Can Karakuş
Garanti Caz Yeşili Konserleri kapsamında trompetçi Jeremy Pelt, piyanist Danny Grissett ve Ozan Musluoğlu ve Ferit Odman ile birlikte Nardis’te sahne aldı. Grup ile provalarının ardından Nardis’te “jazzdergisi” için bir röportaj yaptık.
Daha önce Ozan’ın “40th Day” albümü için buradaydınız. Bu birliktelik nasıl başladı?
JP: İki kez kendi grubumla buradaydım. İkincisinde ise 2 gün buradaydık, bir gün kendi grubumlaydık, diğer gün de Ozan’ın projesini kaydettik.
DG: İlk kez buraya Vanessa Rubin ile geldiğimde Ozan’la çaldık ve hızlıca arkadaş olduk. Davulda da Ateş Tezer vardı.
Beraber çalmak nasıl?
OM: İnanılmaz. 40th Day albümünün kaydında bir çok beklenmeyen durumla karşılaştık. Buna rağmen Jeremy ve Danny inanılmaz sabırlı ve profesyonelce davrandılar. Başka müzisyenler belki bugün olmadı başka gün yaparız diyerek ayrılabilirlerdi ama onlar 5 saat boyunca beklediler. Onlara tekrar teşekkür etmek istiyorum.
JP: Ben böyle bir olay yaşandığını hatırlamıyorum.
DG: Ben de bunu düşünüyordum. Prova alarak ve çalarak bu zamanı doldurmuş olmalıyız herhalde.
OM: Normalde zaman planımızda saat 2’de ara vermek varken saat 3’tü ve henüz kayda başlayamamıştık bile. Onların da saat 6’da ayrılmaları gerekiyordu. Buna rağmen müthiş bir son enerjiyle çaldılar.
Jeremy, siz hatırlamasanız da sabrınız albüm kaydında en büyük rolü oynamış sanırım.
Jeremy senin müziğinde sürekli akan coşkun bir nehir duyuyorum. Danny’de de bir dinginlik var ve her bir nota değerli. Bu birbirini tamamlıyor, iç içe geçiyor gibi geliyor bana. Aranızdaki bu uyumu nasıl tanımlarsınız?
JP: Aslında sen oldukça iyi iş çıkardın tanımlarken.
DG: 10 seneyi aşkın zamandır birlikte çalıyoruz. Bu da bir neden.
Jeremy peki bu teknik ve müzikal yaklaşım nasıl ortaya çıktı?
JP: Uzun süre birlikte çalıştığın kişilerden aldıkların bir süre sonra kendi makyajın içerisinde ortaya çıkıyor. Kendin bile nasıl olduğunu anlayamayabiliyorsun. Uzun süre beraber takıldığın kardeşinle bir süre sonra farkında olmadan benzer espri anlayışına sahip olduğunu görebilirsin. Bu bir gecede olmaz.
Peki bu şekilde seni etkilemiş olan bir iki isim?
JP: İsim söylemeyeceğim. Ama şunu söyleyebilirim, bu bahsettiğimiz şey, birini uzun süre tanımanın bir ürünü. Bu akşam çalacağımız grupla ya da başka bir grupla 2 gün çalarak bu etkileşim seviyelerine ulaşamayız. Eğer yarın 7 aylık turneye çıkıyoruz diye karar verebilseydik farklı olurdu tabi.
Kendi grubunuzla çalmak ve festival gruplarında farklı müzisyenlerle çalmak arasında ne gibi farklılıklar var sizce?
DG: Büyük farklılıklar var. Kendi grubunuzda zaten parçayı bildiğiniz için nota okumak zorunda kalmıyorsunuz. Yol haritasını biliyorsunuz ve sadece dinlemeye odaklanıyorsunuz. Diğer yandan, Jeremy’nin de benim de yaptığım gibi kendinize bir davulcu ve basçı seçip sahne aldığınızdaysa konserin bir kısmı sadece parçaya doğru girip doğru tamamlamakla ilgili oluyor, çünkü senin müziklerine ve senin çalışınla ilgili detaylara hakim olmuyorlar. Burada bazen çok güzel sürprizler ve müziğe tazelik kazandıran dokunuşlar da olabiliyor, ama tereddütler ve dolayısıyla potansiyelin altında icralar da yaşanabiliyor. Ama yine de ben farklı müzisyenlerden birşeyler öğrenmeyi seviyorum ve bazen de hızlıca bir bağ yakalayabiliyorsunuz.
Peki böyle küçük bir kulüpte çalmakla büyük bir sahnede çalmak arasındaki farklar neler sizin için?
JP: Küçük kulüplerde çalmayı seviyorum.
DG: Ben de.
JP: Özellikle de iyi bir dinleyici varsa. Daha samimi bir kalabalık oluyor. Büyük konser salonlarında uzaklık oluşabiliyor. Yanlış anlaşılmasın, tabiki çok kalabalık bir dinleyiciyi asla geri çevirmem. Ama tercihim sorulursa kulüp derim, çünkü böyle küçük bir kulüpte dinleyiciyi daha çok hissedebiliyorsun.
DG: Büyük salonlarda çoğu zaman yüzüne vuran ışıklardan seyirciyi görmüyorsun bile. Sadece gölgeleri ve öndeki bir kaç kişiyi görüyorsun.
Son olarak müzik endüstrisinin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Dijital çağda kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?
JP: Kendimizi müzik nerede satıyorsa orada konumlandırmak durumundayız esasında. Cebimde CD’lerle buradaki konserime geliyor olacağım ve umacağım ki birileri hala fiziksel ürün seviyor olsun ve albümümü satın alsın. LP’lerle ilgilenen eskiler bile şu an dijital indirmeye sıcak bakıyorlar çünkü bu daha kolay. Bu pratik tabi, ama bu şekilde pek para kazanamıyoruz işin doğrusu. İstediğinde tek bir şarkı satın alma şansın var. Ama bu şekilde de kitapta bölümleri atlayarak okumaya dönüyor iş. Yani hikayeyi kaçırıyorsun.
İşin ruhunu kaçırıyorsun aslında…
JP: Evet ve bu da işin üzücü kısmı. Yaptığımız işte çok fazla para yok ve bu kesinlikle bir aşk işi.
Söyleşi için çok teşekkürler!