Sara Oschlag Brighton’da yaşayan Danimarkalı bir vokalist.
2003’ten beri profesyonel bir şarkıcı olarak kariyerini sürdüren müzisyen İngiltere, Avrupa ve Amerika’da pek çok jazz grubuyla canlı müzik performansları vermekte.
Oschlag’ın teknesi var ve benim Brighton’daki bu teknede kendisiyle çalışma şansım oldu.
Bu küçük tekneye ‘My Little Boat’ isimli albümü kaydettiği yıl erkek arkadaşı Dan Sheppard ile taşınan müzisyen Sheppard ile aynı zamanda farklı gruplarda beraber çalışıyor.
Sara Oschlag şu anda çalışmıyor ama bu karantina döneminde doğan yeni albümü yolda.
Sarah Vaughan, Carmen McRae, Blossom Dearie ve Diane Schuur gibi enstrüman çalan vokalistleri seviyor.
Bir grup olarak üstesinden gelmeleri gereken en zor şeyi sorduğumda kişisel farklılıkların kendisini en çok zorlayan unsur olduğundan bahsetti.
Oschlag’ın Brighton’da en sevdiği jazz mekanları The Hand in Hand, The Verdict ve The Paris House. New York’tayken Smalls’a da bayıldığını dile getirdi.
Arkadaş canlısı ve mütevazi mekanları çok sevdiğini söylüyor.
Jazz kariyerinize baktığınızda, şu anda ne oluyor, iyi bir noktada olduğunuzu hissediyor musunuz?
Kariyerime baktığımda çok uzaklaşmış hissediyorum bir anlamda. Covid-19 olmasaydı şu anda tam gaz çalışıyor olurdum. Ama hal böyleyken hiç çalışamıyorum, ama yolda bu karantinadan doğmuş yeni bir proje, bir albüm var. Özellikle bu yıl ülkedeki pek çok jazz kulübünde şarkı söylemeye davet edildim ve bu çok heyecanlıydı. Tabi bu gelişme ertelendi ve ileride klüplerde çalmak tekrar güvenli olduğunda kaldığım yerden devam etmek istiyorum.
Sahnedeki müzisyenlerden ve atmosferden çok ilham alıyorum ve sanırım bu bir sanatçı olarak en çok geliştiğim yer. Evde çok müzik dinliyorum ama uzun provalar bana göre değil. Dikkatim çok kolay dağılıyor ve birden fazla iş üstünde çalışmayı tercih ediyorum gün boyunca. Demeye çalıştığım şu ki konserler müzisyen olarak gelişimimizde o kadar önemli ki tekrar sahnede olmaya can atıyorum. İlk konserlerdeki enerji bence inanılmaz olacak. Evden gerçekten çıkabildik mi diye kendimizi cimcikleyip gerçek insanlarla ve insanlara müzik yapacağız.
“Swing hissi“ denilen şeyi nasıl açıklıyorsunuz?
Teoretik olarak swing aksak bir ritim ama tabi ki de bundan çok daha fazlası aslında. Swing hissi bir muhabbet. Konuştuğumuzda swing yapıyoruz. Aklımıza bile gelmeyen farklı ritim ve melodiler ortaya çıkıyor. Jazz’a yeni adım atmış şarkıcılar için bu korkutucu olabiliyor. Yazılı melodiye sadık kalmak için çok uğraşıyorlar ama konuşurken bu analizi yapmadığımız için swing ve ritim yaratmakla, cümlelerin akışıyla ile ilgili bir korku olmuyor. Müziğin her türünün derin bir tarihi var. Swing hissini öğretirken ilk vurguladığım şey kulaklarla bu hissi özümsemenin önemi oluyor. Swing yapmak istiyorsanız jazz dinleyin. Duyduğunuz cümleleri kopyalayın. Ve herşeyin sadece bir muhabbet olduğunu hatırlayın.
“Phrasing” kelimesi size ne ifade ediyor?
Phrasing çok güçlü bir kavram. Onun sayesinde bir hikaye anlatabilir ya da çok açık bir duygusal yorum yaratabilirsiniz. Dinamikler, vokal dokular, ritim, sessizlik, bütün bunlar hikayeyi hayata güçlü bir şekilde geçirmemizi sağlayan şeyler.
Şarkı sözleri sizin için ne kadar önemli? Şarkılarınızın anıları var mı?
Melodi ve armoni beni daha çok etkiliyor. Kelimeleri kullanmadan phrasing ve anlatım ile pek çok şey söyleyebilirsiniz. Şarkı sözleri eğer içinde kendinizi görüp bir ilişki kurabiliyorsanız çok önemli oluyor ama bu hepsi için geçerli değil. Hala bir hikaye anlatabilirsiniz ama kendi yaklaşımınızı bulmanız lazım. Cecile McLorin Salvant’ın şöyle dediğini hatırlıyorum, en seksist parçayı seçip tam tersi olan kendi mesajını bu şarkı yoluyla ifade etmeye çalışıyor. Wives & Lovers isimli parçayı söylerken nasıl karşıt bir his yakaladığını görebilirsiniz. Şarkı sözlerini sorgulayan bir ifadesi var. Bence bu çok havalı.
Şarkıcının gruptaki görevlerinde nasıl bir avantajı var? Ya da tam tersi?
Bizim şarkı sözlerimiz var ve bunlar aracığıyla dinleyici ile çok direkt bir iletişim yaratıyoruz. Çok direkt bir anlatım formu sadece sesinizi kullanmak. Zor yanı ise yedek enstrümanımızın olmaması. Hastaysanız ya da sesinizde sorun varsa enstrümanımızı kullanamıyoruz. Eğer başka bşr enstrüman bozulursa yedek bir tane bulabilir ya da ödünç alabilirsiniz. Başka bir zorluk ile erkeklerin ağır bastığı bir ortamdaki tek kadın olmak. Yeterince erkek şarkıcı ya da kadın enstrümentalist yok. Daha dengeli gruplar görebilmek güzel olurdu.
Enstrümanınızı nasıl seçtiniz?
Kendimi bildim bileli şarkı söylerim. Büyürken şarkı söylemenin işim olacağını düşünmedim ama çok çok mutlu ve şanslı hissediyorum bu şekilde olduğu için.
İlk öğrendiğiniz parçalar nelerdi?
İlk jazz parçam Headhunters’dan ‘Watermelon Man’ idi. Tuşluları ve okarina çalmıştım! Yüksek seviye müziğe böyle başlamıştım. Daha sonra 50 ve 60lara geri dönüp modern jazz’a aşık oldum. Chichester College’da ‘Joy Spring’ isimli parçayı öğrenmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Burada iki yıl okuyup jazz ve swing ile ilgilenmeye başlamıştım. ‘Joy Spring’ zor bir parça, hele jazz çalışmaya yeni başlamış birisi için! Çok parça var, hepsini öğrenmeye ömür yetmez ve bu çok ilham ve enerji verici bir durum, ve yolunuzun isterseniz sonsuz olabileceğini bilmek çok rahatlatıcı bir şey.
İlham kaynaklarınız kimler?
Az çok herkes! İş arkadaşlarım, arkadaşlarım, beraber çaldığım müzisyenler ve benzeleri bana o ya da bu sebepten dolayı ilham veriyor. Birinin çalışma etiği, öbürünün yorumu, odaklanma yeteneği, başka birinin tonu ya da phrasing yaklaşımı. İdollerimden çok ilham alıyorum haliyle. Yetenekleri ve oldukları insanlardan. Onların ilham aldıkları şeylerden… Oldukları kişilere ulaşabilmek için aşmaları gereken engellerden. Aynı zamanda enstrüman da çalan vokalistleri çok seviyorum, mesela Sarah Vaughan, Carmen McRae, Blossom Dearie & Diane Schuur. Sahip oldukları kontrol ve özgürlüğü kıskanıyorum ve keşke piyano çalmayı öğrenseydim diye düşünüyorum.
Müzikal sohbet hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence bu harika bir şey. Benim için yaratıcılığın en üst noktası. Sahnede olup kulakların ve gözlerim ile başka bir müzisyeni takip etmek ve onun beni takip etmesini sağlamak. Çok güçlü hisler yaratabilirsiniz bu şekilde. Ne yaptığınıza bağlı olarak mekandaki herkesin nefesini tutmasını sağlayabilir ya da içten kahkahalar atmalarını sağlayabilirsiniz. Canlı performans müziğin en üst noktası.
Gruplarınızı ne zaman kurdunuz? Sizi beraber müzik yapmaya yönlendiren nedir?
Üniversitedeyken ve bunu takip eden yıllarda kurdum. Beraber olmaktan keyif aldığım insanlar, ilham veren ve birşeyler öğrenmek istediğim müzisyenler ile bir araya geldim. İşin başındayken sizi isteyen herhangi bir gruba dahil olup bu gruplar ve performanslardan çok şey öğreniyorsunuz. Şu andaki sebeplerim de aynı – beraber olmayı ve müzik stillerini sevdiğim, ilham alıp birşeyler öğrendiğim insanlarla bir araya gelmeyi seviyorum.
Bir grup olarak en zorlandığınız şey nedir?
Çok uzun süre bir grupta beraber çalınca haliyle bazı anlaşmazlıklar oluyor. Kişisel farklılıklar benim için en zoru. Arkadaşlıkları korurken grubu da kollamak çok zor olabiliyor.
“My Little Boat” isimli albümünüzdeki parçalara nasıl karar verdiniz? Anılarınız var mı?
“My Little Boat” albümünü kaydettiğimiz yıl erkek arkadaşım Dan ile küçük bir tekne alıp ona taşındık. Dan ile beraber birkaç grupta çalıyoruz. Bu isim arkadaşım Matt Wall’ın fikriydi. Kendisi çok iyi bir gitarist ve düzenleme yazarı, her zaman çok iyi fikirleri oluyor. Teknemdeki yeni hayatımı kutlamak için mükemmel bir fikirdi. Albüm için hoşuma giden parçaları seçtim. Bu şekilde karar verdim. Farklı bir albüm yapmak istedim ve tanınmış favorilerin yanısıra bilinçli olarak birkaç tane daha zorlu parça seçtim. ‘Blood Count’ en zoruydu. Marian McPartland’ın kendi radyo programındaki versiyonuna bayılıyorum. Bunlar sonradan albüm yapıldı. Bu program Shirley Horn ile ve Shirley’e parçayı çalıp Billy Strayhorn’un kanserden ölmekte iken hastane yatağında bu parçayı son parçası olarak yazdığını anlatıyor. Enstrümental versiyonu çok güzel ve mükemmel, bu yüzden ona hakkını vermek zor. Elvis Costello’nun parça sözlerini kullandım. Andy Bey de bu parça için söz yazmış ama ben Elvis Costello’nun sözlerine daha yakın hissettim. ‘This Is Always’ benim için çok bariz bir seçimdi. Hala en sevdiğim balladlardan biri. ‘Monk’s Dream’ farklı ve zengin. ‘The Night Has A Thousand Eyes’ Coltrane’e adanmış bir parça. Farklı yoğunluk ve enerji seviyelerini içeren bir albüm yaratmak istedim, bu sayede farklı stilleri bir araya getirmeyi başardık. ‘My Little Boat’ Amazon & Bandcamp üzerinden yüklenebilir.
YouTube videolarınıza nasıl karar verip kaydediyorsunuz?
Videolarımız düğün ve kurumsal pazara yönelik. Tanınmış parçaları seçmeye çalışıyoruz. En azından beş parçayı bir arada kaydedip farklı stiller, tempolar ve aranjmanlar olmasına dikkat ediyoruz. Canlı performans havasını vermesi için hep canlı kaydediyoruz.
Sololarınızda ne hissediyorsunuz? Özel bir tekniğiniz var mı?
Sololarımda dörtlü ve sekizliler üzerinden soru-cevap ile ilerlemeyi seviyorum. Korno/piyano/bas/davulun “söylediklerine“ cevap vermeyi seviyorum. Birbirinizi alıntılayabilir ya da şakalaşabilirsiniz. Mizah dolu, ilham verici ve öğretici olabilir. Farklı vokal dokularını ve dinamiklerini kullanmayı seviyorum. Phrasing çok yoğun, yüksek sesli ve kalabalık hale gelebilir dikkat etmezseniz. Daha sessiz anlar ve alanlara da yer vererek müziğin nefes almasını sağlayabilir ve dinleyicinin ilgisinin yoğunlaşmasını sağlayabilirsiniz.
Korona günlerinde yapılan online performanslar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bazıları çok hoşuma gidiyor. Birinin canlı performansının gününü not almak çok güzel bir şey ve ileriki günlerde heyecanlanacak bir şey olmasını sağlıyor. Ben daha bunu kendim yapmadım. Çok ciddi olmayan boğaz problemleri yaşadım ve hiç kimsenin bir saat boyunca Dan ve beni dinlemek isteyeceğini sanmıyorum.
Favori jazz mekanlarınız hangileri ve neden?
Pek çok farklı mekanını başka sebeplerden dolayı seviyorum. Atmosfer, kültür… Brighton’da gitmeyi en çok sevdiğim yerler The Hand in Hand, The Verdict ve The Paris House. Arkadaş canlısı ve jazz komuniteleri yaratmayı seven insanlar tarafından işletilen yerler. Çok uzun zamandır Patterns’a gitmek istiyorum ama olamadı, bu olay biter bitmez gitmeyi ajandama ekledim. Birkaç yıl önce iki haftalığına New York’a gitmiştim. Her gece farklı bir konser izledim ve Smalls’a aşık oldum. Arkadaş canlısı ve mütevazi mekanlara gitmeyi seviyorum.
Müziğin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Covid-19’un getirdiği kısıtlamalardan sonra umarım canlı müzik ve performans daha çok takdir edilir ve ihtiyaç haline gelir. Canlı yayın yapmak karantina sırasında güzel ama canlı müziğin yerini tutamaz. İnsanların arasında olup grubunu seçebilmek, beraber sahnede olmak farklı bir şey. Gerginim çünkü pek çok mekan finansal olarak zorlanıyor ve müzisyenler de bunun baskısını hissediyor. Belki daha az para kazanılacak ama umuyorum ki geri döndüğümüzde çok kutlamalı bir atmosfer olup mekanların ve müzisyenlerin toparlamasına olanak verecek.
Sizi ve online performanslarınızı nasıl takip edebiliriz?
Arkadaşlarım ve dünyanın farklı yerlerinden müzisyenlerle bir albüm kaydediyorum. Salonlarımız/yatak odalarımız/stüdyolarımızda kaydediyoruz tabi ki de. Yavaş ilerliyor kayıt işleminin doğasınca, her parçayı sıralamak, programları kullamayı öğrenmek ve farklı parçalar ve aranjmanlar için en iyi seçeneklerin ne olduğuna kadar vermek. İki hayır kurumu için para toplamayı amaçlıyorum: İngiltere’deki NHS ve karantina sırasında artan ev için şiddet hakında bilinçlilik yaratıp fon toplayabilmek.
Son sözleriniz?
Herkese sağlık ve pozitif bir kafa yapısı diliyorum bu garip ve belirsiz zamanlarda. Covid-19 zamanında gördüğümüz ilgi ve naziklik umarım hayat normale döndüğünde de devam eder. Sohbet etmek veya soru sormak isterseniz bana Facebook sayfamdan ulaşabilirsiniz: Sara Sings Jazz.
Sara Oschlag’ın albümünü Bandcamp’ten indirebilirsiniz: