Jazz ve Politika IV
II. Dünya Savaşı Yıllarında Jazz
Jazz ve Politika I için tıklayınız
Jazz ve Politika II için tıklayınız
Jazz ve Politika III için tıklayınız
Geçen yazıda Sovyetler Birliği’nde Stalin döneminde jazz’ın durumunu ele almıştım. İnişli çıkışlı, dönemin koşullarına göre değişkenlik gösteren bir durumdu. II. Dünya Savaşı, ilginçtir ki, Sovyetler’de jazz’ı olumlu etkiledi. Burjuva ve emekçi kesim arasındaki kültürel ayrım kalktı. Kızıl Ordu’nun sürekli cephede moral vermek için başvurduğu müzik jazz’dı. Yanı sıra, Sovyet müzisyenler ve orkestralar da cepheye jazz konserleri vermeye gidiyordu. Artık jazz, klasik müzik gibi sanatsal ve kültürel bir işleve sahipti. Kızıl Ordu Orkestrası, Amerikan standartlarını çalıyor, Rus halk ezgilerini, ballad’larını jazz’a uyarlıyordu. Buna ek olarak, Rus askerleri, kısa dalgadan yayın yapan Birleşik Devletler Silahlı Kuvvetler Radyosunda Amerikan jazz’ını dinliyorlardı. Başlangıçta Sovyet hükümeti, giderek cephede, kentlerde, köylerde yayılan Amerikan kültürü ve müziği etkisini ciddiye almadı. Ancak, Kızıl Ordu’nun Stalingrad zaferinden sonra jazz’a karşı bir hareket başladı. Leonid Utesov, orkestrasına “ucuz müzik” çaldırdığı için suçlandı. Müzik eleştirmenleri de cephede çoğunlukla halk müziği dinlenmesini, çalınmasını öneriyordu. Tüm bunlara karşılık, 9 Mayıs 1945 kutlamaları sırasında her yerde jazz çalıyordu. Hatta, Gosdzaz Orkestrası Moskova’da Kızıl Meydan’da bir konser vermişti.
II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından jazz ve popüler sanatlara karşı baskı hareketi başladı. 1946 yılının sonunda, savaş sırasında ün yapan jazz müzisyenlerinin çoğu tutuklandı. Tutuklanmayan diğer müzisyenler de başka biçimlerde baskıya uğradı. Örneğin, Radyo Jazz Orkestrasının şefi Aleksandr Tsfasman’ın rütbesi alındı, Gosdzaz’ın adı “Eğlence Orkestrası” olarak değişti. Yanı sıra 1948’de Kızıl Ordu Jazz Orkestrası dağıtıldı. Yeni baskılar ve kısıtlamalar, 1929-30’daki uygulamalarla aynıydı: Eksik beşli akorlar, bakır üfleme çalgıların vibratosu yasaklandı. Trompetlerin wah wah efekti, artistik hataydı. Aşırı tempo gereksizdi ve her jazz davulcusu suçlu görüldü.
Bu yasaklamalar, dolayısıyla popüler müziği Sovyet sınırının dışına itti. Baltık Radyolarında, Voice of America ve BBC’de olduğu gibi bol bol jazz müziğine yer veriliyordu. Estonya’da sıkı denetime karşılık canlı bir jazz ortamı vardı. Sonuç olarak;1946’dan Stalin’in ölümüne kadar, müzik üzerinde baskı sürdü, “jazz” sözcüğünü telaffuz etmek bile sakıncalı görüldü. Bu zor zamanları, 1950’lerden sonra parlak yıllar izledi jazz sanatı için… Eddie Rozner ve Oleg Lundstrem orkestralarının Moskova konserleri müthiş ilgi görüyor, bu da yeni toplulukların kurulmasına yol açıyordu. Örneğin, Leningrad’da Iosif Vainstein, Moskova’da Vadim Ludvikovsky ve Riga Variety orkestraları… Bununla da yetinilmedi ve Avrupa’dan yetenekli aranjörler, solistler getirilmeye başlandı. Yeni yeni topluluk ve orkestralar ortaya çıktıkça konserler yetersiz kaldı, dolayısıyla jazz kulüplerine gerek duyuldu. 1950 sonrası ortaya çıkan belli başlı orkestraların kurucuları ise; German Lukyanov, Gennady Goldstein, David Goloshekin, Nikolai Levinovsky, Vyacheslav Ganelin, Alexei Kozlov, Roman Kusman, Nikolai Gromin… Ganelin, Kozlov, Kusman ve Gromin Rus modern jazz’ının öncüleriydi. Bu ayrı bir yazı konusudur.
II. Dünya Savaşı’nda A.B.D.’da Jazz
Amerika, 7 Aralık 1941’de savaşa girdiğinde jazz da savaş aracılığıyla okyanus ötesine ulaşacaktı, ülkenin en gözde tarzı olan Swing ile… Görevi, ordunun kadın ve erkek askerlerine kendilerini evlerinde hissettirmekti. Down Beat dergisinde bu görev; “Orkestra üyeleri artık yalnızca jazz müzisyenleri değil, aynı zamanda birer müzik askeridir” diye ifade ediliyordu.
Cephede durum böyle iken ülkede müzik endüstrisi zor günler geçiriyordu. Karartmalar ve sokağa çıkma yasağı, çoğu gece kulübünü, dans salonlarını da karanlığa gömmüştü. Buna ek olarak %20 eğlence vergisi nedeniyle ülkenin her yerindeki dans salonlarını kapatmıştı. Ayrıca, benzin ve lastik sıkıntısı ulaşımı olumsuz etkilemiş, müzisyenleri trenle yolculuğa zorlamıştı. Konser turları için tren yolculuğu ise çeşitli nedenlerle uygun değildi. Plak sanayii durmuş, şirketler jukebox ve çalgı yapımına ara vermişti.
Müzisyenlere gelince, orkestralar askere çağrılmalar nedeniyle dağılmaya başlamıştı. Örneğin Jack Teagarden, orkestrasının 17 üyesini orduya kaptırmıştı. Gidenlerin yerini alan genç ve acemi müzisyenler ise ünlü orkestra şeflerine kök söktürüyordu. Tommy Dorsey; “genç bir trompetçiye haftada 500 dolar veriyorum ama o burnuyla bile üfleyemez” diye yakınıyordu. Çoğu müzisyen üniforma giyerken ülkenin her tarafında “Kız Orkestraları” türemeye başlamıştı. Görevleri, dans müziği yapmak, savaş bonoları satmaktı.
Orkestra şefleri de askere yazılıyordu. Glenn Miller orkestrasının “In The Mood” adlı ünlü swing parçası, savaş yıllarının gözdesiydi. Orkestrayı dağıtmak zorunda kalan Miller, hava kuvvetlerine yazıldı ve orada Air Force All Star’ı kurdu. 1944 yılında İngiltere’ye BBC’de sürekli emisyon yapmak üzere gönderilen Miller, aynı yılın Aralık ayında, Paris’e konsere giderken uçağı İngiliz Kanal’ında kayboldu.
“Swing Kralı” Benny Goodman, sırtını incittiği için askere alınmadı. Ama o ve orkestrasının birçok üyesi, USO (United Services Organizations)’a gönüllü oldular. Denizaşırı savaşan askerler için özel kayıtlar yaptılar.
Artie Shaw, Güney Pasifik’te turlayan bir Deniz Kuvvetleri Orkestrası kurdu. Sıcak ve aşırı nem çalgıları çok etkiliyordu. Orkestranın bulunduğu gemi tam 17 kez Japon uçaklarınca bombalanmıştı. Shaw’un unutamadığı anlardan biri de, uçuş güvertesinde konser verdikleri sırada 300 bin askerin alkış sesi…
Askere yazılmak isteyen siyah (Afro-Amerikan) müzisyenler için durum farklıydı. Bazısı, ruhsal dengesizlik ve kötü alışkanlıklar bahane edilerek geri çevriliyordu. Siyahların üniforma giymesi pek hoş karşılanmıyordu. Dizzy Gillespie o dönemi; “Asıl düşman Almanlar değildi. Hergün gerek fiziksel gerek moral olarak bizi tekmeleyen beyaz Amerikalılardı” diye anlatıyordu. Oysa Amerikan kültürünü savaş yıllarında okyanus ötesine taşıyan siyahların jazz’ıydı…