Sene bitti…Önceki yazılarımı ve özellikle “Corona Günlerinde Jazz” serisini takip eden jazz severleri bu seferlik biraz bekleteceğim, zira bu albüm için iki satır bir şeyler yazmak istediğimi fark ettim. Bu arada çok güzel albümler geldi. Yılların önyargısını kırarak oturdum, Lady Gaga bile dinledim (Tony Bennett ile yaptığı son albüm çok hoşuma gitti). Onun hakkında da çok kısa süre içerisinde okuyacağınız iki üç cümlem olacak…
Bu albüm hakkında yazmayı uzun süre erteledim, biraz da alışmak istedim, ama….”Ama”sı şöyle ki:
Kenarda köşede kalan albümlerin ortaya çıkması, son yıllarda adeta moda haline gelen bir durum. Bu durumla şahsen gene bir John Coltrane albümü ile tanışmış (1957 kayıdı, 2005 ilk baskılı Blue Note albümü “Thelonious Monk Quartet with John Coltrane at Carnegie Hall”) çok da sevinmiştim (ki bu albüm halen zevkle dinlediğim iyi bir konser kayıdı olarak rafımda yer almakta..). Coltrane’in aslında bir katılımcı (featuring) olarak bulunduğu bu albüm, içimde “Keşke ileride bir gün bir Coltrane albümü bulsalar da dinlesek!” arzusunun tohumlarının atıldığı albüm olmuştu, ve ne şanslıydık ki 3 sene önce Coltrane’in klasik dörtlüsü ile 1963 yılında kaydettiği ve o senelerden beni “kayıp” olan kayıtları “Both Directions at Once: “The Lost Album” olarak elbette ki Impulse’tan müzikseverlerle buluştu. Impulse’ın kendi depolama alanlarında yer açabilmek için tüm master kayıtlarını yok ettiği albümün sadece iki kopyası mevcuttu: biri Coltrane’in ilk eşi Juanita Naima’ya hediye ettiği kopya ve diğeri de ünlü prodüktör Rudy Van Gelder’ın Coltrane’in evde dinlemesi için hazırladığı kopya… Tabii sonrasında Coltrane’in oğlu Ravi’nin de bir şekilde bu kopyaları bulması, kopyaların Impulse’a iletilmesi ve adeta Coltrane’in evi olarak (“The House That Coltrane Built”) kabul edilen Impulse’un bu duruma adeta tüpsüz serbest dalış yaparak son yılların en çok ses getiren jazz albümlerinden birini bizlerle buluşturması…Sonrasında da, bu buluşmanın verdiği haz ile 2. “kayıp albüm” olan “Blue World”ün bizleri selamlaması…
Güzel hikaye, güzel bir pazarlama taktiği, ya da bir pazarlama taktiği olmasa da en azından her iki albümün satışları ile “onikiden vurulduğuna herkesin kesin gözü ile baktığı” bir “sonuç”…
Tamam, buraya kadar herşey normal, bir sıkıntı yok. Hiçbir zaman “bir arka sokak plak şirketi” olarak düşünmediğim Impulse’ın Coltrane nezdinde bir sonra atacağı adımları bekliyorduk, e tabii umduğumuz gibi de oldu, Blue World sonrası ilk sağlam adım olarak Coltrane’in magnum opus’u olarak kabul edilen A Love Supreme’in tamamının canlı kaydedildiği bir konser kaydının “bulunduğu” haberi jazz camiasında hızla yayıldı ve heyecanla, hatta stresle beklenmeye başlandı. ‘Stresle’ diyorum çünkü önümüzde Coltrane’in muazzam konser kayıtları varken bu albümün kalitesinin ne kadar iyi ne kadar düzgün olacağı da bir o kadar konuşuluyor, tartışılıyordu. Haber geldi: 1965’te Coltrane ile gene bir Impulse kayıdı olan “Om”da çalan Joe Brazil aynı senenin Ekim ayı başında Seattle’daki The Penthouse jazz kulübünde A Love Supreme’in bilinen “diğer” performasının da kayıtlarını almış. Bizim tarafta alkış, kıyamet, çok güzel – – ve tarihini hatırlamadığım bir haftasonu, “Part 1: “Acknowledgement”ı dijital ortamda tadımlık olarak yayınladılar.
Gündüz saatlerinde arabada idim ve “Oynat” tuşuna bastım, zira iyi bir albümü arabada yoğun trafikte dinlemenin de bir ‘test’ olduğunu düşünürüm.. Albümleri dinlemeden önce “fiziksel olarak ‘kötü’ bir ortamda albüm eğer ‘rahat’ hissettiriyorsa iyi bir şekilde kayıt edilmiştir” gibi bir düstur vardır yıllardır, nedense…
“Part 1: “Acknowledgement” başladı ama bir türlü sonu gelmedi…
22 dakikalık herhangi bir parçanın sonunu her daim getiririm. Ünlü kompozitör Şevket Akıncı’nın en önemli öğretilerindendir: “Parçanın hakkını vermek”… Hatta önceki yazılarımda da çoğu kez belirtmiştim.
“Hayır, olamaz… Yanlış bir şeyler duyuyor olmalıyım?” diyip araba radyosunun sesini biraz daha açtım, ancak ne yazık ki o beklediğim “çıkış” bir türlü gelmiyordu. 5 odalı bir evin bir uç odasında Elvin Jones, McCoy Tyner ile kulağınızın pasını güzelce silerken, diğer uç noktasında “bir adam” kendince birşeyler çalmaya çalışıyor, dinleyici olarak size “yakınlaşmasını”, size yakın bir odada “size de çalmasını” istiyorsunuz adeta. İyi bir ses düzeninde, iyi kulaklıklarla tekrar dinlemenin nafile olduğundan bahsetmeyeceğim tabii ki…
“Öl de ölelim!” Coltrane hayranları (biri de benim tabii…) beni bu yazıdan sonra dürbünlü tüfekle vurabilir belki, ama albümü ne yazık ki beğenmedim. Artık önümüzde derya deniz alternatifleri ile müthiş teknolojik olanaklar var, dolayısı ile “A Love Supreme” gibi bir şahserin ellerde bulunan konser kaydının en azından, belki de, (hadi azıcık umut!) birazcık daha temizlenerek, elden geçirilerek dinleyici ile buluşması daha mümkün, daha uygun olabilirdi…
”A Love Supreme’in yeni bir canlı performansı bulundu, haydi bakalım şimdi gelsin albüm satışları, plak satışları!” düşüncesinin ağır bastığını düşündüğüm Impulse karargahında eller adeta “gelsin paralar” şeklinde birbirine sürterken, gerçek bir kayıt dinlemek isteyen, böyle bir arzu ile bekleyen bünyeye bu albüm bence “birazcık” yetersiz geldi. Üst üste dinledikçe albümden daha da uzaklaşıyordum, uzaklaşıyorum.

John Coltrane Quartet (Photo: internet/unknown)
Ama merak etmeyin. Bolca alternatif mevcut:
-Hem davul, hem saksofon dinlemek istiyorsanız: Impulse’tan çıkan “Interstellar Space”te saksofonda John Coltrane, davullarda Rasheed Ali…Tam size göre
-“Yoo hayır, ben Elvin Jones ağırlıklı dinlemek istiyorum” diyorsanız: Impulse’tan çıkan ve Elvin’in Coltrane’le beraber çaldıkları sayısını hatırlamadığım kadar albümler var, albümlerdeki ses kalitesini düşünürseniz Rudy Van Gelder ismi tüm kapıları açıyor zaten.
-“Beni kızgın kumlarda bırakacak yeni nesil davul albümü dinlemek istiyorum” diyorsanız: Ted Poor’un geçen sene Impulse’tan çıkan “You Already Know”u var.
Yukardaki albümler yerine “Hayır Emre, ben “A Love Supreme”i canlı dinlemek istiyorum” derseniz ona da iki tane çözümüm var:
-Saksofonda Branford Marsalis, piyanoda Joey Calderazzo, kontrbasta Eric Revis ve davullarda Jeff “Tain” Watts ile 2003 tarihli The Bimhuis Jazz Club konser kayıdı “A Love Supreme – Live at Amsterdam”.
– Big Band formatını seviyorsanız, Wynton Marsalis önderliğindeki The Lincoln Center Jazz Orchestra’nın Palmetto’dan çıkan 2005 tarihli kayıdı: “A Love Supreme” .
Bu kadar alternatifi hiçe sayıp “Hayır Emre, Hayır! Ben “A Love Supreme”i John Coltrane’den canlı dinlemek istiyorum, ama senin yaşadığın hayal kırıklığını da yaşamak istemiyorum” derseniz ona da gene Impulse’dan gelen muhteşem bir çözümüm var. Albümüm önemli yeni baskılarından biri olan “ A Love Supreme: The Complete Masters” ile dinleyici ile buluşan “Live at Festival Mondial du Jazz Antibes” konser kayıdı…Dörtlü çiçek gibi çalıyor. Dinleyin, dinlettirin, sevin, sevdirin…
John Coltrane – “A Love Supreme: Live in Seattle”, koleksiyonerlerin raflarını süsleyecek bir “magnum opus” olabilir ya da “kenarda köşede kalmış bir albümün ortaya çıkması” kisvesi altında ödülleri toplayacak da olabilir (bu arada albüm, bu senenin Grammy adayları arasında bulunmuyor), ama benim ne yazık ki bu albümü dinleyecek kadar “kayıp bir vaktim” yok., 60’lı yılların jazz genre’sındaki ilk ve tek, Coltrane’in de ilk platinyum plak ödüllü albümünü stüdyo kayıt formatında dinlemek beni daha çok mutlu ediyor.
Sizlere yukarıda John Coltrane – “A Love Supreme: Live in Seattle” dinleyerek kaybedeceğiniz kaliteli ve değerli vaktinizi güzellikle taçlandırabileceğiniz 6 tane öneri sundum…Seçim sizin. Bu yazıyı hazırlarken albümü 2 kere daha dinledim, ancak düşüncelerim değişmedi.
Ha, ille de oturup Elvin Jones, Jimmy Garrison, az biraz da McCoy Tyner dinlemek isterseniz… Ona bir sözüm yok…