Bulut Gülen jazz sanatçısı, besteci ve eğitmen. Trombonu solo olarak kullanan önemli sanatçılarımızdan. Ancak içinde hep daha iyisini yapma, hep daha ileriye gitme isteği var. Bu durum, sözlerinden anlaşılacağı gibi, gözlerinden de okunuyor. Gülen, Devlet Konservatuvarı’nda başladığı öğrenciliği boyunca, Aycan Teztel gibi önemli sanatçılarla çalıştı. 2009 yılında Arif Mardin özel ödülünü kazandı. Berklee Concert Jazz Orchestra ile jazz dünyasının önemli isimleriyle çalıştı.
Çok istediği, harika müzisyenlerle harika bir kayıt süreci geçirdikten sonra “Su” albümü doğdu. Albümdeki dokuz parçanın sekizi Bulut Gülen’e ait. Ayrılık, herkesin bildiği Azeri bir türkünün düzenlemesi. Ferit Odman, Ozan Musluoğlu, Can Çankaya, Şenova Ülker, Engin Recepoğulları ve Önder Focan var albümde. Su gibi bir albüm olmuş. “Su” aslında bildiğimiz, içtiğimiz su değilmiş. Bir deniz kıyısında yalnızken sabaha karşı aklına gelen bir melodiden oluşmuş. Mesela albümdeki “Erik” adlı parça da Amerika’daki jazz kompozisyon ödeviymiş. Her birinin bir hikayesi var; her biri Bulut için olduğu kadar bizler için de özel bir hale geldi.
NTV Radyo’daki “Bizim Cazcılar” programıma katılan Bulut Gülen’le neredeyse albümdeki tüm parçaları çaldık. Benim tavsiyem “Ayrılık” ve albümle aynı adı taşıyan “Su”. Sizler de sizin için seçtiğimiz bu parçalardan birini açıp, Gülen’in hikâyesini okuyabilirsiniz. Bu, bu müzik yolculuğunu daha keyifli hale getirecektir…
Müzik Bildiğimiz Bir Şeydi
Müzik hayatıma 9 yaşındayken girdi. Eskişehir doğumluyum. Anadolu Üniversitesi’nin açtığı bir çocuk korosunda 12 yaşına kadar söyledim. Müzik ile böyle tanıştım. Koro öğretmenim de konservatuara gitmem için beni teşvik etti. O koro aslında benim kariyerimi müzisyen olarak devam ettirmemi sağladı. 11 yaşında Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na yarı zamanlı piyano eğitimime başladım. 1993’te Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’na trombon bölümüne girdim. Ortaokul, lise, üniversite, hepsini tam zamanlı konservatuvarda okudum. Bizim zamanımızda yarı zamanlı yoktu. Ardından İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na girdim. 2005 senesinde Amerika’ya gittim. Orada Berklee College of Music’te trombon performans okudum. 2011 yılında geri geldim. O tarihten bu yana da İstanbul’da yaşıyorum. Ailemde de müzisyenler var. Yani konservatuvar bize uzak bir yer değildi. Özellikle baba tarafımda çok müzisyen var. Piyanistler, kemancılar var. Müzik, bildiğimiz bir şeydi ve beni çok desteklediler.
Abdullah, Sence Olur Mu Bundan Tramboncu?
Trombona geçtiğimde ilk seneler çok disiplinli çalıştım. Zaten o yaşlarda iyi çalışmazsanız bu tarz enstrümanlarda o temeli sağlam oturtamazsınız. Hacettepe’nin yeri bende başkadır, o ilk çocukluk dönemlerimde. Neden trombon? Bizim dönemimizde konservatuara girmek çok zordu. Şimdiki gibi değildi. Yani 3 ön elemeden geçmiştim Hacettepe’ye girerken. Son elemede bütün o okulun jürisinin önüne çıkarsın ve orada onlar sizi yönlendirir.
Trombon Ne Ki?
Komik bir sınav hikâyem var. İlk iki elemeyi geçtim. Üçüncü elemede konser salonunda yaptılar sınavı, en üst kattaki merdivenden bir beyefendi beni çağırdı. Ben de yanına gittim. “Ağzını açar mısın?” dedi. Açtım ve dudaklarımı elleriyle yokladı. Göbeğime vurdu. Ondan sonra yanındakine dönüp (yanındaki trombon hocasıymış sonradan öğrendim), “Abdullah, sence olur mu bundan tromboncu?” dedi. “Boyu uzar mı peki?” dedi. Yaşımı sordu, 12 dedim. “uzar uzar” dedi. Ondan sonra döndüler, “trombon çalmak ister misin?” dediler. “Trombon ne ki?” dememle bir kahkaha koptu. Ardından isterim dedim. Sonuçlar açıklandı, trombon. Allah Allah, trombon nedir acaba?

Bulut Gülen (Photo: Yiğit Güney)
Dünyaya Bir Daha Gelsem Yine Tromboncu Olurum
Uzun yıllar İstanbul Konservatuarı’nın müdürlüğünü yapan Ova Sünder bizim baba tarafından akrabamızdı. Hemen onu aradık. “Ova teyze trombona aldılar beni, trombon nedir?” dedim hararetle. Hiç unutmam, “Bulut’cuğum trombonu çoğu kişi iyi çalamaz ama iyi çalan da ömrü boyunca trombondan kopamaz” demişti. Sakın endişelenme, muhakkak çal diye tembihledi. Şimdi düşünüyorum. Dünyaya bir daha gelsem yine tromboncu olurum. Çok sevdim, çok bütünleştim.
Hayatımı Adayacağım İş
Çocukluğum, jazz değil ama jazz’a yönlendirici müzikler dinlemeyle geçti. Blood Sweat & Tears dinliyorduk, Earth, Wind and Fire dinliyorduk. Chicago’ları dinliyorduk. Yani o dönemden bir yönelme vardı. Zaten kendi kendime solo çalmaya çalışmaya başlamıştım. Ama esas kırılma noktası yirmili yaşlarımda oldu. Klasik Müzik, büyüleyici bir müzik. Ben hala senfonileri, operaları dinliyorum. Çalıştım da aynı zamanda. Fakat hayatımı kazanacağım, hayatımı adayacağım iş olmadığını anladım ve sadece jazz çalmak istedim. Ankara’da tabii yönelecek çok bir yer yoktu. İstanbul’a gelmeme vesile olan Aycan Teztel ile tanıştım. Ondan sonrası çorap söküğü gibi geldi. Aslında puzzle parçaları birleşti. Ama yirmili yaşlarımın başından itibaren artık hayatım boyunca jazz ile uğraşacağımı biliyordum.
Tromboncuların Yaşayan Efsanesi
Yirmili yaşlarımın ortasında Amerika’ya gitmeye karar verdim. Hep bir hayaldir jazz müzisyenleri için Berklee’ye gitmek. Paris’e gittim, orada bir sınav verdim. İyi de geçti, iyi de bir burs aldım. Daha sonra Boston’a gittim. Orada tabii ilk 3 – 4 ay bocaladım. Fakat çok çok önemli, ekol bir okuldaydım. Phil Wilson’la çalıştım. Hala hayattadır kendisi. Yaşayan efsanedir. Hal Crook’la çalıştım. Birçok Big Band’de çaldım. New York’a gittim, Miami’ye gittim, Kanada’da Montreal Jazz Festivali’nde konserler yaptık. Yani bir jazz müzisyeni başka ne isteyebilir ki? O havayı teneffüs etmek çok başka bir haz. Buna ulaştığım için tabii kendimi çok şanslı hissediyorum.
Amerika’da kalmak çok istedim. Hatta hocam Phil Wilson dönmemem için benimle yaptığı son konuşmayı dün gibi hatırlıyorum. Boston’a kırk dakika mesafede bir üniversitede öğretmendi. “Bulut gitme, masterı burada yap, sana asistanlık da ayarlarım”. demişti. Fakat burada askerlikle ilgili -ki o dönem askerlik kolay değil, bedelli askerlik gibi bir durum da yoktu- problemim vardı. İkinci üniversitemi okuduğum için asker kaçağı gözüküyordum. O beni bir paniğe sürükledi. Eve devamlı mahkeme kâğıtları gidiyordu. Ailemi de biraz şişirdi bu durum. Artık ben gideyim, bunu halledeyim dedim. Ama geliş o geliş. Bir geldim bir daha çıkamadım. Bir ay önce New York’taydım, bir ay sonra Konya Ovası’nda sabah beşte asker kıyafetleriyle koşuyordum.

Bulut Gülen (Photo: Yiğit Güney)
Önemli Olan İyi Yapmak
Jazz nedir? Jazz bir müzik türüdür. Amerikan müziği aslında. Hatta Afro – Amerikan bir müzik türü. Kökeni oralara dayanır. Tabii birçok türü, çeşidi var. Hele günümüzde çok daha farklı kollara ayrıldı. Ben katı kuralları olan, bakış açısı dar biri değilim. İyi yapıldıktan, iyi söylendikten sonra Türkçe jazz da olsun. Hepsi olsun. Ayrıca sadece jazz da dememek gerekiyor. Mesela Türk Halk Müziğini de jazz formatına uygulamaya çalışanlar var. İşte Türk Sanat Müziğini de uygulamaya çalışanlar var. Tabii çok zor. Bunları iyi yapmak gerçekten çok zor. Bunlar tehlikeli deneyişler, tehlikeli sular. Ama iyi yapılan her şeye tamamım. Hiç katı kurallarım yok. Ama iyi yapılması lazım.
Sihirli Formül?
Bu müzikte ilerleme hiç durmuyor. Baktığınız zaman insanlar en iyi en olgun albümlerini ellili yaşlarında yapıyorlar. Çünkü bu iş spor gibi değil; bir yaştan sonra artık düşersin gibi bir durum yok. Aksine yaş ilerledikçe bu müzikte olgunlaşıyor fikirler. Yaratıcılığı çok fazla gerektiren bir müzik olduğu için çok çalışmak gerekiyor. Sürekli çalışmak, dinlemek, müziği sevmek gerek. Bahçeşehir Üniversitesi’nde ders veriyorum daha önce Hacettepe’de de verdim. Genç jenerasyon, her şeyi çalmak istiyor, ama çalışmak istemiyor. Benden sihirli formülü bekliyorlar. Tek formül var, o da çalışmak. Bir anda sana vahiy inmeyecek. Bir anda çalmaya başlamayacaksın. Doğuştan yetenekliysen bile.
Jazz, Tüyleri Diken Diken Ediyor
Bizde “Caz yapma” diye bir laf vardır. Jazz dendiği zaman insanların tüyleri diken diken oluyor. Şöyle bir çıkalım sokağa, biz bir fanustayız, özellikle biz jazz müzisyenleri. Gerçeklerle yüzleşmek istiyorsak sokağa çıkmamız lazım. O yüzden toplumun bizi anlamaması, bizim de onlardan uzaklaşmamız, bana biraz normal geliyor. Çünkü dünya iyi bir tarafa gideceğine kötü bir tarafa gitmeye başladı. Her gün, her yerde kalitesizlik özendiriliyor. Televizyonu açın, her taraf kalitesizlikle dolu. Eskiden çok daha kaliteliydi, ben öyle hatırlıyorum. Ben çocukken klasik müzik konserleri yayınlanırdı televizyonlarda, izlerdik. Biz öyle büyüdük. Jazz müzik programları yapılırdı. Şimdi, kim nerede nereye koşuyor, kim kime gidiyor, kim kiminle oluyor programları dolu. O yüzden halkla bu müziği buluşturmak zor. Ben açık bir şey söyleyeyim, zor. Ama imkânsız değil. Yani demek istediğim, müzikle kalmamız lazım…