1973 yılından bu yana kültür ve sanat hayatımızda çok önemli bir yer tutan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın her yıl düzenlediği festivaller arasında yer alan Jazz Festivali bu yıl 25. yılını kutluyor.
1973 yılında tüm müzik türlerini ve sanat dallarını içinde barındıran “İstanbul Festivali”, İstanbul’da sahne almayan jazz yıldızlarını da zaman zaman festival programına dahil etti. Bu konserlerin ilki 1974’te Woody Herman Band’in Caddebostan Budak Sineması’ndaki konseridir.
Jazz konserleri ilerleyen yıllarda gördüğü ilgiden dolayı İstanbul Festivali’nde daha çok yer almaya başladı. 70’lerde ve 80’lerin başında yılda sadece bir kez izlenebilen jazz yıldızları İstanbul Festivali sayesinde 80’lerin ortalarından itibaren İstanbul’a yağmaya başladı. O yıllarda Türkiye’de konser vermesi hayal bile edilemeyen Chick Corea 1984 yılındaki festivalde kapalı gişe bir konserle yer aldı. Daha sonraları Keith Jarrett, Oscar Peterson, Modern Jazz Quartet, Miles Davis, Carmen Mc Rae gibi jazz efsanelerini dinledi İstanbullu müzik severler, İstanbul Festivali sayesinde.
Jazz konserlerine olan bu yoğun ilgi İstanbul Festivali’nin diğer sanat dallarındaki organizasyonlarındaki yoğunluğu ile birlikte artık tek bir festival altında yürütülmeyecek büyüklüğe geldiğinde İKSV bünyesi altında bağımsız festival organizasyonları oluştu. Bu bağlamda bu yıl 25. yılı kutlanan İstanbul Jazz Festivali de orijinal İstanbul Festivali’nden doğan bir organizasyon olarak yaşama geçmiştir.
90’lı yılların ortalarına kadar tek başına var olan İstanbul Festivali’nin lokomotif konserleri jazz konserleri olmalarına rağmen İstanbul Jazz Festivali ayrı bir festival olarak ayrıldıktan sonra garip bir şekilde festival yıldızları olarak pop, rock veya indie pop/rock artistleri lanse edilmeğe başlandı. Buna neden olarak İstanbul Jazz Festivali’nin de üyesi olduğu Avrupa Jazz Festivallerindeki oluşan trend ve festival yönetici ve danışman tercihleri olabilir. İlginç bir şekilde adı İstanbul Müzik Festivali olan festival neredeyse sadece klasik müzik konserlerine yer verirken, İstanbul Jazz Festivali ise jazz dışındaki popüler müzik türlerine sadece bol bol yer vermekle kalmadı ayrıca festivalin “headliner”ı olarak lanse etti. Çoğu otoritelerce yaşayan en büyük kadın jazz şarkıcısı olan Dianne Reeves’in yer aldığı festival senesi PJ Harvey’in jazz festivalinin yıldızı olarak lanse edilmesi gönül kırıcıdır.
İstanbul Jazz Festivali 25. yılını kutlarken önceki yıllarda da programında yer verdiği Nick Cave & The Bad Seeds’i büyük bir gurur ve tanıtım kampanyasıyla duyurmuştur. Aynı grubu Avrupa’daki diğer festivallerde de duyurdular. Ancak adı Jazz Festivali olan bir organizasyonun 25. senesini hayatında hiç jazz çalmamış bir grupla kutlaması biraz çelişkili gibi duruyor. Genellikle bu konu gündeme geldiği zaman gişe gelirleri ve ticari kaygılar öne sürülür. Duyurunun çok önceden yapılması, 4 ay sonraki konser için İstanbul’un şu an bile Nick Cave posterleri ile donatılması aslında gişe başarısından da çok emin olunmadığını göstermektedir. Bu tercihte Nick Cave’in manajerinin ve organizasyonun kişisel tercihleri olduğunu düşünmekteyim. Ayrıca bir vakıf organizasyonun adını taşıdığı sanat dalına saygı ve hizmetinin ticari kaygının ötesinde olması gerekmez mi? Ayrıca bu kadar yoğun bir promosyonla üst düzey uluslarası bir jazz yıldızı da aynı gişeyi yapacaktır.
Nick Cave’in bir jazz festivalinde ‘headliner’ olması ile Sezen Aksu’nun bir klasik müzik festivalinde headliner olmasının hiçbir farkı yoktur. Bunu jazz’ın ufkunun ve meşrebinin geniş, kendi sınırları aşan yapısıyla hiç bir alakası yoktur. Varsayımsal bir örnek olarak jazz festivalinde büyük piyanist Kenny Barron’un Rihanna’dan duyduğumuz “Unfaithful”u düzenleyip yorumlaması ile Rihanna’nın jazz festivalinin yıldızı olması tamamen ayrı şeylerdir. Birincisi jazz’ın ufkunun genişliğini, ikincisi organizasyonun kendi niteliğini tanımaması veya reddetmesi anlamına gelir.
25. yılını kutlayan gözbebeğimiz İstanbul Jazz Festivali’nin ilk ilan edilen isminin Nick Cave and the Bad Seeds olması soru işaretidir. Eminim çok başka önemli isimler de festival programında mutlaka yer alacaktır. Ancak basın toplantısının sadece bu isim üzerinden gitmesi düşündürücüdür.
Hayatında ilk kez jazz konseri dinleyecek insanlar Nick Cave’i jazz müzisyeni zannedebilirler. Ben bu festivallerin adlarının geniş tutularak “müzik festivali” olarak adlandırılmasının doğru olacağını düşünüyor kavram kargaşasından uzak olmak gerek diyorum.