Slovakya doğumlu müzisyen Jana Varga Londra’da yaşıyor ve müziği geç 60’lardan başlayıp günümüze gelen Amerikan ve İngiliz şarkıcı-şarkı yazarı geleneklerini takip ediyor. Yeni şarkısı ‘Deserve My Love’ ‘Masterlink Sessions’ sırasında canlı kaydedilmiş bir ballad ve şarkıcıya inanılmaz müzisyenler eşlik ediyor: Gitarda Tony Remy (Annie Lennox), orgda Ross Stanley (Liane Carroll), basta Stefan Redtenbacher (Jess Stone) ve Mike Sturgis (David Bowie) – the Redtenbacher’s Funkestra.
Bize Slovakya’da geçen çocukluğundan ve nasıl müzisyen olmaya karar verdiğinden bahseder misin?
Müzisyen bir ailenin çocuğuyum, babam eve her türlü enstrümanı getirip çalardı ve bizi de denemeye teşvik ederdi. Müzisyen olamaya ‘karar’ verdiğimi hatırlamıyorum. Bu benim için çok doğal ve bariz bir seçimdi. 6 yaşında klasik piyano ve flüt çalmaya başladım. Kardeşlerimin çoğu da profesyonel olarak keman ve çello çalıyor.
Hayatın boyunca birçok farklı ülkede yaşadın, bu müziğini ve şarkı sözlerini nasıl etkiledi? Her ülkede en baştan başlamanın yarattığı zorlukların nasıl üstesinden gelebildin?
Çok güzel bir soru. Yeni bir ülkeye yerleşmek şarkı sözlerimi yönlendiren temalardan biri. Yalnızlık, güvensizlik ve ait olma özleminden bahsediyorum. Fransa ve İngiltere’de yaşadım ve bu iki ülke de müzik ve farklı kültürler açısından çok zenginler. Bu da büyük ihtimalle farklında olmadan müziğimi etkiledi. İngiltere’ye taşınmak benim için çok zordu çünkü kimseyi tanımıyordum. Yaşlandıkça baştan başlamak zorlaşıyor. Londra’ya geldiğimde 27 yaşındaydım. İlk yılım çok yalnız geçti, yaşamımı tekrar şekillendirmem ve kendime devamlı neden burada olduğumu hatırlatmam gerekti. Çocuk bakıcılığı yapıyordum. Zamanla jazz müzisyenlerinden oluşan çok sıkı bir topluluğun içine girip konser vermeye başlayınca bu güvensizlik ve zorlanma hissi azaldı. Farkına varmadan kısa zamanda bu topluluğun bir parçası oldum, artık ‘yabancı’ gibi hissetmiyordum. Londra’da herkes aslında yabancı!

Jana Varga (Photo: Monika Jabubowska)
Müzik tarzını nasıl ifade edersin? Janis Ian ve James Taylor müziğini nasıl etkiledi? Müziğinde jazz öğeleri duyabilir miyiz?
Müzisyen olarak hep bir şarkıcı-şarkı yazarı olmaya odaklıydım. 60ların geleneğinde (folk, Amerikana ve Roots) Carole King, Paul Simon ve Joni Mitchell stilinde… Klasik müzik geçmişime biraz jazz katarak. Folk melodilerini hep çok sevmişimdir, çünkü sözleri çok dürüst ve akortları yalın. Ama Janis Ian ve James Taylor’ın müzikleri daha jazzy bir vokal tarzı, armonisi ve groovy/bluesy aranjmanlardan besleniyor. Tam anlamda Amerikan Roots müziği, yani folk müziğinin tüm alt başlıklarını birleştirip kendi bakış açılarını getiriyorlar. Bu da beni çok etkiliyor. Askıya alınmış ‘suspended’ akortları, eğri ‘slash’ akortları, modları ve genelde zengin bir armoni ve doku yaratan teknikleri kullanmayı seviyorum, ama bunları daha yalın ve direkt ‘soundlar’ ile birleştiriyorum.
Progressive rock grubu Persona Grata’nın bir parçası olarak Dream Theatre’ın davulcusu Mike Portnoy’dan çok övgü aldın. Grubu Miami’de gerçekleşen Progressive Nation at Sea’de çalmaya davet etti. Bu nasıl bir deneyimdi ve bu festival müzik kariyerini nasıl değiştirdi?
Bu festival ile ilgili çok güzel anılarım var ve bir grup olarak çok iyi vakit geçirdik! Ben flüt çalıp armonileri söylüyordum ve devasa bir yolcu gemisindeki bir sahnede konser vermiştik! Miami’den Bahama’ya seyahat eden bir gemide gerçekleşti bu festival. Bizimle konser veren diğer gruplar ve müzisyenler arasında Devin Townsend, Transatlantic ve Yes’ten Jon Anderson vardı. Persona Grata’nın bir parçası olmak bir müzisyen olarak ufkumu genişletti. Prog grupları dinlemeye başladım, Symphony X ve Michael Romeo’nun inanılmaz gitar yeteneğine bayılıyorum. Dream Theatre Persona Grata’nın büyük ilham kaynaklarından ve mükemmel müzisyenlerden oluşuyor.
Biraz ilk çıkarttığın EP Lanterns’dan bahseder misin? Bu albüm Luke Oldfield tarafından aslen Mike Oldfield için inşa edilen Tilehouse Studios’da kaydedildi. Londra’nın jazz sahnesinden hangi müzisyenlerle çalıştın?
Lanterns Birleşmiş Krallık’ta çıkarttığım ilk album. Şahane jazz müzisyenleri ile çalışma olanağı buldum: Gitarda Aubin Vanns, basta Pete Gavin ve davulda Ben Brown. Bu EP’deki her şarkı farklı, bana ilham veren ve kendi müziksel kişiliğimi oluşturan öğelerden oluşuyor. Bir rock balladı var ‘Religious in Hollywood’ isimli, hayalperest ‘Twin Peaks’ ilhamli ‘Gift’, perküsyonu güçlü ‘Birdhouse’ ve Paul Simon’ın ‘Graceland’ isimli parçasından ilham alan ‘Dunes’.
Redtenbacher’s Funkestra ile kaydettiğin yeni şarkın Deserve My Love’dan bahsedebilir misin? Bu şarkının hikayesi nedir?
‘Deserve My Love’ gospel ilhamlı bir ballad, bir ilişkide sadece karşınızdaki insanın sizi mutlu etmesini beklemektense karşılıklı cömertlik hakkında. ‘Masterlink Sessions’ sırasında canlı kaydedildi ve inanılmaz müzisyenler bana eşlik etti: Gitarda Tony Remy (Annie Lennox), orgda Ross Stanley (Liane Carroll), basta Stefan Redtenbacher (Jess Stone) ve Mike Sturgis (David Bowie) – the Redtenbacher’s Funkestra. Bunu aslında samimi bir piyano parçası olarak yazmıştım ama bu grupla onu bambaşka noktalara taşıyan bir aranjman yazdık. Sonuçtan çok memnunum!
Daha önce Türkiye’de bulundun mu? Türkiye’yi konser vermek ziyaret etmek ister miydin?
Aslında bulundum! Pandemi daha başlamadan Kapadokya’yı ve İstanbul’u ziyaret ettim ve kültürünüze, insanlarınıza ve yemeklere hayran kaldım! Türkiye’de konser vermek istiyorum. Röportaj için teşekkür ederim!