İzmir Avrupa Jazz Festivalinin 26. yılı, deneyimlemeye değer etkinliklere ev sahipliği yaptı. Farklılıklara yer verilmişti; bu da elbette seyirci tarafından hak ettiği ilgiyi ve desteği gördü. Bazen daha klasik tarzlar, bazen daha deneysel jazz türüne kayan özgünlüğü çok yüksek tınılar bazen de genç ve capcanlı enerjiler hâkim oldu Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin hem büyük hem küçük salonuna.
Genç ve capcanlı demişken…
Onları bilenler, ‘eşsiz mor’ derken kimden bahsettiğimi hemen anlamıştır; Çekya-Avusturya kuarteti, aynı zamanda Central European Jazz Competition 2018 yılı kazananı, Purple is the Color’dan bahsettim elbette.
2015 yılında ilk defa bir araya gelmiş olan grup, 2017’de Unmasked adlı ilk albümlerini çıkardı ve ikinci albümün hazırlıklarının da şimdilerde sürdüğü haberini aldım grubun piyanisti Simon’dan. Böylece 2019 yılında beklediğim albümler arasına Purple is the Color’ın ikinci albümünü de ekledim hemen. Grup, daha önce İstanbul ve Edirne’ye de gelmişti farklı etkinlikler kapsamında. Bu gelişlerinde ise önce İzmir’e uğradılar, sonra Bodrum ve İstanbul’da da sahne aldılar. Türkiye’deki jazzseverler için güzel bir jazz ziyafeti oldu bu süreç; grup üyeleri için ise jazz, tarih, doğa, güneş ve kültür dolu bir Türkiye gezisi!

Purple is the Color (Photo: Onur Acımaz)
İzmir konseri, ağırlıklı olarak Unmasked albümüne fakat aynı zamanda sololara da bolca yer veren bir konserdi. Salondaki ardı arkası kesilmeyen alkışları düşününce şimdi, en çok beğenilen kısımların da bu iddialı sololar olduğunu söyleyebilirim. Bence bu konserde İzmirliler, yalnızca Purple is the Color grubunu yakından tanımadı; aynı zamanda grubun her bir üyesinin ayrı ayrı hayranları oluştu! Mesela konser sonrasında birçok izleyicinin grubun kontrbasçısı Martin hakkında konuşmasına tanık oldum; gerçekten de inanılmaz bir yaratıcılığa sahip Martin. Simon’u zaten bilen ve sevenlerin bulunduğunu, hatta sırf onu izlemek için gelenler olduğunu biliyordum. Ve elbette Michał’ın son dakikada patlattığı davul solosu da sosyal medyada en çok paylaşılan an oldu konserden. Michał, Polonya asıllı bir müzisyen. Aslında orada da tanınıyor; fakat orada yaşamadığından ötürü elbette Polonya’da düzenli sahne almıyor. Her bir enstrümanın gruptaki etkisi kıyaslanamayacak kadar özel olsa da benim favorim, her zaman olduğu gibi, bu grupta da saksofondu. Štěpán, tenor ve soprano saksofonla inanılmaz bir performans sergiledi ve hatta yer yer parçaların onun liderliğinde ilerlediği fikrine kapıldım. Saksofon, jazz deyince akla en sık gelen enstrümanlardan biridir genellikle; çoğu festival afişi hep bir saksofon ile süslenir, birçok jazz kulübünün girişinde yanan sönen saksofonlu ışıklar görürüz… Bu örnekler uzar gider; fakat jazz’da gerçekten uzun süre saksofon dinleyenlerin sayısı genellikle daha azdır. Ben kendimi bir ömür saksofon dinleyecekler arasında niteliyorum; bence enstrümental jazz’ın derinliğini saksofondan daha güzel anlatan bir enstrüman yok. Štěpán da o gece saksofonuyla hayata dair çok fazla şey anlattı İzmir’de. Bu hissi yansıtabilmesi gerçekten değerliydi.
Avrupa’da duyduğum jam session tınılarını (gerçek olanlarından bahsediyorum) konser boyunca hissettiğimi söyleyebilirim. Hatta bu grubu bir jazz kulübünde ayrıca dinlemeyi çok isterim; bunu fark ettim. Canlı performans esnasında sürprizlerle dolu bir grup, albüm kayıtlarından öteye korkusuzca gidebiliyorlar. Doğaçlama ve bestenin jazzda bütünleştiği o büyülü anlar – Purple işte tam burada devreye giriyor; ne yalnız doğaçlama ya da beste, ne sırf jazz ya da blues, biraz folk biraz pop, hepsine ilaveten bolca da özgünlük ve kültürün enstrümana kattıkları… Bu yüzden de yalnızca mavi ya da kırmızı değil; son derece mor!
Konser boyunca grubun her bir üyesinin birbirine alan oluşturması da oldukça dikkat çekiciydi. Böylece hem bir arada hem de ayrı ayrı müziği hissettiler ve hissettirdiler. Kesinlikle birbirlerini bulmuşlar, içlerinden biri eksik olsa grubun sihri kaybolacakmış diye düşünmeden edemedim dinlerken. Jazz gruplarının üyeleri arasındaki enerji daima dinleyiciye yansır ve bu, müziği hissetmek açısından oldukça önemlidir; Purple is the Color, işte bu noktada gerçekten başarılı. Ben bu grubu birkaç yıl içerisinde çok daha fazla yerde göreceğimizi düşünüyorum; şimdiden takibe almakta fayda var.

Purple is the Color (Photo: Onur Acımaz)
Unmasked albümünü dinlemek isteyenler için Spotify linkini de ileteyim yeri gelmişken:
Paylaşmaya, konuşmaya ve o genç enerjilerini yaymaya çok hevesli bir grup; görüşlerinizi, beğeninizi veya sorularınızı onlarla paylaşırsanız çok sevineceklerdir; Türkiye’de olmayı, Türkiye’den haber almayı çok seviyorlar. Zaten Simon’un havaalanına iner inmez grubun diğer üyelerinin uçağını beklediğimiz sırada civardaki kafeye gidip “İki Türk çayı, lütfen!!!” diye heyecanla sipariş vermesinden ben bu sevgiyi ilk anda anlamıştım!
İletişim ve takip için sosyal medya hesapları:
facebook: purpleisthecolor
instagram: purple_is_the_color_
Purple Is The Color
Simon Raab – piyano
Štěpán Flagar – tenor ve soprano saksofon
Martin Kocián – kontrbas
Michał Wierzgoń – davul

Purple is the Color (Photo: Ecem Özbey)
Son olarak; canım İKSEV ailesine güzel emekleri için sonsuz teşekkürler, 27. yılda görüşmek üzere!