Korona Jazz Kliniği I: Durum Raporu
Korona Jazz Kliniği II: Canlı Yayınlarda Varolma Mücadelesi
Geldik en sıkıntılı konuya. İlk yazımda, şu aralar hepimizin bir pazarlık masasına oturduğundan bahsetmiştim, hatırlarsınız. İşte bugünkü yazımda sizleri o masaya geri davet etmek istiyorum. Yeni gündem maddemiz şu: jazz sanatçısı ve emekçisi, ne kadar süreceği henüz kestirilemeyen pandemi döneminde, kendisini maddî açıdan nasıl güvence altına alınacak?
TÜMSEP GİRİŞİMİ
İyi sayılabilecek ilk haber yardımlaşma cephesinden. Bu aralar TÜMSEP adında bir platform kuruldu. Açık yazılışıyla, Türkiye Müzik ve Sahne Emekçileri Platformu. Sözkonusu platform, Haluk Levent’in öncülük ettiği AHBAP derneği ile işbirliği kurarak, Türkiye’deki sahne emekçilerine, özellikle de hiçbir maaşı ya da sosyal güvencesi olmayanlara erzak ve para yardımı sağlayabilmek için büyük bir çaba içinde. Ama Türkiye’deki her yardım toplama girişiminde karşılaşılan zorluklar ve bubi tuzakları onların da yolundan eksik olmuyor. Şimdilik sadece 4 kişilik bir aileye 2 ay yetecek erzak paketleri sunabildiklerini öğreniyoruz platformun Bursa temsilcisi Onur Yaman Bey’den. Hedeflerinde doğrudan maddî yardım paketleri de sunabilmek var. Bugüne dek toplam 6500 müzisyenden başvuru almışlar. Platforma yardım talebinizi iletmek için buraya tıklayabilir, gerekli adımları düzgün biçimde tamamlayabilmek için aşağıdaki videodan yardım alabilirsiniz.
TUMSEP’e başvuru yapmak için bu videodaki adımları takip ediniz.
Ankara’da Mansur Yavaş’ın yakın zamanda müzisyenlere yardım eli uzatmak için birtakım girişimlerde bulunduğu da elimize geçen diğer haberler arasında.
SPONSOR ŞİRKETLERDE SON DURUM
COVID-19 virüsüne bir aşı bulunana kadar muhtemel ikinci ya da üçüncü dalgalarla karşılaşmamız muhtemel. Yani bu uzun bir süreç. Ama jazz’cı jazz’cı ile bir araya gelmeli muhakkak. Aynı havayı bir şekilde soluyup birlikte müzik yapabilmeli. İşte bunun için, artistlockdown.com gibi (ki etnik jazz alanında aktif dostlarıma tavsiye ederim) biletli, çevrimiçi konser yayını yapan platformlar ve sahneler geçici bir çözüm sunabilir.
Kaldı ki önümüzdeki “normalleşme” sürecinde, fizikî konser alanlarımıza yavaş yavaş kavuşmaya başlasak bile, bu çevrimiçi konserler, özellikle genç nesil jazz’cılar için, hayatî önem taşımaya devam edecek gibi duruyor. Ama peki bu yayınlar düzenli bir gelir sağlayabilecek mi? Biz jazz’cılara özel çevrimiçi sahneler kurulursa bu sahneler nasıl finanse edilecek? İşte bu noktada sponsor şirketler kartı açılıyor jazz sanatçısının korona pazarlık masasında.
Türkiye’nin uzun süredir içine çekildiği ve pandemi ile volkan gibi patlayan ekonomik kriz ortamı, ülkemiz önde gelen şirketlerini de derinden sarstı, haliyle jazz gibi, aslında büyük kitlelere hitap etmeyen niş bir müzik türü için ayrılan bütçeler, ister istemez geri çekildi. Kaldı ki bugün, jazz’ın Florence Nightingale’i olarak tanımlayabileceğimiz Avrupa’da bile, önde gelen jazz festivalleri küçülüp, turneleri minimuma indirmekten ve lokalizasyona gitmekten bahsediyor.
Haliyle öyle görünüyor ki, özellikle biz genç jazz’cılar, sponsorlu çevrimiçi platformlarında yapacağımız canlı yayınlarda, maddî (hattâ manevî) haklarımızı korumaya çalışırken daha bir zorlanacağız. O yüzden bu alanda adımlarımızı atarken dikkatli olmalıyız diye düşünüyorum. Her şeyden önce, dayanışma inisiyatifimizi sponsor şirketler için değil, bizim gibi zor durumda olan diğer jazz müzisyeni dostlarımız ile yeni müzikler üretirken kullanmayı tercih etmeli; çok sayıda takipçiye ulaşma vaatlerinin büyüsüne kolay kolay kapılmamalıyız. (Bunun neden bir büyü olduğunu da, dünyadaki ünlü jazz sanatçılarının çevrimiçi dinlenme ve izlenme sayılarını aktardığım kısımda açıklayacağım.) Öte yandan, sponsorluk bütçlelerinin sanatçılara değil sosyal medya’yı yönlendiren hesap sahiplerine (yani influencer’lara) kayma ihtimali de söz konusu. Özetle, dönüşüm kapıda, biz de bu boş zamanımızda araştırmalarımızı yapıp, yeni yapılanma döneminin yapıtaşları belirlenirken katkı sağlamalı ve haklarımızı korumalıyız. Bu konunun detaylarıyla ilgili Açık Radyo programcılarından Tuğçe Yapıcı’nın birbabaindie.com’da kaleme aldığı yazıyı mutlaka okumanızı öneririm. (1)
BAĞIŞ ÇIKMAZI
Gelelim çevrimiçi platformların jazz müzisyenine vadettiği yardım toplama olanaklarına…
Spotify, kendi sistemi üzerinde kayıtlı sanatçılara, kendileri veya başka müzik emekçileri için doğrudan bağış toplama amaçlı “Artists Fundraising Pick” sistemini devreye sokmuş durumda. Sistem PayPal.Me, GoFundMe ve CashApp gibi çevirimiçi para toplama platformları ile entegre çalışıyor. Ama bu hizmetin milyonluk dinlenmeyen biz jazz sanatçıları için ne derece etkin işleyeceği şimdilik soru işareti. (2)
Hele YouTube’da tablo tamamen umutsuz. Çünkü YouTube, abone sayısı 100.000’in üstünde olmayan, dahası ABD, İngiltere ya da Kanada’da yaşamayan hiçbir kanal sahibine bağış toplama hakkı tanımıyor. (3) Hattâ Amerikalı jazz’cılar da pek şanslı değil bu konuda. Merak edip baktığım bazı isimlerin YouTube abone sayıları şöyle çıktı: Sting 876 bin, Herbie Hancock 276 bin, Tony Bennett 222 bin, Diana Krall 129 bin, Pat Metheny 84,6 bin, Joshua Redman 3,6 bin, Dianne Reeves 2,92 bin, Dee Dee Bridgewater 2,46 bin (4). Türk jazz’cıları hiç saymıyorum moralimiz bozulmasın diye.
Ama YouTube’a koyduğunuz videolardan para kazanabilmeniz için, kanalınızın son 12 ayda en az 4 bin saat izlenmiş olması ve en az 1000 aboneye sahip olması gerekiyor; ki bu ulaşılması daha kolay bir hedef gibi görünüyor. Yani YouTube’un tercihi olan 10 dakika uzunluğunda 240 video yayınlamış iseniz ve bu videolar 100’er kere izlendiyse iş tamam. Ama bizim 200 kişilik ankete baktığımızda, YouTube kanallarıyla ilgili sorulara gelen yanıtlar hayli pasif bir tablo çimekte.
Bağış toplama olanağı vadeden bir diğer platform ise Instagram. Sitelerindeki açıklamalara göre Instagram hesabınızı işletme hesabına çeviriyorsunuz, (ki bu bol bol “Haydi bana para ver de reklamını yapayım” iletileri almanıza yol açıyor), sonra bu hesabı facebook sanatçı sayfanızla bağlıyorsunuz, gerekli ayarlar yapıldıktan sonra sistem işlemeye başlıyor (5). Yaşı büyüklerimizi yormamak için fazla detaya girmeyeceğim ama özetinde tüm adımları izleseniz de sözkonusu sistem bizde çalışıyor gibi görünmemekte, özellikle de bağlı oldukları Facebook sanatçı sayfası 1000’den az kişi tarafından takip edilenler.
Aslında biz jazz’cıların bu dönemdeki kurtarıcısı bağışlar olacağa benzemiyor. Çünkü bağışlar araya büyük kurumlar girmediği sürece, devamlılık arz edemez. Yine de takipçilerin sanatçı sayfalarına aylık ücret karşılığı üye olduğu patreon.com gibi platformlar görece daha umut vadeden bir çözüm sunuyor olabilir. (Yine bkz. Tuğçe Yapıcı’nın yazısı) Buraları da denemekte fayda var.
KONSERLER NE ZAMAN BAŞLAYACAK?
Turizm Bakanlığı ve Valiliklerden gelen bildirgeye göre jazz kulüplerimiz 1 Temmuz 2020’da açılıyor. Peki kapalı oldukları halde, sırtlarına binen onca fatura, kira ve ağır vergi yükü altında ezilen bu kurumların kaçı bu tarihe kadar ayakta kalabilecek? Söz gelimi 120 kişilik kapasitesi olan bir jazz kulübü içeri 30 kişi alarak konser tertiplediğinde, müzisyen kaşelerini de geçtik, mekânın günlük masraflarını nasıl çıkaracak? Ki Norveç’te açılan jazz kulüplerinde şu anda içki ve yemek servisi de yapılmadığı elimize ulaşan bilgiler arasında.
Bandsintown’ın 7 bin takipçi arasında düzenlediği anket sonuçlarına geri dönersek, dünya genelinde müzikseverlerin %74’ü şartlar uygun hale geldiği takdirde canlı müziği fiziki ortamında izlemeye hazır. %30’luk bir kesim ise çevrimiçi konserlerden vazgeçmeyeceğe benziyor.
Bu yazı için Facebook ve Instagram hesaplarım üzerinden yaptığım iki mini anket gösteriyor ki, Türkler konser mekânlarına girmek için sonbaharı bekliyor, ki bu sonuç pandemi endişesinden ziyade Türk insanının mevsimsel sosyalleşme alışkanlıkları ile korelasyon gösterir nitelikte. Ama ya ikinci dalga beklentileri? Anketler genelde duygu ve düşünceleri tartar ama gelecek eylemleri asla tam ölçemez.
Instagram takipçi anketi sonuçları
Facebook Polls takipçi anket sonuçları.
Hesaplarımıza bu fire payını, ayrıca yeni neslin ücretsiz içerik bağımlılığını (6) ve Türkiye’de jazz konserlerine ara sıra tadılacak bir life-style deneyimi olarak bakanların azımsanamayacak çoğunluğunu eklersek, tehlike çanlarının çaldığını duymamak elde değil.
Öte yandan, Türk halkı olarak unutkanlığı kendine can simidi bellemiş, travma-kolik bir beyin yapısına sahibiz. Daha şimdiden sosyal medya hesaplarında virüse “çakma virüs” denmeye başladığını duyuyoruz. Haliyle ikinci bir virüs dalgası gelmemesi halinde, Türk insanının her zamankinden daha da büyük bir istekle mekânlara akın etmesi kuvvetle muhtemel. Tabii o zamana dek hayatta kalan mekânlara ve kapananlar yerine açılacak yenilerine…. Temennimiz jazz’ın sayılı kaleleri olan kulüplerimizin bu süreci en az kayıpla atlatması.
Şimdi de 200 kişi arasında gerçekleştirdiğim anketin sonuçlarına bakıp, jazz müzisyenlerimizin konu ile ilgili görüşlerini öğrenelim:
Bizim ankete göre jazz’cılarımız kulüplerin sonbaharda açılacağına inanıyor gibi, ama seyirci ile yüz yüze performans konusunda endişeler taşımaktalar ve bununla beraber festivallerin de imkânsızlaşacağından endişeliler.
STREAMING’DE JAZZ’CILARA GELECEK VAR MI?
Dünyanın tek “evrensel-niş” müziği olarak paradokslar aleminde şanlı yerini alan jazz söz konusuyken, CD ve plak satışlarından bir umut olmadığı aşikâr. Ayrıca kapanan mekânlarda artık çalınamayacak olan eserlerimizin lisanslama yasını tutmamıza da gerek yok. Biz jazz’cılar genellikle kendi bestelerimizi kendimiz çalıp söyleriz. Fizikî albüm satışlarının durması da büyük bir darbe indirdi denemez. Bizleri yıkan konserlerin, festivallerin, özel etkinliklerin, okulların ve albüm kayıt stüdyolarının kepenk kapatmış olması. Bağışçı ve sponsor şirketlerin eli de kolay kolay uzanamıyor. Elde ne kaldı? Dijital streaming (yani müzik dinleme ve müzikli video izleme) platformları. Bakalım pazarlık masasında streaming’den bir iki kuruş koparabilecek miyiz?
DİNLEME LİSTELERİNİN HAYLAZ ÇOCUĞU JAZZ
Önemli bir not: Aşağıda anlatacaklarım sadece kendi bestelerini yazıp yayınlayan jazz’cılar için geçerlidir.
Aslında günümüz dünyasının önde gelen dijital streaming platformlarına baktığımızda yine biz jazz’cılara pek yer yok. Çünkü bu platformlarda değer birimi alışılmışın aksine albümler değil, kullanıcıların oluşturduğu ve yaydığı şarkı dinleme listeleri, yani playlist’ler. Albüm ile şarkı dinleme listeleri arasında şöyle temel bir fark var: Albümü ona vakit ayırıp dinlersiniz. Ama şarkı dinleme listeleri daha ziyade günlük aktivitelerinize arka plan müziği sunma amaçlı varoluşlardır. Hal böyleyken de doğaçlamanın ön planda olduğu, ezberbozan jazz bu playlist’lerde pek bir huzursuz olur. Arka plan müziği olmayı asla kabul etmeyen haylaz bir çocuktur o! Sürekli ilgi kendi üzerinde olsun ister. Tam bir iş maili yazarken size imla hatası yaptırır, uykuya daldığınızda yatağınızda sıçratır, ya da sevgiliniz için romantik bir ortam yaratmak istiyorsanız, genel yanılgının aksine, hayli riskli bir seçimdir. Durum böyleyken en usta jazz müzisyenlerinin kayıtları bile, bu dijital platformlarda milyonluk dinleme sayısına ulaşamıyor. Bu milyonluk meselesine de birazdan geleceğim.
İlkin Spotify’a göz atalım. 23 Nisan 2006’da Stockholm’da kurulan ve ilk yıllar ticarî açıdan epey bocalayan şirket, sonra bir deve dönüşmüş. Mayıs 2020 itibariyle 286 milyon kullanıcısı var. Şirketin resmî beyanına göre bugün, çoğu Premium abonelerden gelen yıllık gelirin %70’i müzik hak sahipleri arasında bölüştürüyorlar. Ama bu “hak sahipleri besin zinciri”nde müziğin gerçek üreticisi olan müzisyenler, hele ki biz jazz’cılar en alt sıradayız; araya distribütörü, plak şirketi gibi birçok oyuncu giriyor.
Aslında Spotify zamanında bu ekosisteme iyi niyetli bir müdahalede bulunmak istemiş ve 2017 yılında, sanatçıların müziklerini, araya herhangi bir plak şirketi ya da distribütör sokmadan yükleyip paralarını doğrudan Spotify’dan tahsil edebilecekleri Upload Beta (7) hizmetini devreye sokmuş (8). Ancak yüklenen müziklerin kalitesini kontrol etmek ve açılan telif ihlali davalarıyla başa çıkmak zorlaşınca, Spotify sözkonusu hizmeti 2019’da yürürlükten kaldırmış ve bu şekilde yüklenmiş bütün parçaları sisteminden silerek işi tekrar dijital distribütörlere devretmiş. Bugün Spotify’dan jazz sanatçılarına 3 ayda bir gelecek ücret en iyi ihtimalle birkaç faturanızı ödemeye yetiyor. Milyonlarca dinlenmiyorsanız geçiminizi bu parayla sağlamanız imkânsız. Bu konuda internette sayısız hesaplama bulabilirsiniz. Bizde kimsenin bu rakamın köşesinden bile geçemeyeceğinizi hepimiz iyi biliyoruz.
Evet Spotify’dan biz jazz’cılara ekmek parası yok ama bu platform sayesinde insanların pandemi döneminde değişen dinleme alışkanlıkları hakkında bazı genel bilgiler edinebildik. Örneğin müzik sektörüne dair data analizleri yapan Beats & Bites adlı blogun Mart-Nisan Spotify ölçümlemelerine göre (9), pandeminin ilk patladığı dönemde insanlar müziği ikinci plana koyup TV haberlerine yönelirken, Nisan ayından itibaren, yani krizle ilgili yeterli bilgiyi topladıktan sonra, müzik dinlemeye kaldıkları yerden devam etmişler. Bu esnada klasik müzik, ambiant müzik ve çocuk müziği kategorilerinde 2019 mevsim normallerinden farklılık gösteren, bariz bir ilgi artışı yaşanmış. Ayrıca daha bir sosyalleşilerek dinlenilen dans ve RAP müziklerine olan ilgide düşüş tespit edilmiş.
Öte yandan pandemi döneminde videolu içeriklere, YouTube ve Netflix’e ilginin arttığı birçok raporda dile getiriliyor. Her gün milyarlarca izlenme alan YouTube platformunda biz jazz’cıların içerikleri de yüklü elbet, ama kanallarımızın abone sayısı düşük olduğundan, bu yükselişin dalgaları bizim sahillere ulaşmıyor. Jazz Kliniği II’de verdiğim YouTube takipçi rakamlarını hatırlarsanız hak vereceksiniz. Öte yandan Açık Radyo’nun internet sitesinin, birdenbire 4 katına çıkan dinlenme oranı nedeniyle çöküvermesi bize bambaşka bir parametre de sunuyor. Bu çelişkili verileri kuşak farklılıkları ile de ilişkilendirme şansımız olabilir diye hissediyorum. Ama şu bir gerçek ki tüm dünya evinde oturuyor ve müziğe artık bir arka plan uyaranı değil bir varoluş ilacı olarak ihtiyaç duymakta. İster görüntülü, ister görüntüsüz olsun…
Yani takipçilerimiz bizi bırakmayacak ve bizden yeni müzik duymaya her zamankinden daha istekli olacaklar. Türkiye’den elime geçen tek genel bilgi ise şu: Deloitte araştırma şirketinin raporuna göre, Nisan ayında çevrimiçi müzik tüketimimiz normalin %20’sinde seyretmiş ama bu durumun toparlanma potansiyelini yüksek görüyorlar (10).
Şimdi diyeceksiniz ki bu nasıl bir kliniktir ki, habire kötü haber veriyor. Aksine bunlar kötü haber değil. Bunlar gerçekler dünyasının bir özeti. Ve biz jazz’cılar içinde bulunduğumuz gerçekler hakkında ne kadar bilinçli olursak, kendimize has çözüm formüllerini geliştirmeye de o kadar vakıf olacağız. Yani bir nevi kötü şartların bilinciyle aşılanıp kendi antikorlarımızı üreteceğiz. Bu yazı dizininin dördüncü bölümünde söz konusu muhtemel formüllerden, yani yaşlısı genci her jazz’cıya yarayacak bir iki örnek ileteceğim.
(1) https://www.birbabaindie.com/2-bolum-canli-konser-yayinlari-ne-ise-yariyor/
(2) https://artists.spotify.com/blog/best-practices-for-the-artist-fundraising-pick
(3) https://support.google.com/youtube/answer/9457362?hl=tr
(4) Bu veriler 25 Mayıs 2020 tarihinde doğrudan YouTube üzerinde toplanmıştır.
(5) https://www.facebook.com/help/instagram/2031680250470701?helpref=related
(6) Amerika’daki Nielson Music/MRC Data’nın araştırmasına göre ABD’deki gençlerin sadece %17’si çevrimiçi konserlere ücreti ödemeye niyetli: https://www.billboard.com/articles/business/9388792/music-streaming-shows-strong-comeback-in-new-nielsen-music-mrc-data-covid-19-report
(7) https://en.wikipedia.org/wiki/Spotify
(8) Söz konusu 3 aylık ödemeler, dolaşımdaki parça sayınız, dinlenme oranınız ve yaşadığınız ülke gibi faktörlere göre hesaplanıyor.
(9) https://blog.chartmetric.com/covid-19-effect-on-the-global-music-business-part-1-genre/
(10) Bkz. 2. Rapor: https://www2.deloitte.com/tr/tr/pages/consulting/articles/kuresel-covid-19-salgininin-turkiyede-farkli-kategorilere-etkileri.html