve aralarında ileride çok ses getirecek olanları var. Akademik hayat artı eğitmenlik ile müzisyenliği paralel yürütmek çok kolay bir iş değil ama ikisinden de vazgeçeceğim gibi görünmüyor.