Morcheeba’nın Zorlu PSM Jazz Festivali’ndeki konseri için salona girdiğimde, Ross Godfrey’nin, son albümleri ‘Blaze Away’in açılış parçası Never Undo’daki gitar riff’i karşılıyor beni. Konsere başlamak için güzel parça. Salon ufak ufak salınmaya başlıyor ki, solist Skye Edwards sahnenin solundan etkileyici bir giriş yapıyor. Başında yüzünü daha da karanlıkta bırakan kırmızı melon şapkası ve aynı renk kıyafetiyle ama bir gölge gibi, müziğin vuruşlarına uygun adımlarla süzülüveriyor sahneye. Eyvah! En arkadayım, salon büyük, içerisi dolu, sadece ortalama bir uzunluktayım ve 3 yaşından beri gözlük takıyorum; sahneyi nasıl göreceğim? Birkaç öne gitme denemesinden sonra görmekten vazgeçip en arkaya, ses masasının yanına gidiyorum. Bu konseri sadece duymak da yeterince keyifli olacakmış gibi görünüyor.
Morcheeba’yı epeydir takip etmediğimi itiraf etmeliyim ama geldiklerini duyduğumda, eski günlerin hatırına görmek güzel olur diye düşündüm, daha önce de canlı izlememiştim. Aklımda kalan son albümleri Skye Edwards’la birlikte 2002 yılında yapmış oldukları son albüm ‘Charango’, sonra kopmuşum. Konserden önce birkaç gün arayı kapatmak için Morcheeba dinledim. Arada Edwards’ın yokluğunun hissedildiği, bir tanesi iyice folk etkili iki albüm yapmışlar. Skye Edwards 2010 albümü ‘Blood Like Lemonade’le Morcheeba’ya geri dönmüş. Geçen sene çıkan son albümleri ‘Blaze Away’in turnesi kapsamında buradalar, bu albümde Godfrey kardeşlerden Paul yok, Morcheeba’yı Ross Godfrey ve Skye Edwards devam ettiriyor.

Morcheeba (Photo: Cem Gültepe)
Konsere albümle başlıyorlar ama ardından daha eskilerden reggae/dub etkili Friction (Big Calm – 1998) ve Never An Easy Way (Who Can You Trust? – 1996)’i geliyor. Zaten konserde yeni albümden çok az parça çalıyorlar.
Skye Edwards’ta en ufak bir paslanma yok, tam tersine pırıl pırıl parlıyor. Buğulu sesi dupduru, söyleyişi çabasız; seyirciyle samimi iletişimi, sahnedeki salınışı, fiziğinin hoşluğu, danslarının ahengi ise cabası. Eminim yakından görebilmek çok daha zevkli olurdu ama sahne prezansı o kadar kuvvetli ki, salonun her köşesini etkisi altına alabiliyor. Müzikteki bir diğer başrol ise gitar. Ross Godfrey müziğe ne hizmet edecekse o stilde çalıyor; slide, wah-wah, ritmik, atmosferik… Kendine ait stili olan bir gitarist gibi değil, bir prodüktör-gitarist olarak çalıyor. Bir röportajında dediği gibi “Müziğin kendine has bir anlatımı vardır ve ne yapmanızı istediğini size söyler. Müziği kontrol etmeye çalışırsanız bu pekiyi sonuç vermez”. Gitar rolden role giriyor, histen hise taşıyor ve her zaman çok hoş bir lezzet katıyor müziğe. Kendisine şapka çıkartıyorum. Yardımcı rollerde ise Rhodes (ve tuşlu çalgılar), bas gitar ve davul var… Hepsi tertemiz çalıyor, albüm dinler gibi, düzenlemeler telaşsız, sakin; fazlası da yok, eksiği de. Tuşlu çalgılarda Benedict Cowen, bas gitarda Steven Gordon (Skye Edwars’ın eşi), davulda ise Jaega McKenna – Gordon var. Skye Edwars grubu tanıtırken davulcunun oğlu olduğunu söylüyor. Epey şaşırıyoruz çünkü yan yana görseniz bırakın annesi olmayı, kız kardeşi hatta kız arkadaşı gibi görünüyor. Skye Edwards’da bir Benjamin Button durumu var, 20 yıl öncesinden daha genç ve hoş görünüyor. Uzaktan bile yorumum buyken, sonrasında video’ları izlediğimde daha da şaşırıyorum.

Skye Edwards (Photo: Cem Gültepe)
En arkada olduğum için, kulağım müzikte, dikkatimi biraz ortama veriyorum. Salonun büyük çoğunluğunun şarkılara eşlik ediyor oluşu, üstelik sadece nakaratlarda da değil, beni şaşırtıyor. Biraz daha dikkatli bakınca cevap gecikmeden geliyor. Salonda çoğu İngiliz, çok fazla yabancı var. Yaş grubuna bakıyorum, benim gibi Morcheeba devrini yaşamış ‘orta’ yaşlılar azınlıkta. Tabii ki salonun arkasından seyircinin küçük bir kısmını görüyorum ama bütün yaşıtlarımın erkenden gelip önleri tutmasına pek ihtimal vermediğim için, bunun genele dair bir oran olabileceğini düşünüyorum. Ağırlıklı kesim ise 20 yıl önce Morcheeba konserlerine gidip dinleyicisi olacak yaşta görünmüyor. Demek ki Morcheeba’nın müzikleri kardeşlere, çocuklara aktarılmak yoluyla yayılmaya devam etmiş. Seyirci de güzel ama telefonlar havada; kayıt, kayıt, kayıt… O kadar ki Skye Edwards önde bir seyirciye “Yeterince fotoğraf çektiyseniz, biraz da konserin tadını çıkartmaya ne dersiniz?” diye soruyor. Çok zarif bir şekilde ama okkalı bir tokat etkisinde.
Hit’ler gelmekte gecikmiyor. Otherwise’la damardan başlıyorlar, ardından Part of The Process, The Sea, World Looking In, Trigger Hippie… Her parçanın başında ve sonunda çığlık, alkış, kıyamet…
Seyircilerden bir şarkı talebi geliyor. Aslında konser repertuarlarında olmayan, üstelik Skye Edwards’ın hiç söylemediği bir parça, ‘Dive Deep’ albümünde Judie Tzuke’un söylemiş olduğu Enjoy the Ride. Skye gaza geliyor, grup da ona ayak uyduruyor. Sözler Google’lanıyor, “Bakın bu parçanın hiç provası yok” uyarısı yapılıyor ve Enjoy the Ride dinlemiş olduğum birçok provalı parçadan daha iyi çalınıyor, seyirci de dört bir ağızdan söylüyor.

Morcheeba (Photo: Cem Gültepe)
Blaze Away, Blood Like Lemonade, Slow Down, Blindfold; eski ve yeni, konserde çaldıkları diğer parçalar. Bir de David Bowie’nin Let’s Dance’ini yorumluyorlar ama öncesinde “Kim parti yapmak istiyor? Kim dansetmek istiyor?”larla seyirciyi getirdikleri yüksekliği karşılayan bir seçim olmuyor bu. Konserin içine giremediğimi hissettiğim tek bölümü bu oluyor. Onun dışında müzikal olarak gayet tatminkar, yalnız kulağa değil göze de hitap eden bir konser.
Bis’e çıkmaları bayağı uzun sürüyor ama salonda çığlıkların ardı arkası kesilmiyor. Sahneye çıkıyorlar, Skye Edwards seyirciyi cep telefonlarıyla ışık yapmaya davet ediyor, son albümden Find Another Way’i çalıyorlar. ‘Bis’te yavaş parça çalarak seyirciyi soğutma’ taktiği sanıyorum ama hayır, kapanışı yine yüksek bir parçayla, 2000 yılı albümü ‘Fragments of Freedom’dan Rome Wasn’t Built in A Day’le yapıyorlar. Konseri bitirmek için de güzel parça. Zihinlerde gençlik günleri, kulaklarda bu çok bildik melodi, mırıldana mırıldana çıkıyoruz salondan.
Morcheeba konseri hakkında yazmam söz konusu olunca, ‘acaba 90’larda kalmış ve bırakılması gereken bir Morcheeba’yla mı karşılaşacağım?’ sorusu gelmişti aklıma ama hiç öyle değil. Morcheeba’nın müziği günümüze transforme olmuş, grup bu tarzı sevenler için zevkle dinlenebilecek yeni materyal üretiyor ve bunu ustalıkla sunuyor.
Bir iki ufak not da, teknik ekiple ilgili. Masasının başında, bedeninin üst kısmıyla dansedip şarkılara eşlik ederken, elleri parçanın ritmine uygun şekilde masadaki düğmelerin üstünde gezinen ve adeta enstrümanistlerden biriymiş gibi görünen tonmayster Yves Schommer’i izlemek de konserin keyifli anlarındandı. Bu kadar zamandır bu işin içindeyim, işini bu kadar eğlenerek yapan bir tonmayster görmedim. Ayrıca salonda da tertemiz bir ses vardı.

Morcheeba (Photo: Cem Gültepe)
Işık sahnedeki müziğe çok güzel hizmet ediyordu, bana sorarsanız sahnedeki enstrümanlardan biriydi. Özellikle gitarla ışığın atışmaları ve Skye Edwards’ın silüetinden dört bir yana dağılan beyaz ışığın kullanımı oldukça etkiliydi. Masada David Rivir vardı, Zorlu PSM görsel tasarım yöneticisi Sadık Avcı da tasarıma katkıda bulunmuş.
Elimde konsere dair ses ve görüntü açısından tatminkar bir görüntü olmadığı için, sizi Morcheeba’nın benzer bir repertuar ve performansla 2018’deki Leverkusen Caz Festivali’nde verdiği konserin kaydına davet ediyorum.