
(Photo: internet/unknown)
Londra’ya taşınalı çok olmadı, ilk geldiğimde dikkatimi çeken şey konser biletlerinin sürekli sold-out halde olmasıydı. Ben de önümdeki aylarda ne var ne yok diye bakarken gözüme adamım Mingus çarpıverdi. Ağustos ayında Ronnie Scott’s’ta Charles Mingus’un müzikal mirasının koruyucusu eşi Sue Mingus’un yapımcılığında yıllardır devam eden kanlı canlı Mingus Big Band konseri. Doğum günüme denk gelen akşama Özlem ve kendime birer bilet hediye (2×35 Pound) ettikten sonra zamanı geldiğinde güzel bir cumartesi akşamında Soho’nun yolunu tuttuk. Kalabalık sokakların arasında neon ışıklı Ronnie Scott’s’un önündeki ikinci set kuyruğuna giriverdik. Girişte ne kibar kadın dedirtecek şekilde misafirlerini kapıda karşılayan Sue Mingus beliriverdi. Tribün gibi dizili masaların arasında yerimize oturduktan sonra bize yer gösteren garsondan hemen ayarı yedik; “telefonunuzla görüntü almayın lütfen”.
Londra’nın cinlerini Ronnie Scott’s’da keşfetmeye devam ederken turistten biraz hallice olan seyirci tamamen salonu doldurduktan sonra orkestra yerini aldı. Orkestra demişken;
- Lee Tatum Greenblatt (Lead Trompet)
- Alex Spiagin (Trompet)
- Philip Harper (Trompet/Vokal)
- Conrad Herwig (Lead Trombon)
- Luis Bonilla (Trombon)
- Earl Mcintyre (Bass trombon/Tuba)
- Wayne Escoffery (Tenor Sax)
- Alex Foster (Soprano/Alto Sax)
- Alex Terrier (Alto Sax)
- Abraham Burton (Tenor Sax)
- Lauran Sevian (Bariton Sax)
- Boris Kozlov (Contrabass)
- Theo Hill (Piano)
- Jonathan Blake (Drum)
Biraz maç anlatır gibi olacak ama böylesi daha eğlenceli geldi bana;
Boris Kozlov’un ilk tonuyla beraber başlayan karmaşaya Philip Harper vokal yorumlarla eşlik ediyor. Jazz’cıların hayatlarının ne kadar komplike olduğunu anlatıyor.
İlk parça ellilerde Mingus’un da diğer jazz’cılar gibi bol bol takıldığı Birdland ve diğer ünlü jazz kulüplerinin civarından geliyor;
“Nostalgia in Times Square”
Lauren Sevian’in bariton saksofonuyla yağ gibi kayan tuşesinin altını, (sanırım ekibin en genci olan) yetenekli bey Theo Hill cilalıyor. Ah Mingus sen ne güzelsin! Lincoln Jazz Center’ın orkestrasından Tatum Greenblatt sözü Lauren’dan alıp solosuna başlıyor ve ona yine Thro Hill eşlik ediyor. Sonra da üzerine 3 kafadar gibi takılan trombon ‘section’ başlıyor. Luis,Conrad ve Earl arasında gidip gelerek parçayı tamamlıyorlar.
—
Boris Kozlov lafa giriyor;
Merhabalaşmanın ardından ‘GG train’i çalacaklarını söylüyor.
Grammy ödüllü orkestra olduklarını hatırlatıyor (Grammy demişken aslında orkestra altı defa Grammy ödülüne aday gösteriliyor ve sonra 2011’de bir tane kazanıyor. Aldıkları ödülün adı: “Best Large Jazz Ensemble Album”. Bu ödülü Mingus Big Band Live at Jazz Standard için alıyorlar).
GG Train’e dair ufak bir not; Eastern Brooklyn’den Manhattan’a gelen “A Train” için Billy Strayhorn tarafından 1939’da bestelenen “Take the ‘A’ train”i ilk olarak Ella Fitzgerald yorumlamış;
Take the ‘A’ train esas ününe piyano yorumu da dahil edilerek Duke Ellington orkestrası ile erişmiş;
Mingus bu parçaya yaklaşık 20 sene sonra bir cevap vermek istemiş. Çünkü A Train artık Manhattan’a kadar gitmeyip Queens civarında bir yerlerde duruyormuş. Ve artık onun yerine GG hattı Manhattan’a gidiyormuş. Mingus’un Ellington’a cevabı olan “GG Train”in performansına sıra geliyor. Parçanın album kaydı şöyle;
“GG Train”e başlamadan ekipte kimlerin soloya hangi sırayla gireceklerinin tatlı bir münakaşası başlıyor, Luis Bonilla matraklıklar yaparken Boris Kozlov duruma el koyup parçaya başlayıveriyor, Theo Hill de onu takip ederk keyifle giriyor melodiye. Mingus’un sevdiğim bu hali olan ağır tondaki altyapıyı birden hızlandırıp kendini aniden farklı bir dünyada bulabiliyor olmak enfes bir his. Sanırım bu yüzden Mingus dinliyorum. Alex Sipiagin enfes bir solo atıyor. Alex Terrier (alto saksofon) alıyor bu sefer sırayı ve aynı dinamizmi bir anda uzun nefeslerle yayıveriyor.
Sololarla birlikte big band’in “GG Train” akışı sanki tepeleri olan bir yolda bir hızlanıp bir yavaşlayan araba gibi tatlı tatlı seyahat ediyorlar. Bu seyahate son eklenen isim ise Jonathen Blake bize yaklaşık beş dakika süren enfes bir davul solosu çalıyor.
Orkestranın anonslarında sürekli olarak Mingus Big Band’in Grammy ödülü aldığına dair mesajlar veriyor olması biraz turistik gelse de dinlediğimiz performans enfes. Bu arada bahsettikleri Grammy’lik performansı edinmek isterseniz http://mingusmingusmingus.com/mingus-big-band/mingus-big-band-wins-grammy linkine bir göz atabilirsiniz.
Lester Young’ın vefatı üzerine Mingus’un yazdığı “Goodbye Pork Pie Hat’ için sözü Wayne Escoffery (tenor saksofon) alıyor. Growling metodunu arada güzel güzel kullanarak bize puslu bir ses veriyor. Sanırım bu parka için tam olarak doğru kelime “isli”, aynı Lester Young gibi.
Parçadan biraz bahsetmek gerekirse ünlü saksofonist Lester Young, Mingus’un “Ah Um” albümünün kaydından yaklaşık iki ay önce vefat ediyor ve Mingus da standartlar arasına girecek olan bu parçayı yazıyor. “Pork Pie Hat” temsil özelliği olan bir şapka; yirmilerde Buster Keaton zamanında başlamış ikinci dünya savaşından sonra popülerliğini yitirmiş bir “akım” demek doğru olur mu bilemedim ama özellikle 50’lerde Afrikan Amerikan müzik kültürüne eklenmiş bir aksesuar olmuş.
Lester Young da bu şapkayı kullanırmış. Orjinal albümdeki saksofon performansı John Handy’ye ait olan parçanın hakkını Wayne saksofonu ile doyurucu bir şekilde veriyor. Parçanın bitmesiyle birlikte 76’daki Mingus orkestrasında yer alan Alex Foster ayağa kalkıp Wayne’i tebrik ediyor ve geçmişte New York’daki Jazz Standart Club’da her Pazartesi akşamı sahne alışlarından bahsetmeye başlıyor. Sözü Phil Harper’a verip “Devil Woman”a başlıyorlar.
61’de kayda alıp 1 sene sonra piyasaya çıkardıkları “Oh Yeah” albümünde yer alan parçanın albüm kaydı şu şekilde;
Bu parça sırasında bir sürpriz gerçekleşiyor ve yerinden kalkıp bara giden Wayne tekrar yerine geçerken onu takip ederek piyanonun başına oturan kişinin Kirk Lightsey olduğunu görüyorum. Dexter Gordon ve Chet Baker zamanından hatırlayabileceğiniz Lightsey, şimdilerde Paris’te yaşıyormuş. Acayip zinde ve çok enerjik haliyle parçaya bir anda farklı bir renk katıyor ve piyanonun yanı başında Kirk’e yerini veren Theo da olan biteni zevkle izliyor.
Mingus’un en bayıldığım albümlerinden olan “Blues & Roots”dan “Wednesday Night Prayer Meeting”le konuyu kapatan orkestra, bis falan yapmak istemedi, hallice olan turistler de pek ısrarcı değildi zaten. Onun yerine Earl McIntyre kapanışta tubasıyla bize tatlı niyetine güzel bir solo verdi.
Bu arada Earl McIntyre, McCoy Tyner’dan tutun da Count Basie’ye ve tabiki Mingus’a kadar bir çok orkestrada yer almış kendi halinde bir jazz tarihi.
Bense “Moanin”i canlı dinleyemediğime yanarak içkimin son yudumunu aldım ve kalktık. Çıkarken barda keyif yapan ekibin yanından geçtikten sonra Sue Mingus’u çevreleyen birkaç hayranıyla olan sohbetini bölmeden bir ufak selam vererek Soho’nun sarhoş dolu saatinde kendimizi sokağa atıverdik.
En son CRR, İstanbul’da dinlediğim orkestrayla tekrar karşılaşmak güzeldi. Sue Mingus’u görmek de öyle.
Yaşgünümün en güzel hediyesi bu konser oldu.
“Cheers mates”