Hayatta “sene-i devriye”ler önemlidir. Albümlerin 30., 40. seneleri, grupların 50. seneleri, müzisyenlerin “sanat yılları”. Bu tarz içerikleri zengin olan örneklerde, özellikle müzisyenlerin tüm müzik hayatlarının özetleri, dönüm noktaları seyirci ile bu özel projelerde paylaşılır ve birbirinden değişik programlar ile kutlanır. Bu sene 25. yaşını kutladığımız İKSV – Istanbul Jazz Festivali de bence çok başarılı ve yıllar sonra dahi kolay kolay unutulmayacak bir açılış gecesi ile başladı.
Yekta Kopan’ın sunuculuk görevini üstlendiği gecede, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner’in ve bu sene ile birlikte jazz festivali yönetmenlik görevini Harun İzer’e bırakacak olan Londra Jazz Festivali Programlama Direktörü Pelin Opçin’in 25. yılı andıkları konuşmaları sonrası Türkiye’de jazz’ın doğuşu ve gelişimini anlatarak gece boyunca lezzetli bilgi ve birikimine mazhar olacağımız Jazz Dergisi yazarlarından Hülya Tunçağ, sahnede Yekta Kopan’ın yanında yerini alıyordu.
Festivalin açılış gecesinde artık gelenekselleşmiş olan Yaşam Boyu Başarı Ödülleri’nin bu seneki sahipleri Nezih Yeşilnil, Ahmet Faik Şener; “Balarısı Ahmet” ve Şevket Uğurluer oldu. Ödül sahiplerinin ödüllerini alırken 17-18 yaşındaki genç müzisyenler gibi hissettikleri heyecan görülmeye değerdi.

Görgün Taner & Nezih Yeşilnil (Photo: Fatih Küçük)
Hülya Tunçağ’ın Türkiye’de jazz müziğinin 20’li yılların ortasından itibaren başladığını hatırlatarak başlayan gecenin ilk “jenerasyonel” performansı ve festivalin ilk notaları, Erol Pekcan ve Kudret Öztoprak ile Türkiye’nin ilk jazz albümü “Jazz Semai”yi çıkaran, geçen senelerde dergimizde de belirttiğimiz, Salon İKSV’deki anma gecesi ile gönüllerdeki yerini perçinleyen Tuna Ötenel’in oldu. Piyanist olarak tanıdığımız ve sevdiğimiz Tuna Ötenel’in cep trompeti çaldığı gecede ona piyanoda Emin Fındıkoğlu hocamızla birlikte kontrbasta Volkan Hürsever ve davulda Ateş Tezer eşlik ediyordu. Gecenin ilk parçası Ötenel’in 1998’de Aura’dan çıkardığı “L’Ecume De Vian – Vian Köpüğü” isimli albümünden “Aurore”… Parçayı özel kılan detaylardan biri ise, Louis Malle’nin unutulmaz filmi “Ascenseur pour l’échafaud”un orijinal film müziklerini Miles Davis ile birlikte yapan Pierre Michelot’un “Vian Köpüğü”nde Ötenel ile birlikte çalışması. Sahnedeki grubun bize ikinci armağanı, Ötenel’in Fındıkoğlu ile birlikte piyano başında olduğu bir Ellington bestesi: “Things Ain’t What They Used to Be”. Ötenel, özellikle “Aurore”deki performansı ile zaten ustası olduğu piyanonun yanında tüm gücünü ve kuvvetini trompete vermesinin ne kadar doğru, ne kadar yerinde bir karar olduğunu tüm müzikseverlere gösteriyor. Ötenel’in sadece trompet çalacağı bir albümü sanırım tüm müzikseverler görmek ister, siz ne dersiniz?
Ötenel ve Fındıkoğlu ayakta alkışlanan performansları sonrası sahneden ayrılırken, birkaç saniye sonra çok uzun yıllar sonra (albüm çıkış tarihini düşünürsek 18, Ateş Tezer + Kerem Görsev’in yorumları ile yaklaşık 25 sene) bir araya gelen bir Kerem Görsev Trio vardı. “Existence” albüm kayıtlarındaki trioyu oluşturan kadro: Volkan Hürsever, Ateş Tezer ve Görsev, bize (eğer kulaklarım beni yanıltmıyorsa) Görsev’in “I Love May” albümünden “I Remember Your Face” parçasını sundular. Açıkçası “Existence” albümünden bir parça beklerken farklı bir albümden bir parça icra etmeleri ile sürpriz yaratan grubun performansında benim gibi bir çok müzikseverin gözlerinin, kalplerinin ve ruhlarının Reyent Bölükbaşı’nı aradığına ve bence Bölükbaşı’nın da 25 sene sonra bir araya gelen bu grubun hala ilk günlerindeki gibi heyecanlı ve ateşli şekilde çalmasını cennetin en temiz, ve en berrak yerinden mutlulukla, huzurla takip ettiğinden eminim.
Kerem Görsev Trio’dan ve ballad, medium tempo parçalardan sonra uptempo ilk parça Önder Focan’dan “Kinetik” ile geldi. “Sekiz” albümünün bence en başarılı parçası olan “Kinetik”te Önder Focan’a albümde beraber çalıştıkları saksofonda Yahya Dai, trompette Şenova Ülker, kontrbasta Ozan Musluoğlu ve İzmir’in çıkardığı en iyi jazz davulcularından biri olan Ayhan Öztoplu eşlik ediyordu. Focan’ın solosu sonrası alkışlarla yankılanan salon, sonraki parçada kendisini jenerasyonun daha “genç” tarafına yakınlaştırıyordu. Berklee mezunu ve Türkiye’nin ilk kadın jazz piyanisti Nilüfer Verdi, kontrbasta Yürüyen Merdiven grubundan da hatırladığımız Kristian Lind ve yeni neslin en yetenekli ve tekniğini en beğendiğim davulcularından Burak Cihangirli ile birlikte 1997 yılında Ada Müzik’ten çıkardığı “Mânâ” albümünden “Bee Talk” ile gecenin ateşi körüklemeye devam ediyordu.

Yahya Dai & Şenova Ülker & Ozan Musluoğlu & Önder Focan (Photo: Sedal Antay)
Genç jenerasyonun en başarılı kontrbasçılarından ve kafamı çevirdiğimde gördüğüm bir sürü projede imzasını fark ettiğim Enver Muhamedi, Ayşe Tütüncü Trio’nun bir üyesi olarak bir sonraki parçada sahnede idi. Soprano saksofonda belki de ülkenin en iyi 2-3 müzisyeninden birisi olan Tamer Temel ile birlikte 10 sene öncesinden, Tütüncü’nün “Carnivalesque” albümünden “Girit’e Mektup” performansı ile dikkatler üzerlerinde idi. Özellikle Ayşe Tütüncü ve Enver Muhamedi arasındaki diyalog ve yadsınamaz ritm duygusu, grubun kesinlikle bir davulcuya ihtiyaç duymadan yıllarca performanslarını geliştirerek ilerletebileceklerinin bir göstergesi gibiydi.
Sözleri Oscar Hammerstein II’ye, müziği de Sigmund Ronberg’e ait olan 1928 model jazz standard’ı “Softly as In A Morning Sunrise” performansı için vokallerde Ayşegül Yeşilnil, kontrbasta Nezih Yeşilnil, davulda Deniz Dündar ve gitarda Neşet Ruacan sahnede idi. Ayşegül Yeşilnil’in solo aralarındaki scatlerinin güven verdiği, ancak genel vokal performansının sorgulattığı parçanın doğu esintili Nezih Yeşilnil introsu ilgi çekerken, Deniz Dündar’ın kor gibi yanan performansına hayran kaldım. Farklı bir jazz standardının değişik bir aranjmanını bu gruptan bir kere daha dinlemek isterim.

Ayşegül Yeşilnil & Neşet Ruacan & Deniz Dündar (Photo: Sedal Antay)
Kalp atışlarını normalin daha altına çekerek ortaya çıkardığı müziğin bence gerçek bir “Türk jazz’ı” örneği olduğunu ve adeta bir “ayin oturumu” eşliği yarattığını düşündüğüm Okay Temiz saksofonda Barış Ertürk ve EWI’de Yahya Dai ile, 1989 yılındaki “Dervish Service”ten “Va Va Va” yı ilk olarak eski bir toplama kasetinde duyduğum “Kabak Ağa” ile birleştirerek, konserde klasik jazz’dan contemporary jazz, free jazz yönüne de kayarak yaratıcılığın nereye kadar daha çıkarılabileceğini tüm dinleyicilere kanıtlıyordu. Bu grubun yapacağı, (kişisel görüşüm “yapmak zorunda oldukları”) ilk albümü sayısız kez dinlemek için can atıyorum.
Bu akşamın afişini ilk gördüğümde açıkçası aklıma gelen ilk şey, TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’nın (ve tabii herkesin bildiği ve sevdiği tabir ile “TRT Big Band”in) bütün gece boyunca bizlerle birlikte olacağı ve konuk solistlerin Big Band’e eşlik edeceği olmuştu. Ancak konserin ikinci yarısı Türkiye’de jazz müziği denilince akla gelen en iyi topluluklardan ve kelimenin tam anlamı ile bir “All-Star kadrodan” oluşan TRT Big Band ve caz müziğinin ülkemizdeki en başarılı isimlerinden Sibel Köse, Ayşe Gencer ve Bozkurt İlham Gencer ile bezeli idi. Konser sonrası detayını orkestra şefi Kamil Özler’den aldığım ve bestesi & düzenlemesi Bob Brookmeyer’e ait olan “Ding Dong Ding” ile beste & düzenlemesi şef Kamil Özler’e ait olan “Mr. Iron Soldier”, gecenin Big Band bölümünün kanaatimce favori parçaları oldular. TRT Big Band (eğer genel programlamada bir değişiklik olmamışsa) her ayın son çarşambası TRT İstanbul Radyosu’nda bizlerle birlikte olmaya devam ediyor olacak. Kendime kişisel bir not: “Emre, 1926 doğumlu ve 91 yaşında olan İlham Gencer’in tam bir “jazz showman”i olduğunu ve enerjisi ile tüm salonu adeta şaha kaldırdığını belirtmeyi sakın unutma!”
Istanbul Jazz Festivali, 26 Haziran akşamı Zorlu Performans Sanatları Merkezi – Ana Sahne / Turkcell Sahnesi’nde yukarıda detaylarını sizlere iletmeye çalıştığım muhteşem bir gece ile başladı. Yukarıda da belirtmiştim, “Hayatta “Sene-i devriye”ler önemlidir” diye… Istanbul “Caz/Jazz” Festivali, “25” gibi özel bir yaşı “Caz/Jazz ‘ve Dahası’ gibi yaratıcı bir sloganın yanında büyük puntolarda, minik bir internet araştırmasında “post-punk”, “alternative rock”, “garage rock”, “gothic rock” ve “experimental rock” gibi jazz’a gerçekten çok yakın duran alt genre’larda müzik yapan Nick Cave ve Robert Plant ile birlikte kutluyor. Hatırlatayım Robert Plant, 70’lerin ünlü rock müzik grubu Led Zeppelin’in solisti. Buna benzer güzel örnekleri 25. yılı coşku ile kutlayan 25.Istanbul Jazz Festivali afişinde görmek mümkün.
Koca bir festival afişinin içerisinde “eser miktarda” jazz içeren konserler arasında foto finişe kafa kafaya girebilecek 3-5 konserden biri dün akşam gerçekleşti. Konser sonunda, yazımın başlığını gönderme olarak kullandığım Art Kane’in “A Great Day In Harlem” fotoğrafındaki gibi bir fotoğraf oluşturarak tüm sahneyi kaplayan müzisyenlere bu güzel jazz akşamını bize yaşattıkları için sayısız kez teşekkürler.

Photo: Fatih Küçük
Konserlerde görüşmek üzere!