The Badau’nun hikayesi bundan 4 yıl önce, Kadıköy’ün son zamanlarda sanat mahallesine dönüşen semti Yeldeğirmeni’nde 3 kişilik bir aileyle başladı. Bu aile önce çalışanlar, sonra müzisyenler, ardından da müdavimleriyle her geçen gün büyüdü. Bugün Acıbadem’deki Akasya AVM’nin içinde kendine ait bir alanı olan, kapasitesi çok daha geniş ama yola çıktıkları jazz lokali hissiyatını koruyan yeni yerlerindeler. İsimlerini; Fransızcada sokakta durup bir gösteri, olayı izleyen kişi anlamına gelen ‘badaud’ kelimesinden almışlar, kelimenin anlamını hem misafirlerine hem de kendilerine yakıştırmışlar. İlk Badau’da sadece bir akşam bulundum ama konukseverlikleriyle özenlerini hala hatırlıyorum ve işte şimdi bu aileyi tanımak için buradayım. Merak ediyorum hikayelerini, heyecanlarını, yaşadıkları zorlukları, neler hayal ettiklerini.
Mekanın sahibi Eren Noyan’la başlıyoruz konuşmaya. Bilmeyenler için kendisi aynı zamanda bir jazz şarkıcısı. Fikrin ilk doğduğu akşama gidiyoruz.
Bir gece Kadıköy’de jazz çalınan bir yerde 7 kişilik bir ekiple sahneye çıktık. Gecenin sonunda bize adam başı 5 TL ödeme yaptılar. Ben de mekanın sahibine dedim ki, “Yahu arkadaş, sen bana ‘param yok, bana bedava çalar mısınız?’ deseydin, koşa koşa gelir çalardım ama 5 lira ne ya? Hiç verme daha iyi”. Onun üzerine dedim ki, “Bir yer yapacağım, çok küçük bir yer olacak muhtemelen ama müzisyenlere kaşe verecek. Hatta içerde kimse olmasa bile ve müzisyenler bu sebepten müzik yapmak istemiyorlarsa bile, onlara o akşam anlaştığımız kaşeyi verecek”.
Bunu yaptıklarını kendi gözlerimle gördüm. Müzisyenleri yedirdiler, içirdiler, mekanının boşluğuyla ilgili en ufak bir yük yüklemeden onları özenle ağırladılar.
Badau’nun en önemli parçalarından biri, bir sofranın başında müzisyenlerle birlikte yemek yiyebiliyor olmak. Biz bir jazz ocağıyız, jazz ocağı olan çok az jazz kulübü var dünyada. Bir şeyler pişiyor, beraber yiyoruz, sonra sahneye çıkıyoruz, müzik yapıyoruz. Bir gün size bu yemeği yapan, servis eden kişi sahneye çıkabilir. Yarın öbür gün o yemeği yiyen kişi olarak siz yemeği pişirebilirsiniz.
Gerçekten de Badau çalışanlarının büyük bir kısmı müzisyen. Sahibi jazz şarkıcısı, şef piyanist, operasyon müdürü kontrbasçı, işletme müdürü gitarist, servis elemanı perküsyoncu. Sahneye çağırıldıklarında işlerine ara verip koşuyorlar, bazen önlükleriyle çıkıyorlar çalmaya, bazen inerken masalardaki boşları topluyorlar. Mekanın ağırlıklı olarak müşteri ilişkilerinden sorumlu işletme müdürü Güliz Noyan bunu bir nevi ‘Clark Kent – Superman’ durumu olarak tanımlıyor. Kendisi Badau’da müzisyen olmayan birkaç kişiden biri ama o da Şenova Ülker’den trompet dersi almış.
Yeldeğirmeni Badau’da çalmaya gelen müzisyenler mutfağa girip yemek de yapıyormuş.
Aslında siz jazz ve gastronomi üzerinden hayatı paylaşıyorsunuz.
Biz işletmeden hiç anlamayız, o yüzden sürekli zarar ediyoruz ama bir şeyi çok seviyoruz, bildiğimizden değil, sadece sevdiğimizden. Biz insan ağırlamayı çok seviyoruz.
Yeldeğirmeni 30 kişilik kapasitesiyle Türkiye’nin en küçük jazz mekanıydı, yeni Badau ise Türkiye’de yapılmış en büyük jazz kulübüymüş. Kapasitesi ayakta 650 kişi ama bu kapasiteyi tamamen kullanmak gibi bir telaşları yok. Nicelik değil, nitelik peşindeler. Oturmalı düzende 200 kişi ağırlayabiliyorlar. “650 kişinin buraya girebiliyor olması bir mitten ibaret” diyor Eren Noyan, “650 kişi ne jazz konseri dinleyecek Allah aşkına, 200 kişi toplarsak ne ala!”

Eren Noyan & Özgür Salıcı (Photo: Turgut Kartal)
Tekrar mekanın hikayesine dönüyoruz, Yeldeğirmeni’nde Akasya’ya uzanan yolda neler oldu?
Yeldeğirmeni’ndeki o küçücük ilk kızımızda şöyle bir şey planlıyorduk. Biz kendi kendimize takılırız, zaten bir jazz çevremiz var, onlar gelip çalarlar, meraklısı da gelir dinler. Fakat mekan hacminin üstünde bir ilgi gördü. Biz ikinci sezonun sonunda talebin dokuzda birini karşılayabilir hale geldik. Bu bir yere kadar güzel bir şey ama, bir süre sonra sevimsiz bir hal alıyor. Bir etken buydu, bir diğer etken de maalesef, Yeldeğirmeni Mahallesi’nde yaratmaya çalıştığımız sinerjinin karşılığını bulamamış olmamız. İnsanların bir kısmı bizim varlığımızdan mutsuz oldu ve bizi sürekli şikayet eder hale geldi. Bir işletme düşünün, haftanın sadece 3 günü açık, günde sadece 5 saat hizmet veriyor ve 30 kişiye, bu ticari olarak bir intihar. Gece saat 2’ýe kadar yasal iznimiz olmasına rağmen, müziği saat 11’de bitiriyorduk. Orayı gece saat 2’ye kadar açık tutabilirdik ama yan komşumuz Terzi Veysel Abi gece uyuyabilsin diye tutmadık, buna rağmen orada olmamamız için bütün çabalar sarfedildi. Otoriteler bize geldiğine onlara şunu söyledim. “Biraz aşağı inin, rıhtıma doğru. Kapılarında ‘Bayan Barmaid aranıyor’ 🙂 yazan bir yığın pavyon var. Onlarla uğraşsanıza çünkü bizim kapımızı açıp içeri girmeden, açık olduğumuz bile belli değil. Burası ufacık bir yer, buradan ne kazanıyor olabiliriz?” ama dinlemediler. Ben kapalı olduğu halde küçük kızıma beş aydır kira ödüyorum çünkü onu varetmem gerekiyor. Burası paranın değil, yeri geldiğinde 1 sene boyunca para almadan çalışan küçük insanların zaferidir. Yoksa ben bir yatırımcı değilim, öyle bir gücüm yok benim.
Kendilerine yeni bi mekan arayışındayken önce Kadıköy’deki Halil Ağa Köşkü’nü düşünmüşler fakat sonra oranın tarihi bir eser olması sebebiyle, tadilat yapılamayacak olmasından başlayan bir sürü engel yüzünden oradan vazgeçmişler. Kara kara düşünürken, Akasya AVM içindeki Zuhal Müzik’in dükkanı boşalttığı bilgisi gelmiş. Tarihi köşk fikrinden sonra, AVM’ye geçme fikrine önceleri pek ısınamamış Eren Noyan ama Akasya yönetimi tevazu ve güvenleriyle onu tavlamış. Ona çok güzel ve bu projeyi gerçekleştirebilmesine olanak tanıyan bir öneriyle gelmişler çünkü Yeldeğirmeni’nde yaratılmış olanı değerli bulmuş ve onu bünyelerine katmak istemişler. O da şunu düşünmüş, “Sonuç olarak geniş, paravanlarla bölünmemiş bir alana ihtiyacımız var. 24 saat otoparkı var, metroyla gelebiliyorsunuz, Metrobüs’le gelebiliyorsunuz, kapısının önünde taksi var, eğer çok zenginseniz valesi var, güvenlik sorunu yok. Sonuçta biz Türkiye’de jazz’a yönelik bir şey yapmak istiyoruz, bunu neden bir alışveriş merkezinde yapmayalım?”
Bu fikri yavaş yavaş benimsemeye başlamış ama teklifi kabul etmek için bir ön koşulu olmuş Eren Noyan’ın. “Siz bize evet demekle, bizim sizi işgal etme durumumuzu kabul etmiş olacaksınız. Ben sizin müşterinizi istemiyorum, benim müşterimin gelebileceği bir yer inşa edeceğim. Buna hazır mısınız?” Onlar da zaten bunu istediklerini söylemişler.
Jazz dünyasında, bu mekanı bir alışveriş merkezinde açıyor olmamızdan dolayı tuhaf laflar edenler var. Önce jazz’ın felsefi boyutunu anlamalarını ve ne yapmaya çalıştığımızı görmelerini tavsiye ederim. Biz modern dünyanın kalelerinden birini kendimize benzetmek için geldik, öz suyumuzu akıtıyoruz. Onlar da dönüşmek istiyorlar, bu ne kadar güzel bir şey. Senelerce bunun mücadelesi verildi, o zaman gel bana destek at, bana kızma. Önce anla ne yapmaya çalıştığımı, cehalet içinde kalma.
Bunu anlatacak olan siz değilsiniz aslında, siz yaptığınız şeyi yapmaya devam edeceksiniz, anlayan parçası olacak, anlamayansa dışında kalacak.
Peki The Badau’nun programlama anlayışına yaklaşımı ne?
Biz bir insanın ne kadar ünlü olduğuna ya da ne kadar büyük müzisyen olduğuna asla bakmayız, biz iyi müzisyen olup olmadığına bakarız. Bu kişi 19 yaşındadır, çok iyi müzisyendir, gelir Cumartesi akşamı burada konser verir. Bir başkası 40 yıldır bu işi yapıyordur ama kötü bir müzisyendir, sahne alamaz.
Bunun kriteri nedir peki?
Bunun kriteri ne seyircinin tepkisidir, ne doluluk oranıdır, ne akşamın cirosudur. Bunun tek kriteri buranın sahibinin bir ayakkabıcı olmayışıdır.
Şahsi beğeniler ne kadar belirleyici peki programlamada?
Hiç. Beğenmediğim bir sürü program oluyor Badau’da, ben evde oturup dinlemem mesela ama bu onların kötü olduğu anlamına gelmez, sadece bana hitap etmiyordur.
Eren Noyan programı kendisi yapmıyor ama nihai seçki önüne geldiğinde bazı yönlendirmeleri oluyor. Yeni Badau’da da eskisinde olduğu gibi genç yeteneklere sahne vermeye devam ediyorlar. O bunu çok değerli buluyor.

Sibel Köse (vo), İmer Demirer (tp), Volkan Topakoğlu (b) (Photo: Turgut Kartal)
Şu anda çok iyi sahnelerde çalan en az 20 müzisyen sayabilirim size, ilk sahnesini küçük Badau’da yapmıştır. Bana o şans verildi, şimdi ben neden bunu yapmayayım?
The Badau müzisyenin kitlesiyle hiç ilgilenmiyor, hatta ‘bizim kitlemiz var’, Eren Noyan’ın en sinirlendiği cümlelerden biri. “Bana ne kardeşim senin kitlenden? Ben zaten hiç kimse gelmese de paranı vermiyor muyum?”
Eren Noyan’a son olarak işbirlikleri ve sponsorlukla ilgili ne yapmayı düşündüklerini soruyorum. Bu tarz mekanlar için önemli destekler bunlar; hayallerden ödün vermemek, kendi gerçekliğini paylaşmaya devam edebilmek için.
Arkadaş bana sponsor olur musun demem çünkü benim burada bir özgürlüğüm var, kimseye bir eyvallahım olmak zorunda değil. Kendi isteğiyle gelecekse, gelmesini isterim. Biraz vizyonu olsun, görsün isterim. Burada çok ciddi bir sahne var, çok ciddi bir yatırım yapılmış. Burada “bana bir tutam tuz at, sana bir kazan çorba yapayım” diyen bir adam var, bu adam buradan zengin olma planları yapmıyor. Kimsenin bana itibar etmesine gerek yok, beni bir aygıt olarak görsünler.
Tabii bu söyledikleri vizyon isteyen şeyler. Kültür sanat yatırımlarının ‘kopyala-yapıştır’ usulü yapıldığı ve sponsorluğun kültür sanata destek olmaktan çıkıp reklam yapmaya dönüştüğü bir ülkede yaşıyoruz.
Benimle birlikte yürü. Risk al ya, ben alıyorum bu riski şuncacık halimle, sen koskoca markasın, niye alamıyorsun? 10 liranın hesabı yapılır mı? Ben yapmıyorum, hanlarım hamamlarım yok ama ben özgürüm. Yapabildiğim sürece bunu yapmaya devam edeceğim. Gerekiyorsa gidip köfteci açarım, onunla finanse ederim burayı çünkü ben jazz yapıyorum. Jazz, sadece bir müzik türü değil, bir felsefi akımdır. Herhangi bir olayı, durumu ya da nesneyi jazz perspektifinden yorumlayabilirsiniz. Başıboş bir kontrolcülüktür jazz.
Biraz da mekanın booking ve programlama sorumlusu Zeynepgül Atsız’la konuşuyoruz.
Mekanı müzisyenlerin kendilerini rahat ifade edebilecekleri bir yer haline getirme gayreti içinde olduklarını söylüyor ki, bu zaten bir Badau geleneği. Haftalık programda bir renk skalası oluşturmaya çalışıyorlar. Hem kendileri yeni çıkan projeleri takip ediyor hem de talepleri değerlendiriyorlar. Popüler projelerin yanı sıra, kendilerine çok da kolay mekan bulamayan enstrümantal projeler ve erkek şarkıcılı projeleri programa dahil etmeye özen gösteriyorlar.
Özgür Salıcı mekanın operasyon müdürü. Servisin işleyişi, onun organize edilmesi, mekanın genel temizliği ve düzeni, görev dağılımının yapılmasından sorumlu. Ona bu mekanı diğerlerinden farklı kılanın ne olduğunu soruyorum, ‘Badau’yu kendisi yapan’ı anlatmaya başlıyor, ki bu daha doğru bir soru olabilirdi.
Burayı kendisi yapan; bütün kavgalarıyla, bütün olumsuzluklarıyla, bütün iyi ve güzel yanlarıyla gerçek olması. Her şeyin gerçekten yapılıyor olması, bir ticari proje olarak ortaya çıkmamış olması. Sanat konusunda bir şey yapıyorsanız, gerçek olmak oldukça tehlikeli ve zor bir şeydir. Sanat gerçeğin işlenmiş ve manipüle edilmiş haliyle insanlara sunuluyor ama ben sanatın; hayatın kendisi olarak, manevi bir dünyayla birlikte ortaya konduğu zaman gerçek olduğunu düşünüyorum.
Sıtkı Sırtanadolu. Mekanın iki işletme müdüründen biri, müzisyen ve benim Aura Records dönemindeki ortaklarımdan biri. Bundan yirmi sene kadar önce birlikte çalışırken, bizden daha vizyoner davranıp müzik sektörüyle alakasını müzisyenlikle sınırlamaya karar vermişti, şimdi haliyle merak ediyorum onu kürkçü dükkanına döndürenin ne olduğunu. Daha önce bir mekan işletmedi ama aslında o kadar ona uygun bir iş ki. Müzisyen olması sebebiyle birçok mekanı deneyimlemiş olmasının dışında, böyle bir restaurant, jazz kulübünü ilgilendirebilecek müzik, sound, yemek-içmek, sunum konularında gusto sahibi, sosyal becerileri kuvvetli bir insan. Eren Noyan’ın onunla ilgili kurduğu cümle de beni destekliyor. “Sıtkı Abi’nin öyle kaliteleri var ki, daha önce mekan işletmeciliği yapmamış olmasına rağmen, bu işi bilen insanların önün geçebilecek katma değerler yaratıyor”.
Bu işe nasıl dahil oldu, nerelere dokundu, ne hissediyor merak ediyorum.
Bir sene önce bu yeni oluşum için arayışa giren kadronun yön tayin etmesine yardımcı oldum, daha sonra ben de içinde yer almaya karar verdim. Badau’nun kanımca şimdiye kadar görülmemiş özveri ve incelikte, içinde hem jazz hem de düzgün gastronomi barındıran bir oluşum olması ve bunu ticari anlamda bir bütün olarak modelleyebilme öngörüleri beni cezbetti. Daha önce mekan işletmedim ama bu yapıları bildiğim için buradayım. Birçok işin içinde tedarikçi olarak bulundum, personel yönetimi tecrübem var, mali konulardan anlıyorum ve yıllarca HoReCa** sektöründe çalıştım.
Sıtkı’nın en büyük önceliği, buranın sadece bir jazz kulübü olmadığının anlaşılması, vurgusunu hep buraya yapıyor.
Burası sadece bir jazz kulübü değil. Burası 12’de açılan bir cafe-restaurant. Akşam 7’ye kadar bir gündüz menümüz var. Çalışanlara yönelik, biraz daha hızlı tüketilebilecek, daha yaygın tatların Badau yorumlarından oluşan bir menü. 7’den sonra akşam menüsü devreye giriyor, ‘fine food’ olarak tanımlıyoruz bu menüyü. A la carte seçimlerin yanı sıra mutfağımızdaki füzyon lezzetlerden oluşan bir tadım menüsü de sunuyoruz. 7 ile 9 arası akşam yemeği servisimiz var, 9:30’dan sonra da bir jazz kulübü oluyoruz. Burası öncelikle bir restaurant, bu yemekleri tatmanızı istiyoruz. Rafine yemekler sunuyoruz ama fiyat politikamız açısından elit bir restaurant değiliz.
İçerdeki sesi de ona soruyorum tabii. Ses düzenini ve ekipman seçimini Hakan Kurşun’un danışmanlığında, birlikte yapmışlar.

The Badau ekip/crew & Yahya Dai (Photo: Turgut Kartal)
Minimum maliyetle maksimum sonucu alacak şekilde çalıştık. Bize ilk başta önerilen bütçe bunun 5 katıydı. Akıllıca bir tasarım ve ekipman seçimiyle çok memnun olduğumuz bir sonuç elde ettik. İçerdeki ses, nereye gidersen git, 3-D gibi seninle dolaşıyor. Dijital mixer’imiz var, IPad’den kontrol ediliyor, ışık da öyle. Bir süre sonra burada canlı kayıt alacak altyapımız var. Burada sahne düzeni olsun, mekan ebatı, müşteri ve duyum olsun, müzisyeni de çok rahatlatacak bir ortam oluştuğunu düşünüyorum. 7 x 3,5 m ebadındaki sahnede, 7-8 kişinin rahat sığacağı bir alan ve yeterli backline ile ses düzeni var.
Oturduğumuz masada sessizce çorbasını yudumlayan Yahya Dai katılıyor konuşmaya Merak ediyorum, o ne düşünüyor yeni Badau’da yaratılanla ilgili, o da eski Badau’yu iyi bilenlerden.
Eski Badau çok ev gibi, aile ve arkadaş ortamı hissini hem müzisyenlere, hem müşterilere hissettiren bir mekandı, o zamana kadar benzeri görülmemiş bir sıcaklık ve samimiyet söz konusuydu. Gene aynı ağ üzerinden büyütülmüş bir ortam olacak ama başta hepimizin endişesi şuydu, pek sıcak bakılmayan bir kavram ya alışveriş merkezi. Oysa arkada kendine ait bir alanı var, içeri girdiğin andan itibaren bir AVM’nin içinde gibi değil, kaliteli bir jazz kulübünde hissediyorsun.
Bana göre bu mekana ruhunu veren yaptıkları işten keyif alıyor olmaları ve bu keyfi paylaşmaktan duydukları haz. İnsana dokunarak ve paylaşarak büyüyorlar.
Sıtkı’ya sorduğumda da benzer bir ifade duyuyorum.
Kişisel dokunuş, benim özetim bu. Bu mekan her zaman kişilere dokundu eski yerindeyken. Burada da, alanı büyüttük ama aynı kişisel dokunuş devam ediyor, biraz daha geniş bir skalada, olması gereken ferahlıkta. Buraya birbirinden çok farklı insanlar geliyor. Eski müdavimlerimiz de, çevrede oturanlar da ama ortam o kadar rahat ki, sanki insanlar birbirleriyle sözleşmiş de gelmiş gibi. Biri kotla geliyor, biri takım elbiseyle ama hepsi ortak bir hissiyatta buluşabiliyor, aynı masayı paylaşıp sohbet ediyorlar. Kimse kaybolmuyor burada.
Bu da, mekan kişilerinin dokunuşlarıyla mümkün oluyor olmalı.
Buraya taşınırken biz bunu çok konuştuk, bu kişisel dokunuşu devam ettirebilmemiz lazımdı. Mekanın genişliği sebebiyle bu ruhun biraz dağıldığı söylenebilir ama o ruhu ayakta tutabilmek için herkes uğraşıyor. Eren mutfağı birilerine teslim ettiği için çok daha fazla insana dokunabiliyor, ben kapıda gelenleri karşılıyorum, Özgür de, ZG (Zeynepgül Atsız’ın takma ismi) de, Güliz de, zaten müşteri ilişkilerinin merkezinde o var. İnsanlar bizim ismimizi biliyor, buradan bir aile gibi çıkıyoruz.
Üç kişilik aile her geçen gün büyüyor, parçası olmanızı tavsiye ederim. Gidiniz, görünüz, tadınız, dinleyiniz, gülümseyiniz.
The Badau Akasya
Akasya AVM, Çeçen Sokak 25, 34660 Acıbadem
532. 306 43 34