Jazz gitaristi ve besteci Mike Moreno müzik hayatına 15 yaşında Robert Glasper, Jason Moran, Kendrick Scott, Eric Harland ve Helen Sung önemli jazz müzisyenlerinin mezun olduğu Houston Performans ve Görsel Sanatlar Lisesi’nde (High School for the Performing and Visual Arts in Houston) başladı. 18 yaşında New York’a taşınan müzisyen o zamandan beri günümüzün aktif olarak müzik yapan en önemli jazz gitaristleri arasında yerini aldı. Moreno’nun birlikte çalıştığı müzisyenler ve gruplar arasında The Joshua Redman Elastic Band, Lizz Wright Band, Nicholas Payton Quartet, Stefon Harris Sonic Creed, Me’Shell N’Degeocello, Jason Moran, Terence Blanchard, Robert Glasper, Ambrose Akinmusire, Gretchen Parlato, Aaron Parks, Claudia Acuña, Greg Osby 4, Wynton Marsalis and the Jazz At Lincoln Center Orchestra, Jeff “Tain” Watts, Jeremy Pelt, John Ellis, Myron Walden, Kenny Garrett, Yosvany Terry, Ralph Bowen ve Will Vinson yer alıyor.
Grup lideri olarak ilk albümü olan “Between the Lines” 2007’de piyasaya çıktı. Bu ilk albüm bilinen standartlar yerine tamamen kendi bestelerinden oluşuyor. İlk albümünden sonuncusuna kadar kendine özgü hemen tanınan lirik stili, olgun besteleri ve çalmayı veya çalmamayı seçtiği notalar ile diğer müzisyenlerden kendini ayırdı. İkinci albümü “Third Wish” 2008’de çıktı. Kendi bestelerinin yanısıra Herbie Hancock’un “I Have a Dream” isimli parçasının yaratıcı ve çarpıcı bir into ile çok canlı bir versiyonu gibi birkaç standart da yer alıyordu. 2011’de çıkan üçüncü albümü “First in Mind” benim de çok sevdiğim Joshua Redman’ın “Soul Dance” gibi parçaları barındırıyor. Bu parçada Moreno’nun akustik gitardaki yeteneğini duymak mümkün. Sonny Rollins’in “Airegin” isimli parçasının unutulmaz 5/4lik bir intolu versiyonu ve uhrevi bir şekilde çalınmış olan çok tanınmış jazz baladı “But Beautiful” diğer parçalardan sadece birkaçı. 2012’de çıkan 4. albümü “Another Way” gitaristin ne kadar başarılı bir besteci olduğunu gösteriyor. Bu albüm bence Luc Besson’un “Fifth Element” filmindeki bilim-kurgu atmosferinin bir tasviri gibi. Belki bunun sebebi albümde olan bestelerden birinin aynı adı taşımasındandır, kim bilir? Bence Moreno bütün albümlerinde o bilim-kurgu hissini çok iyi veriyor. Gitarist 2015 yılında “Lotus” isimli çok güzen bir akustik gitar intosuyla (“Intro”) başlayan albümünü çıkarttı. Bu parça bir yılı aşkın bir süredir benim alarm tonum, o yüzden muhtemelen herkesten daha iyi biliyorum diyebilirim. “Intro” yerini yumuşak bir şekilde “The Hills of Kykuit” isimli parçaya bırakıyor. Bu albüm de piyanist Aaron Parks ve gitarist Mike Moreno’nun çok güzel bir ortak çalışması. Ekim 2017’de son albümü olan “Three for Three” çıktı. Bu Moreno’nun liderlik yaptığı 6. albümü. Third Wish” ve “First in Mind” albümlerini takiben modern jazz odaklı Hollandalı küçük bir şirket olan Criss Cross Records’dan çıkan bu 3. albüm trio odaklı ve Moreno’nun liderlik ettiği en küçük grup ile kaydedilmiş olma özelliğini taşıyor. Basta uzun zamandır birlikte çalıştığı Doug Weiss ve davulda Kendrick Scott gitariste eşlik ediyor. Ayrıca bu Moreno’nun kendi bestelerini içermeyen tek albümü. Albümün ilk parçası Wayne Shorter’ın hakettiği ilgiyi göremeyen “The Big Push” isimli parçasının ilgi çekici bir versiyonu ve benim favori parçam bu diyebilirim. Diğer bir favorim de Michel Legrand’a ait olan “You Must Believe in Spring”. Bu parçanın Bill Evans’tan beri dinlediğim en iyi yorumu olduğunu not düşmem gerekir. Bir Radiohead parçası olan “Glass Eyes” beni ilk duyduğumda çok şaşırttı. Zaten puslu ve dumanlı bir atmosfere sahip olan bu parçayı Moreno çalınabilecek en iyi şekilde çalarak yine o uzaydaymış atmosferini yaratıyor. Ayrıca Charlie Parker’ın tanınmış “Perhaps” isimli parçasını seçmesinin de bir risk olduğunu söylemem lazım, çünkü bu Charlie Parker’ın en bilinen ve en çok çalınan bestelerinden biri. Ama bu modern versiyonu popüler olan ve milyonlarca kez dinlediğimiz diğer versiyonlardan çok farklı.
Mike Moreno inanılmaz teknik yeteneği, benzersiz lirik yaklaşımı, güçlü ritim ve zaman anlayışı ve özellikle de baladlarda duyulabilen melodik stili ile bu yüzyılın en önemli modern jazz gitaristlerinden biri. Müziğinin bu kadar lirik olması sadece jazz değil Brezilya müziğine olan ilgisinin de fazla olmasından kaynaklanıyor olabilir. Son albümünü dinledikten sonra ülkemize yeniden gelip konser verir diye umut ettiğim bu gitariste albümü Three for Three” hakkında birkaç soru sordum. Albümde Mike Moreno gitar, Doug Weiss bas ve Kendrick Scott davul çalıyor.

Mike Moreno (Photo: Jimmy Katz)
Bu albümde trio olarak çalmaya nasıl karar verdiniz?
Aslında başka bir Criss Cross albümü çıkartacaksam bunun sadece standartlardan oluşacağını biliyordum. Buna zaten karar verilmişti. Daha önceki Quartet albümlerimden farklı bir şey yapmak istedim. Ve Gerry Teekens bana Criss Cross’tan bir tana daha albüm çıkartmamı sorduğunda zaten canlı trio giglerine gelen hayranlardan kayıtlar alıyordum. Fikren bir trio albümüne hazır olduğumu hiç hissetmedim. Benim kendi giglerim hep Quartet ya da Quintet formatındadır. Trio hiçbir zaman odak noktası olmadı. Ama bu aldığım kayıtlar bana fikir verdi. Diğer gitar triolarından farklı olarak yaptığımı düşündüğüm şeyler. Böylece karar vermiş oldum. Plansız, provasız, kayıda bir gigmiş gibi girdik ve o provasız ve plansız olan canlı performans enerjisini yakalamaya çalıştık. Girdik ve çaldık, bir gece önceki müziği bir kez okumuş olmak için verdiğimiz canlı performans dışında prova yapmadık. Albümdeki çoğu şey bir kez kaydedildi. Riskliydi ve benim diğer 3 orijinal albümümden çok farklıydı. Ama diğer 2 Criss Cross albümümü kayıt gününden önce en azından bir kez prova etmiştik.
Criss Cross Records Hollanda’da bulunan küçük bir şirket. Onlarla çalışmaya nasıl başladınız?
Daha önce Jimmy Greene’in bir Criss Cross albümünde çalmıştım. Gerry Teekens ile bu kayıt sırasında tanıştık ve bana onunla birşeyler yapmak isteyip istemediğimi sordu. O günlerde ilk albümüm olan “Between The Lines” yeni çıkmıştı. Ben de hali hazırda orijinal albüm var, belki Gerry için standartları kaydedebilirim ve “Between The Lines” albümüne koyamadığım parçaları kaydedebilirim diye düşündüm. Bu şekilde oldu.
Nasıl kendi bsteleriniz yerine sadece standartları çalmaya karar verdiniz?
Eğer kendi orijinal bestelerimi kaydediyorsam kontrolün tamamıyla bende olması için albümlerimi kendim finanse etmeyi tercih ediyorum.
“Glass Eyes” Radiohead’in 2016’da çıkarttıkları “A Moon Shaped Pool” isimli albümlerinden bir parça. Radıohead hayranı mısınız? Bu parçayı nasıl seçtiniz?
Her zaman bir Radiohead hayranıydım. Ama herkes 15 yıl önce aynısını yaptığı için bir Radiohead parçasını kaydetmeyi düşünmemiştim açıkçası. Ama bu şarkının benim için özel bir anlamı var. Ve yeni parçalarından. Turdayken biri bir gece bana bu parçayı yolladı ve o kişiyle birbirimizi çok derin bir seviyede anladığımızı görmemi sağladı. İlk dinlememde aşık oldum ve tekrar tekrar dinledim. Kaydetmemin birkaç sebebi var. Bu kayıt sırasında yapılması gerekiyordu. Birşey kanıtlamaya çalışmıyorumç Sadece kaydetmek istedim.
Yeni Marchione’unuz ile mutlu musunuz?
Hangisi? Kayıtta kullandığım kırmızı ladin kapaklı semi en yenisi değil. Ondan sonra iki tane daha aldım, biri akçaağaç kapaklı bir semi diğeri de akçaağaç kapaklı bir Vintage Tremelo Strat. Stephen kariyerinin en iyi noktasında bence. Atölyesinden çıkan gitarlar şu ana kadar yaptıklarının en iyileri. Her biri bir öncekinden daha iyi. Bu gerçek bir sanatçı olduğunu gösteriyor. Ama o kırmızı ladin kapaklı semi benim favorim. Mükemmel. Akçaağaç kapaklı semi de mükemmel, sadece biraz daha çalınması gerekiyor. Onu çok sık yanımda taşıyorum. Ama trio ya da solo çalacaksam ladini alıyorum. Bu kayıtta bir de birkaç yıl önce atölyesinde ilk defa yaptığı sekoya kapaklı bir akustik gitarı da kullandım. Ou da çok seviyorum. “Clube Da Esquina” No. 1 isimli parçada bu gitarı duyabilirsiniz. Ve yeni Vintage Tremelo şu ana kadar çaldığım en iyi gitar, nokta. Ama onu kavramsal olarak çalmayı öğrenmem gerekiyor.
Brazilya müziğini çok sevdiğinizi biliyorum ve Portekizce de konuşabiliyorsunuz. Bu müziğe olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?
Ben Brezilya Portekizcesi konuşuyorum. Anne ve babamın akrabaları Meksikalı. Bu sayede büyürken bol bol İspanyolca duyup çok az olsa da konuşabiliyordum. Portekizceyi öğrenmek daha kolay oldu, çünkü İspanyolca’ya çok benzer yanı var. Ama asık öğrenmemi kolaylaştıran Brezilya müziğine olan aşkım oldu. Jazz ve Güney Amerika’nın arasında bit köprü ve ben bunu çok seviyorum. Benim köklerim de Orta Amerika’dan geliyor. Tabi ki de Jobim ile başladı çoğu jazz müzisyeninde olduğu gibi ve o zamanlarda New York’ta Brezilyalı bir basçı ile çalıyordum. Bana Minas Gerais ve Bahia gibi o zamanlar dinlediğimden çok farklı Brezilya müziklerini dinletti. Milton Nascimento, Lo Borges, Beto Guedes, Toninho Horta, Caetano Veloso, Gilberto Gil vb. Yepyeni bir dünyaya adım attım. Bir de, Brezilya’ya ikinci gidişimde tanıştığım bir kızla iki yıl birlikte oldum. O zaman müzik kadar dili de öğrendim.

Mike Moreno (Photo: Jimmy Katz)
İlham kaynaklarınız nedir?
Müziksel olarak birkaç isim saymam gerekirse hala Wayne Shorter, Herbie Hancock, Freddie Hubbard, Duke Pearson, Joe Henderson, Pat Metheny, Radiohead, Blonde Redhead, Joni Mitchell, Ravel, Schumann, Debussy gibi müzisyenlerden etkileniyorum. Film müzikleri ve birlikte çaldığım müzisyenler de bana ilham veriyor.
Solo çalarken veya performans sırasında çok hızlı bir şekilde penadan sağ eliniz ve parmaklarınıza geçtiğiniz bir tekniğiniz var. Bunu nasıl geliştirdiniz?
Çoğu deneme yanılma ve şans eseri oluştu. Pratik yaparken, trio ve solo çalarken aklıma gelen bir fikirdi. Özellikle evde solo çalarken yeni şeyler deniyordum. Sonra canlı denemek için solo performanslar vermeye başladım ve kendimi insanların önünde solo çalabilmek için çok zorladım. İlk başta çok garip hissetti ve iyi bir ses elde edemedim. Denemeye devam ettim ve hala geliştirmeye çalışıyorum. Hala istediğim noktada değilim. Ama bazen bir kayıt dinlerken veya video izlerken farkediyorum, bilmeden bazı şeyleri yapıyorum ve gerçekten oluyor. Bu yüzden şans eseri diyorum. O anın içinde oluveriyor. Hala çalışıyorum. Başka birinden öğrendiğim bir teknik değil ve bu yüzden geliştirmem zaman alacak.
Özellikle kendi müziğinizi çalarken tercih ettiğiniz bir gig formatı var mı (Trio, quartet, quintet) yoksa buna projeye göre mi karar veriyorsunuz?
Kendi müziğim söz konusu olduğunda piyano, bas ve davullu bir quartet favorim. Şu anda müziğimde saksofon veya trompet duymuyorum. Aslında“Between The Lines” albümünden beri duymuyorum. Şu anda sadece piyano ve gitar duyuyorum. Hatta bas ve davul bile opsiyonel olabilir.
Bir yandan da eğitmenlik yapıp atölyeler veriyorsunuz. Bu konudaki hisleriniz nedir?
Atölyelerde eğitmenlik yapmayı seviyorum. Müzik hakkında konuşup soru soran bir grup insanla olmayı seviyorum. Ben de onlardan öğreniyorum. Özel dersler çok sıkıcı ve yorucu olabiliyor. Ama öğrenciler için en iyisi bunlar, benim için eğlenceli değil çünkü tek bir öğrenciyle çalışmak çok emek gerektiriyor.
Konserlere sık sık gidiyor musunuz?
Evet. Turdayken festivallerde çok iyi müzik dinleme şansım oluyor. Ve New York’ta her an yapacak bir şeyler oluyor.
Bugünlerde neler dinliyorsunuz?
Thundercat, Solange, bayıldığım bir sürü parçayı yazan Brezilyalı besteci Tavinho Moura. Ben onları Milton Nascimento’nun parçaları zannediyordum, meğer değilmiş. Canlı Milton Nascimento parçaları dinliyorum, stüdyo parçalarını da bildiğim için çok hayran oluyorum.
Not: Bu ses düzeni elden geçmiş bir video değil. Mike Moreno’nun kayıt yaptıkları stüdyoda kaydettiği kişisel bir video. Bas pek duyulmuyor, sadece gitar ve davul odada canlı çalarken duyuluyor.