Yeni albümünüze adını veren “Lost Ghost” parçasının hikayesinden bahseder misiniz? Bu albümde hangi müzisyenlerle çaldınız?
“Lost Ghost”, beşli (quintet) formunda. piyano, kontrbas, davul, trombon, tenor saksofon. Tenor saksofonu Engin Recepoğulları, trombonu Bulut Gülen, kontrbası Volkan Hürsever, davulu Ferit Odman çaldı. 8 tane benim kompozisyonumdan oluşan bir albüm. Mart başında LP olarak çıkacak. “Lost Ghost” esasında kayıp hayalet. Kayıp hayalet bir ironi aslında. Hayalet zaten kayıptır ama bu hayaletin kaybı. Bunu ben rahmetli bir arkadaşıma yazdım. Aslında bu insan Türkiye’nin en önemli piyanist bestecilerinden ve tromboncularından. Benim 1980’li yıllarda jazz müziğine başladığımda, ilk akorları gösteren ve beni eğiten kişi. Onunla yıllar yılı sahnede çaldım ve Türkiye’deki pek çok müzisyen de kendisiyle sahne aldı, ondan herkes onlarca şey öğrendi, fakat herkesin kavga ettiği, geçimsiz bir adamdı. Elvan Aracı… Allah rahmet eylesin öldüğünde bile hayalet gibiydi. İsveç’te vefat etti, orada yaşıyordu. Vefat ettikten 10 gün sonra evde cesedini bulmuşlar, yalnız bir insandı. Müzikten başka hiçbir şey yoktu hayatında, anti sosyal bir adamdı. Sahnede kavgalarımız olurdu çalarken, ama sonra hep müzik konuşurduk. Hayatında müzikten başka hiçbir şey yoktu, Allah rahmet eylesin benim üzerimde çok emeği vardır, her zaman söylerim. Ona yazdığım parçanın ismi “Lost Ghost”. Türkiye’nin en iyi tromboncularındandır Bulut Gülen. Trombonla bir şarkı yazdım, ona trombonla çaldırdım, Lost Ghost’u. Elvan Aracı’yı rahmetle anıyorum. Bu ona benim boyun borcumdu. Gönlümden geçerek ona bu albümü ithaf ediyorum.
8 parça var albümde ve bu 8 parçayı 4 saatte girdik kaydettik, overdub yapılmadı üzerine. Serhat Akinan 2 tane çok güzel klip çekti, onlar şimdi çıkacak. Mojo Cat’e çekti. Mojo Cat benim kedim. Zeus diye bir parça var, o da benim akbaş köpeğim. Her zaman olduğu gibi parçaların hikayeleri var. Eğlenceli bir albüm oldu. Emre Plak’tan çıkacak, yine her zaman olduğu gibi. Hüseyin Emre, Türkiye’nin en eski, en ünlü plakçısıdır. Mutluyum, bir albüm daha dünyaya, renklerin arasına, o müzikleri de katmak beni mutlu ediyor. Benim yaşam politikam bu. Albüm yapmayı seviyorum, ama her dakika değil. O albüm kalbime işlediği zaman. O müziklerin bir hikayesi varsa, öyle yazıyorum albümü.
Albümdeki diğer parçaların hikayelerinden bahseder misiniz?
Zeus benim köpeğim, onu 2 aylıkken Sivas’tan getirdim. Şimdi tam bir yaşında oldu ve Zeus çok hastalıklar geçirdi. Hastanelere girdi, serumlar takıldı, sonra toparladı, şimdi gayet sıhhatli. Mojo Cat, o da benim kedim. “25 meters down”, “Gardening”, hepsi bu albümde. “Bargain” var, pazarlık. Engin Recepoğulları ve Volkan’ın çok güzel soloları var. Hikayeler geldikçe kalben yansıyor bana, onlar müziğe dönüşüyor.
Stüdyoya giriyoruz, herkesin içinden ne geliyorsa patır kütür çalıyor ve çıkıyoruz. Özellikle haydi şunu şöyle yapalım falan yok. Jazz bu! Belli formları var benim müziklerimin. A’sı, B’si, C’si, sonra solo kısımları geliyor. Herkes kalbini, yüreğini koyuyor. Albüm bittikten sonra çıkıyoruz, evimize gidiyoruz. Doğum yapmış gibi, lohusa yatağında gibi hissediyorsun iki, üç gün. Çünkü yoğunluk oluyor. Sesler kayıda girmeden de aylarca, beynimde çın çın çınlıyor. Müzisyenlerin hepsi yetenekli olduğu zaman, hepsinin sololarda müziği kaldıracak katkıları oluyor. Bu benim için çok önemli.