Korona Jazz Kliniği I: Durum Raporu
Korona Jazz Kliniği II: Canlı Yayınlarda Varolma Mücadelesi
Korona Jazz Kliniği III: Müzisyenler ve Kulüpler Nasıl Hayatta Kalacak?
“Eyvah! Bizden Geçti” Demeyin (Don’t Say: “No Country For Old Men”)
Peki bu pandemi dönemi ve sonrasında, yaşı daha ileride olup, teknolojiyle pek arası olmayan büyüklerimiz ne yapacak? Aslında Chick Corea ya da Herbie Hancock gibi duruma anında adapte olanlar var. Ama öte yandan müzikal bilgelik -hele ki konu jazz müziği ise- 640 piksellik bir kutucuğa tıkıştırılacak şey değil. İşte tam bu noktada büyüklerime güzel bir haberim var. Avrupalı festival koordinatörlerinin sizler için de bir çözüm önerisi olacak.
Artık Bir Soluk Alma Zamanı
Evet ağırlaşan sağlık ve ekonomi krizi nedeniyle artık turne düzenlemek birkaç açıdan zor: 1- Bütçeler ciddi düzeyde daralacak. 2- Turne şartları zorlaşacak, “Yeşil Turneler” (Green Touring) dönemi başlayacak. 3- Yaşı ileride sanatçıların her gün dünyanın başka bir şehrine, karantina altına alınmadan seyahat etmesi imkân dahilinde olmayacak. İşte bu noktada Hızır gibi imdada yetişen fikir konuk sanatçı ağırlama programları, yani residential programlar olacak.
European Jazz Network’ün düzenlediği webinar’larda üzerine en çok kafa yorulan bu çözüm fikri hayata geçirilebildiği takdirde deneyimli jazz üstadları Tokyo-New York-Berlin-İstanbul arası mekik dokumak yerine, gittikleri her şehirde en az 3-4 gün, hattâ belki de bir ay konaklayacak, bu süreçte müzik üretecek, atölye çalışmaları düzenleyecek ve o şehirdeki yaşıtı ya da yeni nesil müzisyenlerle özel karşılaşma konserleri gerçekleştirecek.
Adaletin Terazisi
Tüm dertlere deva esas şifai reçete ise şu: Yeni kurulacak jazz dünyası düzeninde fırsat eşitliği ve küçük işletme-büyük organizasyon dengelerinin, neo-liberal dayatmalara kurban gitmeden, uzun soluklu düşünülerek, dikkatlice tesis edilmesi. Daha somut bir dille anlatmak gerekirse…
Gençler teknolojinin imkânlarına daha rahat ve daha sık ulaşabilirken, yaşı ileride jazz’cılar festivallerin ve diğer oluşumların konuk sanatçı ağırlama programlarından destek bulacağa benziyor. Ama her iki cephede de tüm nesillere fırsat eşitliği tanınması hayatî olacaktır diye düşünüyorum. Bunun için de yepyeni yapılanma çözümlerine ihtiyaç var. Yani dönemin popüler tabiriyle ezberbozmaya. Her şeyden önce, jazz farklı nesillerin bir arada konuşmasıyla devinen, usta-çırak ilişkisinin çift yönlü yürüdüğü bir müzik türü.
Ayrıca küçük işletmelerin ve büyük organizasyonların da bu terazide dengelenmesi gerekiyor. Evet festivaller yılda bir yapılıyor, bütçeleri daha geniş ve bir kulübün dört duvarına muhtaç olmadan park, bahçe, boş fabrika, boş depo gibi pek çok alternatif mekânda var olabiliyorlar. Ama konu jazz ise tek başlarına yeterli olamazlar. Çünkü jazz’da projeler prodüktör masalarında değil, o şimdi girmeye korktuğumuz, çoğu yer altına konuşlanmış kulüplerde şekilleniyor. Yani başka bir deyişle, jazz kulüplerinin doğal seleksiyona uğradığı bir dünyada jazz festivalleri de kasırgada kökünden sökülmüş bir ağaca dönecektir. Her gece birlikte çalmış müzisyenlerin bir ömür boyu kadim ilişkileri, yerini festival karşılaşmalarının bir gece süren dağınık hazlarına bırakacaktır. Belki heyecan verici konserler yaşanacaktır ama proje üretimi ciddi bir sıkıntıya girecektir. O yüzden hayat yeniden “normalleşene” dek proje pişirilen bu minik sahnelerin -çevrimiçi olarak da olsa- ayakta tutulması hayati önem taşımaktadır. Çözüm ise bu konuda bir talep birliği oluşturup, söz konusu dengeleri koruyarak, bu operasyonu gerçekleştirebilecek özel kurum ve sponsorlara ulaştırmaktır.

Dino Saluzzi Band @ Nardis Jazz Club (Photo: Zuhal Focan)
Müzik Üretmeyi Bırakmayalım
Bu dönemde evden kayıt üretmeye devam etmek, belki de eskiden demo kaydı olarak niteleyeceğimiz bu kayıtları, çok cüzi ücretler karşılığı tüm dijital platformlara yaymak mümkün. Böylece yeni üretimlerimiz sosyal medya hesaplarımızın hacmini aşan, nispeten daha geniş bir alanda, jazz severlere ulaşmaya devam edecek. Ayrıca bu dönemde albümü çıkmış ya da çıkmayı bekleyen müzisyen dostlarımın da morallerini bozmamalarını diliyorum. O çalışmaları yapmış oluşunuzun en temel sebebine döndüğünüz takdirde içinize bir nebze de olsa su serpilecektir diye umut ediyorum. Zaman sanatçı değerimizi arz-talep ya da kıyas eksenine değil, kendimizle barışık varlığımız üzerine oturtma zamanıdır. Bırakın o lansman konseri de çalınmayıversin. Turneniz mi iptal oldu? Oluversin. Kaybedilen para da, kaçırılan fırsat da gün gelir geri döner. Önemli olan hayatta olmak ve yola devam etmek ve yapmayı en sevdiğimiz şeye, yani jazz müziğini üretip icra etmeye devam etmektir.
Hepbirlikte Doğaçlayacağız
Şu anda nota sehpamızda, daha önce hiç çalmadığımız bir parçanın chart’ı duruyor. Kurşun kalemle kargacık burgacık yazılmış bir dizi akor… Ne melodisi belli, ne trafiği. Ne de ne zaman biteceği. Hattâ karşımızda da bir güruh adam ve kadın oturmuş bizi izliyor. Asabi asabi “Come on bitches” bakışı atan Miles değil mi şuradaki? Chet kendini camdan atmıştı ama bak yine orada cool bir şekilde demleniyor. Billie Holiday ile Nina Simone ellerini çenelerine dayamış, tek kaş havada bize bakıyorlar: “Biz neler gördük geçirdik. Hadi yürüyün canlarım” der gibi… Kaçış yok. O parça çalınacak. Peki ne yapmalı? Koşarak bütün boşlukları eskiden öğrendiğimiz ezber cümlelerle doldurmak mı iyi sizce? Ya da pedal sesi basıp sıramızı savmaya çalışmak mı? Ya da kendi başımıza kafadan 10 chorus’luk! uzun bir solo atıp kendimizi tatmin etmek mi?
Hayır, cevap hiçbiri. Öncelikle bu sahnede yalnız değiliz. Bir derdimiz varsa bu derdi de hep birlikte paylaşıyoruz. Bu müziğin devam etmesi için birbirimize destek olmalıyız. Evlerimizde tıkılmış olsak da aslında yalnız olmadığımızı unutmamalıyız. Elimizdeki bu garip parçayı birlikte seslendireceğiz. Ve inanıyorum ki deneyimi deneye dönüştürmenin ustası biz ezberbozucu, haylaz jazz’cılar bu işi en iyi şekilde kıvıracağız.
Fırtına da elbet bir gün dinecek.
Teşekkürler
Bu yazı dizininin şekillenmesinde değerli katkıları bulunan başta tüm jazz müzisyeni dostlarıma, Zuhal Focan’a, Kaan Çağlayangöl’e, Onur Yaman’a, Didem Gençtürk’e ve Emre Adam’a gönülden teşekkür ediyorum.