Uluslararası Kadınlar Günü (IWD – International Women’s Day) nedeniyle Avrupa Jazz Medyası (EJM – European Jazz Media) üyesi 10 jazz yazarı bağlı oldukları 10 jazz yayın organı aracılığıyla kendi ülkelerinden bir kadın jazz müzisyeni seçti ve onunla bir söyleşi gerçekleştirdi. Türkiye’den Jazz Dergisi’nin de yer aldığı bu projeya katılan 10 dergi ve 10 kadın jazz sanatçısı:
Citizen Jazz (Fransa) – Léa Ciechelski
Jazzmania (Belçika) – Farida Amadou
Jazz’halo (Belçika) – Lara Rosseel
Jazz-fun (Almanya) – Alma Naidu
London Jazz News (Birleşik Krallık) – Rachael Cohen
Jazz Dergisi (Türkiye) – Sedef Erçetin
JAZZTHETIK (Almanya) – Eva Klesse
Jazzwise (Birleşik Krallık) – Emma Rawicz
Jazz Special (Danimarka) – Kathrine Windfeld
Jazznytt / Jazz i norge (Norveç) – Ayumi Tanaka
#Womentothefore #IWD2022 projenin hashtagleri
Jazz ve kadın diyerek başlayan daha sonra da doğaçlayarak giden bu söyleşileri bu haftadan itibaren yayınlamaya başlıyoruz. Sanatın ve kadının gücüne tüm dünyanın daha çok ihtiyaç duyduğu bu günlerde umarız ki ırkçılık, milliyetçilik ve şiddeti nüvesinde barındırmayan jazz müziği diyalog ve barış ortamının geri gelmesine de ön ayak olur.
Bu hafta Sedef Erçetin ile yapılan söyleşileri ilginize sunuyoruz. Bu Projenin dergimizde yer almasını sağlayan Viktor Bensusan’a teşekkür ederiz.
Uluslararası Kadınlar Günü kutlu olsun!
Sedef Erçetin İle Dünya Kadınlar Günü Özel Söyleşi
Cello çalmaya nasıl karar verdin? Klasik müzikte çizgini korumanın yanı sıra yeniliklere hem açıksın hem de bazen kendin bizzat yenilik kovalıyorsun. Bunu biraz açabilir misin?
İlk müzik eğitimime 6 yaşında piyano ile başladım. Belediye konservatuarına, kulak sınavını kazanarak girdim ve piyano eğitimi almaya başladım; çocukken hep piyanist olmayı isterdim. Sonrasında, onbir yaşındayken İstanbul Devlet Konservatuarı’nın sınavına girdim hatta sınavda piyano çaldım. Sınav sonrasında beni piyano bölümüne almak istiyorlardı fakat bir yandan da cello hocam ısrarla celloyu seçmemi istiyordu. İstanbul Devlet Konservatuarında hangi enstrümanı çalacağınızı öğretmenler belirliyorlardı. Siz ne istediğinizi söylüyorsunuz ama onlar kulağınızın nasıl duyduğuna, ellerinize ve daha bir çok detaya bakıyorlar. Her neyse, sınav sonrasında beni yanlarına çağırdılar ve dediler ki “seni viyolonsel bölümüne seçtik ama sakın üzülme çünkü piyano zaten zorunlu, eğer cello bölümünde devam etmek istemezsen sene içinde değiştirirsin”. Böylece cello ile yakından tanıştım ve onu çok sevdim, piyano çalmaya da devam ediyordum ve bugüne kadar hiç bırakmadım. Onyedi yaşında Paris’e cello eğitimim için gittim, tabii ki piyanoyu biraz ihmal ettim yine de orada özel ders vermek için birçok piyano öğrencisi buldum ve bu sayede yurt dışındaki öğrencilik hayatım sırasında cep harçlığımı çıkartmış oldum.
İki ülkede yetiştin ve yine aynı iki ülkede müzikal anlamda varsın. Fransa ve Türkiye’nin senin müzikal yolculuğundaki etkileri neler oldu? Fransa’da milonga çalarken, Türkiye’de klasik Türk müziği sanatçısı Tahir Aydoğdu ile de projeler yapıyorsun örneğin. Ve her türde oldukça rahatsın, bunu seni dinlediğimizde de görüyoruz ve hissediyoruz. Bu durum nasıl başladı? Yıllar içinde bu eklektisizm nasıl bir Sedef Erçetin ortaya çıkardı?
Klasik müziğinin yanında farklı müziklere açılmama Paris neden oldu diyebilirim. O kadar farklı kültürlerin müziklerini keşfettim ki orada, neredeyse hepsinin içinde olmak istiyordum. Paris’te yaşayan farklı ülkelerden müzisyenler ile birlikte müzik yapmaya başladım; inanılmazdı, sanki başka bir dünya keşfetmiş gibiydim. Doğaçlama yapmaya Arjantinli müzisyen Juan Carlos Cáceres sayesinde başladım. Beni grubuna aldı; milonga, tango ve jazz eserleriyle beni çalıştırdı. O zamanlar tam müzik eğitimimi bitirdiğim zamandı. Ya bir orkestraya girecektim ya da serbest çalışarak hem klasik müzik kariyerimi resital ve oda müziği icra ederek sürdürecek aynı zamanda dünya müziği çalan gruplarda yer alacaktım. Ben de serbest olmayı, solo çalışmayı tercih ettim. Bu sayede her türlü iyi müziğe açık bir cellist olarak kendi yerimi buldum ve bu şekilde devam ediyorum.
Arjantinli müzisyenler ile çalışırken benden Türk müziğinin makamlarında doğaçlama yapmamı isterlerdi; küçük küçük yapardım. Arjantinli piyanist, besteci Gerardo di Giusto ile kayıt ve konserlerim oldu; bir kayıtta içinde Türk Müziği motifleri olan bir doğaçlama yaptım. Bana hep şöyle derlerdi: “Sedef, kendi müziğini dışa yansıtmalısın”. Ben o zamanlar Türk Müziği olayına çok önem vermiyordum açık söylemek gerekirse, nedeni şu, zaten o müzik içimde diyordum, kolay bir şeydi benim için. Farklı şeyler öğrenmeye ve yorumlamaya çalışıyordum ama zamanla kendi müziğimizin gerçekten çok değerli olduğunu gördüm ve bugün Türkiye’de geleneksel sazlarla projeler yapıyorum, kanun, kemençe, darbuka gibi ve cello ile inanılmaz anlar yakalıyoruz bu da beni heyecanlandırıyor. Geçen ay kanun viyolonsel duo olarak bir kaç konser yaptık, önümüzdekı günlerde ise Paris’ten gelecek Arjantinli müzisyenlerle Arjantin müziği yapacağız, tango, milonga, geleneksel halk ezgileri. Bu değişim beni canlı tutuyor. Bu yıl ayrıca Yunanlı piyanistim ile klasik eserlerden olan ikinci CD kaydımızı yapacağız. Her müziğe ayrı değer veriyorum.
En başta J.S Bach geliyor, çünkü o son 400 yılda ortaya çıkan sanatsal müziğin mihenk taşı. Bach’ı çok sevip yıllardır çalıştığım için her müziğe karşı kolaylığım olabiliyor. Bugün jazz’da Bill Evans dinlediğim zaman onun tarzında hep Bach armonilerini duyarım, Evans’ı hep Bach ile bağdaştırırım, çünkü benim için müziğin anahtarıdır Bach. Johann Sebastian’ı kavrarsanız her müzikte onun armonilerini duyarsınız.
Ben iyi bir dinleyiciyim, her şeyi dinlerim; her müzikten bir şey her gün yenı bir şey öğreniyorum; kendimi müzik dünyasında kısıtlamıyorum Aslında, biraz da eğlenmek istiyorum çünkü ben keyifli çalarsam insanlar da dinlerken keyıf alır. Bır de sevdiğim müzisyenlerle çalışmayı seviyorum. Bu yolda devam edeceğim.
Dünya Kadınlar Günü için oldukça anlamlı bir kişisin, çünkü dünyanın değişik yerlerinden gelen kadın müzisyenlerle projeler üretiyorsun. Arjantinli, Yunan, Fransız vb ülkelerden kadın müzikal inisiyatiflerinde yer alıyorsun. Kadın perspektifiyle bu çalışmalarından bize biraz bahsedebilir misin?
Evet, kadın gücüne inanıyorum. Yıllardır birlikte çalıştığım Yunan piyanist Maria Papapetropoulou artık kardeşim gibi, bu da müzikte bir nimet. Gerçekten kuvvetli bir beraberliğimiz olduğu için bu müziğe de yansıyor ayrıca sahnede çok rahatız.
Sonra yıllarda gospel müziğinin efsane sesi Amerikalı Liz McComb iıle birlikte birçok konser verdim, kayıtlar yaptım. O, hayatımda gördüğüm en güçlü kadınlardan biridir. Bana o kadar çok sevgi ve destek verdi ki sahneye her çıktığımda benden mutlusu yoktu. Ufak bir anımız var onunla. Paris’te Salle Gaveau konser salonunda 2 gece üst üste konserimiz olmuştu; cello, piyano, vokal olarak duo çalıyorduk. Liz McComb’un kendi bestelerinden biri de vardı repertuarda; ikinci gece gene aynı parçayı çalarken piyanodan kalktı, tam benım arkama, yere diz çöktü ve şarkıyı söylemeye piyanosuz devam etti; ben de doğaçlama olarak devam ettim. Ardından ağlamaya başladı bu sefer ben de bir tuhaf oldum ama aynı zamanda söylüyor ben de çalıyordum. Parça bitti, bana o kadar sıkı sarıldı alkışlar arasında ikimiz gözlerimizde yaşlarla o konseri bitirdik. Cellonun sesi onu etkiliyordu. Bir gün kadınlar gününde kendisi ile tekrar sahnede olmayı çok isterdim.

Sedef Erçetin (Photo: Nazlı Sanberk)
İlham kaynakların kimler olmuştur?
Aslında hayatta ilham aldığım çok şey var. Müzik benim için hayatımın içindeki olmazsa olmazım; yeme içme gibi, benim dengem. Bu dengeyi korumak gerçekten büyük bir özveri aslında.
Bana ilham veren sanatçılar genelde alçak gönüllü ve hayatın tadını çıkartmayı bilen müzisyenler. Bazen çok beğendiğiniz bir müzisyenin karakteri bakıyorsunuz hiç umduğunuz gibi değil bunlar hep var. Bazen de karşınıza müthiş bir müzisyen bir o kadar da güzel bir insan çıkıyor. İlk aklıma gelen ismi söylemek isterim; Mstislav Rostropovich. Celloyu bana sevdiren inanılmaz bir cellist, çok cana yakın, esprili, yaşamın keyfini hem bilen hem de çıkaran birisi. Ona kendimi tanıttığımda 19 yaşındaydım, bana “küçük Türk lokumu” dedi ve ellerim ellerinin içinde kayboldu; hayatımda bu kadar yumuşak, pamuk gibi ve kocaman eller görmedim, o elleri hiç unutamam. Paris’te Bach’ın cello suite’lerini çaldığı konserdeydim. Rostropovich ve Bach’tan eşit derecede etkilendim ve o günden beri Bach çalmayı hiç bırakmadım.
Yo-Yo Ma müthiş bir cellist, klasik müziğin yanı sıra dünya müzikleri de çaldığı için ondan oldukça etkilendiğim kesin. Onun da kendi yolumda ilerlememde ve kendime inanmamda etkisi büyük. O da yeni şeyler yapmayı seviyor.
Arthur Rubinstein da virtüöz olmasının yanı sıra iyi yaşamasını bilen, hayattan keyif almak isteyen bir müzisyen. Tüm saydıklarım aynı zamanda mesleğini ciddiye alan ve en iyi haliyle yapan gerçek müzisyenler. Jazz’da ise Bill Evans diyorum, onun müziğini dinlemekten hiç bıkmam.
Ve her gün beni etkileyen yeni müzisyenler keşfediyorum, listem uzadıkça uzuyor.
İnternetin birleştirdiği ama Covid’in de bir o kadar sınırladığı günümüzde, bir yorumcu, besteci ve aynı anda farklı projelerde yer alan biri olarak yakın gelecek için plan ve beklentilerin nelerdir?
Zor bir süreçten halen geçmekteyiz. Herkes gibi önümüzdeki zamanda bol sanatlı günler görebilmeyi umut ediyorum. Birçok projem olsa bile hangisi gerçekleşir hangisi gerçekleşmez bilmiyorum, artık biraz oluruna bırakıyorum, doğru zaman gelince gerçekleşirler. Kendim için istediğim, hem fiziken hem ruhen sağlıklı olmak ve her gün cellomu elime alabilmek, araştırmak, çalışmak, yeni müzikli maceralarda yer almak…
Yurt dışında özellikle Fransa’da festivallere katılmaya devam edeceğim. Yeni kayıtlar, yeni projeler var, heyecanla bekliyorum, sabrediyorum. düşünüyorum. Ne yaparsam yapayım benim için en önemlisi yaptığım işi aşk ile yapmak…