Kerem Görsev’in Jazz Yolculuğu…

Nur Aydoğan
“Bana hiçbir zaman istemediğim bir müziğe, bir notaya bastıramazsın. İstemediğim bir yerde para karşılığı, madde karşılığı çaldıramazsın. Jazz müzisyenlerinin böyle bir duruşu vardır. Biz inandığımız müziğin arkasından koşuyoruz. Hayallerin peşinde yaşayarak, kendi müziğimizi yayarak başkalarına hayal satmaya çalışıyoruz”.
Bu sözler Türkiye’nin önde gelen jazz sanatçılarından Kerem Görsev’e ait. Görsev, jazz sanatçısını bu sözlerle anlattı.
NTV Radyo’nun “Bizim Cazcılar” programının açılışını Kerem Görsev ile yapacaktık. Program davetime hemen yanıt verdi, kabul etti. Kayıt için beni Emirgan’daki evine davet etti. Kerem Görsev hayranı olmama rağmen, daha önce tanışma fırsatım olmamıştı, çok heyecanlıydım. Gitmeden önce Türkiye’de jazz müziğini en iyi bilenlerden Sevin Okyay ile sohbet ettik, heyecanımı yatıştırmaya çalıştı. Türkiye’deki jazz müziğini dünyaya tanıtan sanatçılarımızdan biri Kerem Görsev ve yine jazz CD’sinin satılabilir olduğunu kanıtlayan isimlerden.
Bahçe kapısını Kerem Bey açtı, (dünya tatlısı iki köpeği var) küçük olanla birlikle… İsmimlerini de öğrenmiştim ancak şimdi hatırlayamıyorum. Bahçeye girer girmez köpekleri sevmeye başladım, Kerem Bey ile selamlaşamadık bile. O, tabiat aşığı bir adam, hayvanları da çok seviyor. Bir süre köpeklerini sevdim, hikâyelerini dinledim. Evin içine girdiğimde ise, Bill Evans tablosunun önünde kocaman, büyüleyici bir piyano karşıladı beni. Evin merkezinde o var. Sanki bu ev, müzik evi diyor gibi. Çok sade. Kerem Bey ise, çok sıcakkanlı, konuk sever biri. Heycanım gidiyor ancak, bu defa büyülenmiş gibi oluyorum. Piyanonun ruhu her yerde sanki.
Ve sohbete başlıyoruz.
Dilerseniz, bu söyleşiyi okumaya başlamadan, Kerem Görsev’in en sevdiği parçalardan (To Bill Evans albümünden “Bill Evans” adlı parçayı, Four Days albümünden “Conversation With The Bass” ya da Kerem Görsev’in çok sevdiği 2013’te aramızdan ayrılan piyanist Mulgrew Miller’in “Milestones” adlı parçası) birini bu söyleşiye eşlik etmesi için açın… Eminim okurken daha çok keyif alacaksınız…
Kerem Bey, müzik sizin hayatınıza ne zaman girdi? Bize çocukluğunuzdan bahseder misiniz, jazz ile nasıl tanıştınız?
1967’de girdim konservatuara. Biraz aklımın başına geldiği senelerde hatırlıyorum, 70’li yılların ortalarında ağabeyim de Güzel Sanatlar Akademisi’nde okuyordu, Fındıklı’da. Ağabeyim ve arkadaşları resim yaparken hep jazz dinlerlerdi. Benim de hoşuma giderdi. Bana o zamanlardan kalma plaklardan kasetli teyplere kayıt yaparlardı; o zamanlar CD yoktu. Benim de küçük bir kasetli teybim var evde, eski bir şeydi. Ve böyle “çat çat çat” diye biterdi, başa dönmezdi. Bana kaydettikleri güzel jazz müzikleriyle birlikte “içime o güzel virüs” girdi. Sonra o güzel müzikleri denemeye başladım biraz daha ileriki yıllarda, nasıl çalınıyor falan diye… İşte jazz’ın benim hayatımdaki macerası böyle başladı.
Peki evde ne tür müzikler dinleniyordu? Müzisyen olma yolunda ailenizin desteği ne yöndeydi?
Çocukken babam klasik müzik meraklısı daha doğrusu hastasıydı. O zamanlar bizim evimizde 5000 tane kayıt varmış. Annemin karnından beri Shostakovich, Beethoven, Chopin’lerle büyüdüm. 1960’lı yılların başında benim müziğe yeteneğimi anlamışlar. Çünkü dayım da Fındıklı’daki Akademiden mezundu; ressamdı keman çalardı. Amcam da Siyasal’dan mezundu güzel piyano çalardı, çalışırdı da profesyonel olarak. Teyzem ise, 1967 kuşağının müzisyenlerini Billie Holiday, Beatles’ları mandolinle çalardı. Ben de onların melodilerine ritim tutup mırıldanırken, fark etmişler. Kerem’in müziğe yeteneği var. Duyuyor ritmi de var demişler. Ondan sonra ben kendimi 1967 yılında İstanbul Belediye Konservatuarı’nda öğrenci olarak buldum ki 1972 yılında Devlet Konservatuarı da açılınca oraya geçtim ve müzik eğitimimi 79 yılına kadar devam ettirdim orada.
“Benim Hayattaki Tek İdolüm Bill Evans’tır”
İlk dinlediğiniz jazz sanatçıları kimlerdi? Jazz müzisyeni olma yolunda, en çok hangisinden etkilendiniz?
İlk jazz dinlediğim parçaları Stevie Wonder’dandır. Ondan sonra tabii vokal jazz’dan, Nat King Cole, Ella Fitzgerald, Carmen McRae, Billie Holiday, Frank Sinatra, Tony Bennett gibi şarkıcılar dinledim. Ondan sonra, çok enteresandır. Bir albüm vardı dünyada 1963 yılında yapılmış, Antônio Carlos Jobim, Stan Getz. Bir bossanova albümü. O albümde Brezilya jazz’ını, bossanovaları öğrenmeye başladım, dinlemeyi öğrenmeye başladım. Ve bu müzik bana hayal kurdurmaya başladı. Ne hayali kurdum? Hayal kurdum; ben de nasıl iyi bir jazz müzisyeni olurum hayalini kurdum. Süreç ilerledikçe çok daha farklı jazz müzisyenleri dinledim. Kendimi geliştirmeye başladım. Hala da çok müzik dinliyor, jazz dinliyorum kendimi geliştiriyorum. Benim hayattaki tek idolüm Bill Evans’tır. Onları dinleye dinleye kendime bir renk bulmaya çalışıyorum, hala da o savaş devam ediyor.

Nur Aydoğan
Piyano dışında bir enstrüman çalışıyor musunuz? Neden piyano?
6 yaşında piyanoya başladım. Hiç unutmuyorum, ilk piyanomu da Üsküdar’da Ermeni bir ailenin konağından almıştık. Eve taşıyıp getirmişlerdi. Ben Belediye Konservatuarı’nda piyano, İstanbul Devlet Konservatuarı’na geçince de keman çaldım. Gönül Gökdoğan’dı öğretmenim; Fransa’da eğitim görmüş orada kalmış yaşamış, sonra Türkiye’ye gelmiş, Topağacı’nda oturur, tam bir İstanbul hanımefendisidir. Annesi de öyle kendisi de. Biz hayatımızda görmediğimiz şeyleri onun derslerinde görmeye başladık. Gönül Hanım çok değerli bir insandır; onunla birlikte 5 – 6 sene keman çalıştım. Sonra Prof. Özer Sezgin’le birlikte viyola çaldım.
“Beste Uzun Yaşanmışlıkların Bir Anlatımı, Bir Hikâyesidir; Her Bestenin Gizli Bir Kahramanı Vardır”
İlk beste denemelerinizinden bahseder misiniz? Beste yaratım sürecince ruh haliniz nasıl oluyor?
Bakın ben hayatımın hiçbir döneminde piyanoya, beste yapacağım diye oturmadım. Beste uzun yaşanmışlıkların bir anlatımı, bir hikayesidir. Her bestenin gizli bir kahramanı vardır. Bir olaydan esinlenerek yapılır. Jazz müziği, bütün güzel sanatlar öyledir esasında bir şeyi yaşarsanız hissedersiniz. Benim yaşadığım olayların başında tabiat olayları gelir ben İlkbahar ve Sonbahar’cıyımdır. Kızıma yazdığım onlarca parça var. Eşime mesela, 95 yılında eşim Amerika’dan Türkiye’ye kesin dönüş yapmıştı ona bir parça yazdım. Her albümün bir hikayesi var bir kahramanı var işte… Dönemsel olaylar oluyor onlardan da etkileniyorum. Mesela Soma faciasında 301 kişiyi kaybettik, onlar için yazdım. 2017 de çıkacak olan Spring Water albümünde var. Yoksa piyanonun başına oturayımda hadi ben bugün beste yapayım öyle siparişle beste olmaz.
“Müzisyen Çıkıp Sahnede Müziğini Çalmalı, Başka Bir Şey Düşünmemeli”

Nur Aydoğan
Yurtdışında jazz kulüpleri dolup taşıyor. Türkiye’de neden olmuyor? Jazz müziği ile toplum arasında nasıl bir ilişki var sizce?
Şimdi bakmayın aslında Fransa’da da birçok jazz kulübü kapandı. Amerika’da da eskisi gibi değil. Türkiye’de de her zaman her dönemde 1 – 2 tane jazz kulübü olur ama şimdi bir tane Nardis’imiz var Galata’da. Ondan evvel benim 2 tane denemem oldu. Nişantaşı’nda “Kerem Görsev Caz Kulübü” açtık, sonra kurucu ortaklarından olduğum Ortaköy’de bir kulübümüz vardı. Orada 1-2 sene durdum. Yani bir müzisyenin müzikten başka bir iş yapması imkansız. Yoksa hemen müziğiniz gerilemeye başlıyor. Ticaret bambaşka bir şey. Müzisyen çıkıp sahnede müziğini çalmalı. Başka bir şey düşünmemeli. Yani bugün kaç kişi geldi, ödemesini ne yapacağım vs düşünmemeli… Yani onun için bu jazz kulüpleri işletmek çok çok çok zor. Zuhal ve Önder Focan da büyük bir özveriyle bu işi hallediyorlar Galata’da. Niçin başka kulüp olmuyor, çünkü bir tane kulübü bile yeterince besleyemiyoruz ne yazık ki. Çok önemli bir şey bu.
Jazz müzisyenini tanımlamanızı istesem, neler söylersiniz?
Biz jazz müzisyenleri, gerçekten inanarak, severek, arkasında durarak çalan jazz müzisyenleri, (ki bu Türkiye’de izlenimime göre 25 – 30 kişi arasında değişen bir şey) biz Kızıldereli Atı gibiyizdir. Benim kimse üstüme eyer vuramaz. Bana binecek olacaksan kilim ile bineceksin (Kızıldereliler biliyorsunuz kilim ile ata biner). Bana hiçbir zaman istemediğim bir müziğe, bir notaya bastıramazsın. İstemediğim bir yerde para karşılığı, madde karşılığı çaldıramazsın. Jazz müzisyenlerinin böyle bir duruşu vardır. Biz inandığımız müziğin arkasından koşuyoruz. Hayallerin peşinde yaşayarak, kendi müziğimizi yayarak başkalarına hayal satmaya çalışıyoruz. Kendi müziklerimizden başkalarına hayal vermeye çalışıyoruz.
Jazz müzisyenin dışarıdan bakıldığında diğer müzik insanlarına göre farklı bir duruşu, bir profili var gibi. Sizce de öyle mi?
Jazz müzisyeninin duruşu; herkesin kendine göre var ama benim de kendime göre olmazsa olmazlarım var. Sevmediğim, istemediğim hiçbir insanla da, çaldığına inanmadığım hiçbir insanla da sahneye çıkmam. Çıkmak zorunda da değilim. Grupçuluğu seviyorum, tek eşliliği seviyorum jazz’da. Bizim grubumuz öyle Ferit Odman, Kağan Yıldız, Engin Recepoğulları da katıldı son dönemlerde. Bir Quartet’imiz bazen Trio’muz var. Ernie Watts geliyor onunla bir grubumuz var. Büyük senfonik orkestralarla çalan gruplarımız var. Allan Harris geliyor Amerika’dan. Türkiye’den de sadece Elif Çağlar Muslu’yla müzik yapıyoruz, öyle bir grubumuz var. Ama inandığımız şey hepimizin ne biliyor musunuz? Biz tahtacıyız. Tahta ne demek? Akustikçiyiz. Akustik ne demek? Kontrbas, piyano ve davul. Elektriğe ihtiyacı olmadan, naturel aletlerle çalan insanlarız biz. Biz akustik müziği seviyoruz. Hayatımızın sonuna kadar da bu müziği nasıl geliştirebiliriz, nasıl daha sihirler bulup da kendimizi geliştirebiliriz bunun peşinde koşacağız. İşte bizim jazz’cı profilimiz bu.
Yeni genç jazz’cılara tavsiyeleriniz ne olur Kerem Bey?
Ben kimseye tavsiye veremem. Tavsiye de almam. Benim öyle bir huyum var. Herkese Allah akıl fikir vermiş. İzleye izleye, dinleye dinleye, öğrene öğrene, hatalar yapa yapa her şeyi kendimiz çıkartacağız. Tabi bunun eğitimi çok önemi. Genç jazz’cılarla aranız nasıl derseniz; e benim zaten gruptaki 2006 yılında oluşan Kerem Görsev Trio’da Ferit Odman ve Kağan Yıldız var. Onlar o zamanlar 24 – 25 yaşlarındaydı. Şimdi 30’lu yaşlarının ortalarına geldiler ve genç jenerasyon jazz müzisyenleriyle benim dostluğum, hukukum çok iyidir. Hepsinin bende ayrı bir yeri vardır. Bu bayrak yarışıdır hakikatten. Bizden önceki jenerasyonlar aldılar müziği başka yerlere götürdüler. Biz başka yerlere götürmeye çalışıyoruz. Bu müzik böyle. Yaşadığınız süreç içinde güzel müzikler bırakacaksınız, CD’ler yapacaksınız. Bu hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm dünyada tanınmasına faydası olacak, hem de ailenize. Mesela ben albümlerimi kızıma (şimdi 16 tane albümüm var) miras bırakacağım. Bunlar benim için çok kutsal ve önemli şeyler.
“Sahne Kutsal Bir Yerdir, Masal Anlatma Sanatıdır”

Nur Aydoğan
Peki dinleyicilerinizle aranız nasıl, sizinle iletişime geçenler oluyor mu?
Ben sosyal medyada sadece Twitter kullanıyorum. Twitter’da da yazıştığım onlarca yüzlerce insan var. En ufak soruya bile cevap veririm. Her yazılan maile cevap veririm. Bu benim kendi sorumluluğum. Her çalan telefona da cevap veririm. Kimseyi cevapsız, yanıtsız bırakmamaya çalışırım. Herkes ile iyi bir iletişimim var. Ben bir jazz müzisyeniyim. Hayallerimi sahnede paylaşıyorum. Sahne kutsal bir yerdir. Masal anlatma sanatıdır sahne. Eğer ki ben bu çaldığım müziklerle insanları etkileyebiliyorsam; onlardan iyi laflar, iyi dönüşler alabiliyorsam müziğim hakkında, bu beni son derece mutlu eder. Benim zaten amacım bu. İyi bir birey olarak yaşamak, Türkiye’yi de dünyanın her yerinde iyi bir şekilde temsil etmek, yeni arkadaşlıklar kurup onlarla da böyle müzikal olarak mailleşmek, konuşmak, sohbet etmek, yoldan geçen bir insanla oturup bir yerde bir çay içmek, bunları hiçbir zaman reddeden bir insan değilim ben.
Evli olduğunuzu biliyorum. Ancak bazı jazz müzisyenleri müzikleriyle evli olduklarını söylüyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?
Evliyim. Karımla da 1987 yılında tanıştık. Çok uzun süredir de evliyim. Evliliğim de iyi gidiyor, müzik ile aram da iyi gidiyor. Kızımla da iyi bir ilişkim var. Dostlarımla da iyi bir ilişkim var. Ben tabiat aşığı bir insanım. Şehirden sıkıldım. Kısa bir süre sonra da zaten ait olduğum yere, güneye gideceğim. Orada yaşıyorum ben. Toprağı seviyorum. Gürültü, patırtı, trafik bunlar benim yaratıcılığımı son derece zedelemeye başladı. 55 senedir İstanbul’da yaşıyorum. Daha ne olsun. Biraz da aşağıya gidip ara sıra İstanbul’a gelmek gibi planlarım programlarım var ve bunları da hayata geçireceğim.
“Emirgan” albümünüz; İsmi diğer albümlerinizin isminden çok farklı. Emirgan’ı çok mu seviyorsunuz?
Çok enteresan o. Emirgan albümümüzde çalıştığımız benim arkadaşım büyüğüm daha doğrusu, Ernie Watts. Yani şu anda 70’li yaşlarda ve dünyada birlikte çalmadığı insan yok. 1600 tane plak kaydında bulunmuş. Quincy Jones, Ernie Watts’ı almış 5 sene stüdyoya kapanmış bunlar. Los Angeles tayfası. Bugün bütün Amerikan film müziklerinde, dizilerinde o saksofon sesi Ernie Watts’tır. Onu bırakın The Rolling Stones’ta Ernie Watts 10 sene çalışmış. Diyor ki bana “10 senemi hatırlamıyorum”. Çünkü çok uç sınırlarda yaşamışlar. Ben Ernie Watts ile tanıştığımda Quartet West ve Alan Broadbent ile çalıyorlardı. Dünyanın en iyi saksofoncularından biri. Ve biz onunla Londra Filarmoni Orkestrasıyla Therapy albümünü yaptık. Oradan dostluğumuz başladı. Konserler yaptık, turneler yaptık. Ondan sonra Emirgan çay bahçesinde otururken aşağıda, bir melodi aklıma geldi. Hemen koşa koşa geldim eve, piyanonun başına. O melodiyi yazdım. Albümün de ismi hadi “Emirgan” olsun. Çünkü burası 400 yıllık mazisi olan bir mahalle. Bakkalıyla, kasabıyla, eczanesiyle her şey var burada. Ben Emirgan’dan denize de giriyorum. Parçanın provalarını da evde yaptık. Biz burada çalıyorduk parçaları. Bütün Emirgan ayağa kalkıyordu Saksofon sesinden Ernie sayesinde… Ondan sonra stüdyoya girdik 6 saatte bitirdik albümü. Bir sene sonra turnesini yaptık. Turnesini yaptıktan sonra da “Four Days” isimli albümü yine Ernie Watts ile beraber yaptık. Yani bu son çıkan iki albümü Ernie Watts, Ferit Odman, Kağan Yıldız ile birlikte yaptık.
Son olarak diğer albümlerinizden de bahsedelim mi? Ve 2017’nin Mart ayında çıkacak olan son albümünüzden, sanıyorum o özel bir albüm sizin için?
İlk albümümü 1998 yılında çıkartmıştım. Hands & Lips. Eller ve Dudaklar. E şimdi eller – dudaklar diye bir şey var mı? Var tabii. O eller kimin elleri? Brezilyalı kadın piyanist Eliane Elias’ın elleri. Dünyanın ilk kadın piyanistlerinden biridir. Dudaklar kimin? Toots Thielemans armonika sanatçısı. Bunlar 1993 yılında Türkiye’ye geldiler. Brasil Project diye. O konserdeydim zaten. Ben bir de konserlere gitmeyi çok severim. Konserde çalmayı da çok severim. Çünkü büyük kutsal bir siyah piyano vardır sahnede. Davullar vardır. Sahne, mesajınızı vermek için ideal bir platformdur. Albümlere gelince işte “Hands & Lips”, o kadının güzel ellerine (güzel derken o piyanoyu çalan ellerine) Toots Thielemans’ın da dudaklarına yazdım. Dediler ki niye buna İngilizce isim koyuyorsun da eller dudaklar demiyorsun diye. Hayır. Ben o zaman da söylemiştim şimdi de söylüyorum. Müziği Edirne’den Kars’a kadar hiçbir zaman yapmadım. Bir gün dünyada nasıl sahnelere çıkıp, festivallere çıkıp McCoy Tyner, Herbie Hancock, John Coltrane’lerin çıktığı büyük dev sahnelere ben nasıl çıkarım diye hayaller kurardım daha o yaşlarda. Aa bir baktım bu albümler artmaya başlayınca teklifler geldi. Ben de dünyadaki en önemli jazz festivallerinde çalmaya başladım. Allah’a şükür ne kadar mutlu oldum. Yani bunlar paranın satın alamayacağı mutluluklar. Umbria’da da çaldım. Pek çok jazz festivalinde çaldım. İstanbul Jazz Festivali’nde 15 – 20 kere çaldım. Avrupa’da pek çok festivallerde bulundum. Özel konserler verdim. Bunlar benim hakikatten çocukluk hayallerim. Ufak ufak oluşmaya başladı. Hala daha gidiyorum çalıyorum. Çok mutlu oluyorum. Kendimi amatör gibi hissediyorum gidince. O kadar güzel ki. Son albümüm “Four Days” 5 – 6 ay önce çıktı; yine Ernie Watts ile birlikte yaptık. Ondan önceki Emirgan çıkmıştı. Şimdi de işte 2017’nin Mart ayını bekliyorum heyecanla. Los Angeles’ta 2 tane de klip çektik onlara. Ama klip öyle sokaklarda, üstü açık arabalarda falan değil, sadece stüdyoda çalarken. Niçin 2017’de çıkacak derseniz de şöyle, benim konservatuara girişimin 50. Yılı oluyor Mart 2017.
Kerem Görsev’e konukseverliği, tatlı sohbeti ve samimiyeti için; bu güzel söyleşi için teşekkür ediyorum.