Usta müzisyen, besteci, aranjör ve gitarist Önder Focan’ın yeni abümü Aubergine/ Patlıcan geçtiğimiz ay tüm dijital platformlarda yayınlandı. Biz de lezzetine hayran kaldığımız Aubergine / Patlıcan’ı dinleyip kendisine albüm hakkında merak ettiklerimizi sorduk.
Bu albüm bir temaya sahip. Albümdeki yemek ve müzik ilişkisini ve yemeğin nasıl bir müzikal kompozisyona fikir babası olduğunu açıklar mısınız?
Benim çok eski albümlerimden beri bir şekilde yemek teması vardır; mesela O.K. Bob aslında kebap anlatmaktadır. Ondan sonra Salatanın Suyu, İlk Yudum gibi gastronomi ile ilgili parçalarım vardır. Bunun nedeni sonuçta müzik bir kültür, bir yaşam biçimidir dolayısıyla da edebiyat, sinema, tiyatro ve resim gibi yaşam biçimi ve kültürü içine alan her şey bunun içindedir aslında. Son zamanlarda artık kendi adına bir sanat olarak da kabul edilebilen gastronominin ve mutfak kültürünün yaşamımızın önemli bir parçası olduğunu ve hayatımızı güzelleştiren şeylerden biri olduğunu düşünüyorum. Sadece beslenmek veya mideyi doldurmaktan bahsetmiyorum; lezzet, bunun için sarf edilen emek ve bunların paylaşımından bahsediyorum. Önemli olan da paylaşım aslında. Bu paylaşım ile birlikte bunların nasıl bir coğrafyada ortaya çıktığı, coğrafyanın, yaşam biçiminin yeme içme alışkanlıklarına etkisi, hepsi kültürün bir parçası olduğu gibi dolayısıyla müzikle de etkileşim halinde olan şeyler.
Bu albümün, projenin ana fikri aslında Eren Noyan ile olan bir söyleşide ortaya çıktı. Dost ortamında sohbetimiz sırasında hayatta çok fazla kendi başına anlamı ve lezzeti olmadığını zannettiğimiz şeyler, katkılarla birlikte, başka elementlerle birlikte olduğu zaman aslında son derece kıymetli, bütünün anlamını ve lezzetini komple değiştiren şeyler oluyorlar. Bunu örneklemek isterim; müzikten yola çıkarsak bas gitar/ kontrbas tek başına saatlerce solo dinleyeceğimiz bir enstrüman değil; ama yokluğu imkansız. Yani özellikle benim anladığım benim sevdiğim herhangi bir müzikte kontrbas veya bas gitar olmazsa; bas hattını, bas sesleri veren bir enstrüman olmazsa müziğin bütün boyutu ve hacmi kayboluyor. Patlıcan da öyle bir şey aslında dedik, yani kendi başına çok da fazla bir tadı yok, alıp da onu çiğ yiyemeyiz; ama başka katkılarla birlikte o, diğer katkıların anlamını daha fazlalaştırır, onlara gövde ve alt verir tabir-i caizse. Buradan yola çıktık ve Eren bana dedi ki “Önder ağabey niye bir patlıcan projesi yapmıyorsun?” Ben de o motivasyonla Karnıyarık’ı yazdım. Karnıyarık bu nedenle bas rifi ile başlar ve bu albümün açılış parçasıdır. Sonra bu fikri bir şekilde unuttum ta ki pandemi döneminde sosyal medyada insanların paylaşımlarını görene kadar. Herkes eve kapandığı için mecburen bir şeyler yapıp pişiriyor ve onların fotoğraflarını paylaşıyordu. Ben pişiremiyorum; ama ben de nota yazıyorum. Yazdığım notaların isimleri birer patlıcan yemeği ismi ve ben de onları paylaştım. Toplam 6 parça oldu ve bunu önce yavaş yavaş demlenmeye bıraktık; daha sonra da trionun üzerine katkı veren müzisyenlerle birlikte albümü yaptık.
Önder Focan Trio olarak birlikteliğinizin yarattığı uyum hemen fark ediliyor. Kontrbasta Enver Muhamedi, davulda Burak Cihangirli ile trio olarak ne kadar zamandır birlikte çalıyorsunuz? Bu üçlünün yarattığı uyumu nasıl tarif edersiniz?
Enver Muhamedi ve Burak Cihangirli ile oluşturduğumuz triomuz 2017’de başladı yanılmıyorsam, yani 5. senemiz. Sürekli çalamıyoruz maalesef; ama belli bir repertuvarımız var ve fırsat buldukça bir araya geliyoruz. Birlikte bir trio gibi tek bir enstrüman gibi sound ettiğimizi düşünüyorum. Uyumun da tamamen birlikte çok çalmaktan kaynaklandığını düşünüyorum. Aslında baştan anlaşamayan müzisyenler olsa böyle bir durum olamaz zaten; ama bir şekilde anlaşan konuşabilen insanlar olduğumuz için, müzikal olarak da fikirlerimiz benzediği için bir araya gelip çaldığımız zaman ve bu parçalar oturduğunda, işte o zaman hakikaten tam bir birliktelik oluşabiliyor. Zaten ben de bu trioyu başlatırken en çok onu yakalamaya çalıştım.
Albümde aynı zamanda yıllardır aynı sahneyi ve dostluğu paylaştığınız müzisyenler ve albümün kayıt sürecinden bahseder misiniz?
Albümdeki diğer müzisyenler ise trompet ve flugelhorn’da Şenova Ülker, tenor saksofonda Anıl Şallıel, trombonda Burak Dursun ve piyano ve tuşlularda Uraz Kıvaner. Albüm kaydını, Hayyam Stüdyoları’nda yaptık. Daha önceden aslında bu parçaları Anıl ve Uraz ile çalmıştık, ben onların çalmaktan keyif aldıkları parçaları belirleyip müzisyenlere o şekilde dağıtmaya gayret ettim. Üç nefeslinin sadece bir parçada üçü birden çalıyor; onun dışında bazı parçalarda Şenova ile Anıl, yani iki nefesli çalıyorlar. Onların da bir şekilde uyumu olduğunu ve bu parçaların havasına uygun çaldıklarını düşünüyorum.
Albümdeki favori yemeğiniz hangisidir?
Parça olarak en sevdiğim demeyeyim de lezzet olarak en sevdiğim Melanzane alla Parmigiana ile Soslu Patlıcan Kızartması. Daha böyle etsiz olanlarını tercih ediyorum.
Albümde sizin buzuki çaldığınız Musakka isimli bir parça yer alıyor. Musakka parçasının kültürler arası ilişkisini açıklar mısınız?
İlgi şöyle; musakka hem Türkiye’de hem de Yunanistan’da var olan bir yemek; ama aynı şekilde yapılmıyor. Hatta içindeki bileşkeler de farklı; ama yine temelde kıyma ve patlıcan var. Ayrıca başka ortak şeyler de var iki kültürde; bunlardan bir tanesi 9/4 lük Zeybek, bir diğeri de Nikriz makamı. Ve ben 9/4 lük bir zeybek yazdım. Girişinde ve çıkışında buzuki kullandım. Aslında sololarda değil de ana temada tenor saksofon yerine zurna kullanmayı tercih edecektim; ama Anıl’ın maharetine güvendik orada. 9/4 lük melodiyi ikinci chorus’undan itibaren double time hissiyatı ile çalmaya başlıyoruz. Double time olunca da 18/4 gibi oluyor; 3 tane 4/4 lük bir tane 6/4lük veya 4 tane 4/4lük bir tane 2/4lük ölçü gibi oluyor double time hissiyatında. Soloları bu şekilde çaldık. Sololar 4/4 swing gibi tınlıyor; ama altından yine tempoyu yarıya bölersek 9/4 lük Zeybek’i duyabiliyorsunuz.
Müzikte büyük acılar, aşklar, mutlulukların yanı sıra günlük yaşamdan sıradan dediğimiz anların da anlatılabileceğinden bahsetmiştiniz. Hatta yıllar önce ilk duyduğumda oldukça ilgimi çeken 36 mm Biometric parçası da öyle anlardan biri. Aslında yaptığınız parçalarla müzikte ifade edilen alanları genişlettiğinizi bir bakıma sınırları kaldırdığınızı söyleyebilir miyiz?
Sınırları kaldırma bu benim bir iddiam değil. Eğer ki jazz dünyasına özellikle de enstrümantalistlerin yaptıkları parçalara bakarsak, özellikle de Bebop ve sonrası dönemlerde bu jazz orijinallerinin isimleri zaten öyledir. Mesela Take The A Train bir yere gitmek için hangi metroya bineceğini söyleyen bir parça, bir yere gitmek için en hızlı neyle gidersin bütün amaç o. Örneğin; Ornitology kuş bilimi demek, Antropology malum, Seranade to a Bus Seat diye bir parça var, Route 66 vs… ana dilimiz İngilizce olmadığı için bu parçaları sanki ulvi hisleri ifade eden müziklermiş gibi algılıyoruz; ancak Türkçeye tercüme ettiğimiz zaman hayatın genel akışı içinde olan parçalar ve hikayeler olduğu ortaya çıkıyor. Benim de aslında 36 mm Biometric ve Sunburst Cat diye parçalarım var. Oğlum küçükken bir gün bana “baba bak bu kedi sunburst” demişti. Bu da benim çok hoşuma gitti ve buradan yola çıkarak yazdığım bir parçaydı. Ali kumda koşuyor parçası, Ali 3 yaşındayken yaşadığımız onun kumda koştuğu bir andan ortaya çıkmıştı. Hayatın anlık keyiflerini yazmayı seviyorum, çünkü hayattaki mutluluğun ve esas keyfin bu anlık küçük mutluluklar, küçük keyifler olduğunu düşünüyorum. Bunun mucidi aslında ben değilim. Bob ve postbob dönemi sanatçıları ve günümüzün müzisyenleri için de geçerli bu. Ben de belki bunu Türkçe kelimelerle Türkçe isimlerle burada yapanlardan biriyim öyle diyelim.
Önder Focan aktif bir jazz gitaristi, olmasının yanı sıra aynı zamanda çok üretken bir besteci ve bir mühendis. Bu kadar çok işin arasında dengeyi nasıl kuruyorsunuz? Zamanı dengeli kullanmak adına verebileceğiniz tavsiyeler var mıdır?
Bu belki karakter, belki eğitim aldığım okulların getirdiği bir disiplin. Ben aktif olmayı seviyorum. Zamanı iyi kullanıp birden fazla şey yapmayı seviyorum. Boş oturmayı sevmiyorum işin gerçeği. Belki de bunun getirdiği bir alışkanlık disiplinle birlikte ben aynı zamanda çok daha fazla şeyler yapıp üretebildim. Bu sorunun içinde olmayan Nardis’in müzik direktörlüğü var, Nardis’in bütün finans akışının sağlanması ve bunun kontrolü var, bestecilik var, aslında aranjörlük de var.
Zamanı dengeli kullanmak ile ilgili tavsiye vermek biraz zor. Onun tamamen çocukluktan veya ilk eğitimden gelen bir disiplin sonucu olduğunu düşünüyorum. Yani, şöyle yaparsan zamanı iyi kullanırsın gibi bir şey hakikaten söyleyemeyeceğim.
Albümün basın ve yayın sürecinden bahseder misiniz?
Ekim 2021’de kaydettik, miks ve mastering süreci geçti. Albümü iki şekilde yayınlıyoruz. Birisi dijital ortamdan, diğeri vinyl olarak. Dijital ortamdan 15 gün ara ile tekliler çıktı. Vinyl baskı için kapak çalışması vs. her şey tamam. Yurt dışında bunun kalıbı yapılıyormuş, kalıbın yapılması için siparişi verildi, yapım süresi bekleniyor. Umarım Haziran sonu gibi basılmış olarak dağıtıma süreceğiz.
Önümüzdeki günlerde Aubergine/Patlıcan’ı dinleyebileceğimiz konser tarihlerini paylaşır mısınız?
Tüm albüm olmasa da birkaç parçasını çalacağımız Akra Caz Festivali’nde çaldık. Sonrasına bakacağız. Belki Nardis’te ve diğer mekanlarda olabilir. Bundan evvel The Badau’da ve Nardis’te çalmıştık.