Jazz’ın küçük ama mutlu müzisyen, dinleyici, yapımcı, yayıncı, organizatör, tanıtımcı döngüsünde yaşayıp giderken aramıza yeni katılan arkadaşlarla umutlanmamak işten değil. 21. İstanbul Jazz Festivali’nde Genç Jazz yarışmasını kazanıp beş yıl boyunca olgunlaşmayı bekleyen Cazzip Project ilk albümü “Stories”le söz konusu umudun bu aralar en güçlü kaynaklarından biri. “Yaşasın yeni bir jazz albümü” hevesine binaen değil, gerçekten çok iyi bir ilk albüm olması açısından durum önem arz ediyor. Yetenekli üç genç müzisyenin özenle düzenleyip seslendirdiği son derece özgün ve kompleks bestelerden oluşan “Stories” bir yönüyle daha mühim. Bu albüme dek jazz kaydı yayımlamamış olan TMC ana akımın dışında kalan bir müziğin sorumluluğunu ve temsilini üstlenerek “Stories”le birlikte çok değerli bir ilk adım atmış oldu. O zaman yeri gelmişken, yapımda ve yayında emeği geçenlere teşekkür edip Cazzip Project’ten Aslı Özer (piyano), Erhan Ertetik (bas) ve Ertuğrul Biber’e kulak verelim.
21. İstanbul Jazz Festivali’nin Genç Jazz yarışmasını kazanarak Cazzip Project’in resmi açılışını yaptınız ama üçünüzün bir araya geliş hikayesiyle başlayalım.
Aslı Özer: Ben Güç Gülle’den birebir jazz teori eğitimi alıyordum. Erhan (Ertetik) ve Ertuğrul (Biber) de MMA’dan (Modern Müzik Akademisi) Güç Hoca’nın öğrencileriydi. Güç Hoca hepimizi tanıyor. Yaptığım parçaları, tarzımı, nasıl bir yetkinliğim olduğunu biliyor. Besteler vardı elimde ve bunları bir trio veya quartet olarak çalmam lazımdı. Bu enerjinin kiminle uyumlu olacağını bildiği için bir gün telefon açtı ve “MMA’da süper çocuklar var, tanışman lazım, hemen bir araya geliyorsunuz” dedi. Başlangıçta Ertuğrul yoktu ama gelince çok şükrettim. Tanıştık ve bir provaya girdik. O zaman elimde “7 Motions” vardı. Bu biraz da kompleks bir parça olduğundan oturtalım istedik ve oldu.
“7 Motions”da mikro tonlar duyuyorum ve bu tam Güç Gülle dokunuşu diyorum. Albümün genelinde de hissediliyor.
Erhan Ertetik: Hocamızın dokunuşları var tabii. “7 Motions”da bir swing kısmı var. Aslı melodik ve armonik kullanımları, ritmik değişiklikleri seviyor. Güç Hoca da öyle. O da bizim müziğimize yakın. Ve hocamızın olduğu provalarda iyi çalıyorduk.
Aslı: Güç’ün oradaki etkisi mesela araya bir swing eklemek veya davul solonun altını doldurmak gibi; ama en önemlisi de çok bilgili ve değerli bir insan olarak bizi bir araya getirmesi ve motive etmesi. “7 Motions” ı iyi çalınca, grup budur diyerek devamını getirdik.
Gruba Cazzip demenizle ilgili itirazımı en başta iletmiştim. Jazz projelerine içinde jazz geçen isim verme kısmını geçersek, en azından neden Jazzip değil, neden Cazip değil?
Aslı: Orada iki z mi olsun tek mi tartışması hep oldu. Cazibe ile jazz’ın iki z’sinin birleşimi dedik. Mesela Genç Jazz’a çıktığımız zaman baktık iyi geliyor seyirci yorumları. Ritme uydular. “Baya cazip bir projeymiş” gibi cümleler duyduk, kamera kayıtları var. Ama Ertuğrul’un farklı yorumları da var:
Ertuğrul Biber: Caz-zip diye düşündüm. Hani sıkıştırılmış dosyalar vardır ya, zip dosyaları. Çünkü parçaları hep zip dosyası olarak yolluyoruz ya aramızda. Öyledir ya. İsim koymak zordur her zaman.
“HIP”e hip mi diyoruz? Standart trio sound’unu sevsem de ve parçaların tamamı iyi düzenlenmiş olsa da, nefesli duymaktan hep hoşnut kalan biri olarak beni içine ilk çeken parça HIP oldu. Siz oradaki nefesliyi nasıl duydunuz?
Aslı: “HIP”, Hands In the Pocket aslında, eller cepte. Erhan çok uzun diye onu söylemek istemedi, Hip aşağı hip yukarı derken o zaman kalsın dedik.
Erhan: Parçanın ilk düzenlemesi çok başkaydı. Başka bir parçadan çıktı aslında. Başka bir parçanın melodisi, sonra B bölümü filan derken dedik ki, bu bize uymuyor, parçayı biraz değiştirelim. O zaman da yine bir groove vardı ama biraz kendi sound’umuza çekmemiz lazımdı. Parçanın girişi üstüne Aslı çok güzel bir melodi yazdı. Sonra brass’la nasıl tınlar dedik. Aslında direkt çaldığımızda da brass duyuldu. Yine trio olarak çaldık, ilerlettik ama kaydederken brass’la kaydedelim dedik. Kayıtta da Samet (Kocamemiş) çok keyifli çaldı, sağolsun.
Bir diğer favorim “Blue Days”deki bas yürüyüşü muazzam.
Erhan: “Blue Days” aslında en zor parçamız. Odd time 7/8 bir parça ama çok değişiyor, duygusu çok yoğun bir parça. Ne kadar iyi çalsan da o duyguyu veremedikten sonra olmuyor. Bizim için önemli, özellikle sahnede çalarken. Fretless çaldım orada, o yüzden de biraz ruhumuzu okşuyor.
Aslı: Bütün parçalarda da var o, “Blue Days”de piyanoyu çalarken farklı bir yürüyüş var. Bas solonun altında inanılmaz bir yükseliş var mesela, Ertuğrul başka şekilde dolduruyor, Erhan da patlatıyor.
Diğer parçalar için de söyleyebilirim hem duygu hem de yapısal olarak parçalar katman katman ilerliyor ve bu çok iyi duyuluyor.
Aslı: Sanırım Cazzip’in özelliği bu. Bir melodinin içinden başka melodi, bir ritmin içinden başka bir ritm çıkıyor. Örneğin “HIP” dört dörtlük bir parça ama araya altı sekizlik bir bölüm koyduk, orada ruhu değişti. Bunu doğal bir şekilde yapmaya çalışıyoruz, dolayısıyla en sevdiğimiz şey. “7 Motions” ve “Blue Days”de de ritim anlamında bu geçiş çok hissediliyor. Sınırları nasıl aşabiliriz ve bunu nasıl natural bir hale getirebiliriz hissi. Oynuyoruz bir şeylerle, kalıbından çıkarıp zorluyoruz.
Ertuğrul: Ama doğal tınlaması zaman alıyor, direkt geçelim dediğimiz bir şey değil de bir hazırlık gerektiriyor. Nötralize etmek de bir mesele.
Peki Erhan ve Ertuğrul’a ortak sorum olacak. Kıraç, Gülşen, Bora Öztoprak gibi isimlerle de çalıyorsunuz. Bunu olumsuz görmüyorum ama merak ediyorum, avantaj ve dezavantajlar üzerinden düşündüğümüzde, pop müzikle jazz arasındaki geçişi duygu ve teknik olarak nasıl sağlıyorsunuz?
Erhan: Çok zorladığı zamanlar oluyor. Bir gün evde Charlie Parker ya da Coltrane deşifre ederken “Akşam Sezen Aksu’dan şunu çalacağız” diye mesaj geldiği oluyor. Bu, hayatın gerçeklerinden bir tanesi ama motivasyonu düşürebiliyor. Olumlu anlamda bakarsak da pop müzik müzisyenliği çok yönlü geliştiriyor, eşlik yönün, tanımadığın insanlarla birlikte çalma yeteneğin gelişiyor, ya da bir barda çalarken istek gelince bilmediğin bir parçaya eşlik ediyorsun. Ben çok fazla stüdyo kaydı çaldığım için bu anlamda bana faydası var. Çalıştıklarımızı uyguladığımız alan gibi. Orada daha çok eşlikçiyiz, burada hem eşlikçi hem solistiz.
Ertuğrul: Olumlu yönü tabii ki var, biraz daha yorucu. Gece hayatının yoruculuğunun yanında biraz daha iş gibi, yapman gereken şeylerin hepsi belli. Müzik adına pek bir özgürlük yok. Ama keyifli yanları var. İkisi de güzel. Michael Jackson’a çalmak isterdim ama jazz’ı niye seviyorsun dersen, çok özgür. Jazz hayat gibi bir şey.
Güzel mevzu açtınız. Yerli yabancı, yaşayan yaşamayan, kime çalmak isterdiniz?
Aslı: Ben Sting.
Ertuğrul: Sting’e iki. Ben’in (Wittman) yerinde olmak isterdim.
Erhan: Ben Gil Scott isterdim. Çok seviyorum. Geçende sabah 7-8 gibi Gil Scott dinliyordum.
Aslı’ya dönersek, Türkiye’de kendi sözlerini müziklerini yazan çok sayıda kadın vokalistimiz var ama enstrümantalist az. Ve bu konuda ciddi eksik olduğunu düşünüyorum.
Aslı: Ben piyanoya altı yaşımda klasik müzikle başladım. Sonra vokale sarıp piyanoyu kapattığım bir dönem var. İki sene hiç piyano çalmadım. Sonra geri döndüm. O zaman progressive müzik dinliyordum, Dream Theater önümü çok açtı. Jazz’a geçince kendimi çok özgür hissettim. Klasik müzikte de geniş bir alan var ama önümde yedi oktav var. Sınırları aşınca kendimi tanımaya başladım. Pese gidiyorum başka, tize gidiyorum başka, inanılmaz bir duygu. Kendimi bulmaya başlayınca bu enstrümana yapışmam gerektiğini anladım. Çok örnek aldığımı insanlar da var, mesela Hiromi. Mükemmel enerjik bir kadın ve ben de enerjik bir insanım. Ben de piyano tuşlarını kırana kadar çalmış olabilirim. O duygu yoğunluğu beni çok özgürleştirdi. İşin kadın kısmına gelirsek, ciddi bir eksiklik var. Kendimize güvenmemiz lazım.