Körleme röportajlarımıza elektrik basçı ve besteci Selçuk Karaman ile devam ediyoruz. Selçuk Karaman, bilinen ismi ile SelKa, İstanbul’da doğdu, küçük yaşlarda müzik yazmaya ve icra etmeye başladı. Müzik eğitimi ile ilgili yolculuğu sırasıyla Bilgi Üniveristesi, DJAM Amsterdam ve Prins Klaus Conservatory’de devam etti. Stüdyo ve sahnede çalıştığı müzisyenler arasında, Aydın Esen, Ricky Ford, Don Braden, Butch Morris, Gary Husband, Scott Kinsey, Wolfgang Muthspiel, Gene Jackson, Chander Sardjoe, Owen Hart Jr. başta olmak üzere birçok isim ve “SelKa / XyZ, “SelKa / Transformation” isimli iki albümü bulunmaktadır. SelKa müziği geniş bir perspektifte değerlendiriyor, izlenimlerini günümüz müziği ve trend’ler ile karşılaştırıyor, jazz’ın dönemleri arasında mukayeseler yaparak müzisyenleri ayırt ediyor. Saf müzik konuşabilmek için eleştirel bakış açısına sahip olmak gerektiğine inanıyor. Değerli müzisyene dört albümden oluşan seçkimizi sunduk.
Jonas Hellborg
Personae
2002, Bardo Records
Heretics – Jonas Hellborg & Shawn Lane
Shawn Lane (g)
Jonas Hellborg (eb)
Jeff Snipe (d)
Tribal Tech havası var bu müzikte… Scott Henderson. En azından girişte öyle hissettirdi bana. Los Angeles tarzı tınlıyor, daha “paket” çalan takımlardan. Davulcu çok meşgul çalıyor burada. Eskiden çok dinlerdim bu tarz müzikleri, Dennis Chambers ve benzeri müzisyenler. O ekolü biliyorum. Son dönemlerde Dennis Chambers ne yapıyor bilmiyorum. Bu bildiğim bir track değil. Uzun süredir daha çok radyo dinliyorum çünkü isimlerin altında ezilmemeyi tercih ediyorum. Pure music konuşabilmek için eleştiriyi de katmak gerek. Alan Holdsworth diyeceğim ama henüz o armonileri duyamıyorum. O havalarda giden bir durum var burada. New Yorklu bir gitarist var, ismi Tim, daha karanlık bir tona sahip ama onu da andırıyor. Kafamın içinde müziği böyle konuştuğum için şöyle söyleyeceğim: “Hala geveliyorlar!”. Daha henüz ana konuya gelemedik. Bunu intro falan anlamında da söylemiyorum. Artık günümüz müziğinde; ki bu jazz da olabilir pop da olabilir; uzun girişlere yer yok gibi. Zaten Spotify istatistikleri de parçanın ilk on iki saniyesi içerisinde dinleyicinin karar algısının oluştuğunu söylüyor. Buradakiler açısından durum ya “bize ne, biz istediğimiz gibi takılırız” gibi ya da bunlar tam olarak endüstriyi takip eden müzisyenler değil. Büyük ihtimalle iyi müzisyenlerden biri çıkacaktır, sound’daki o yanıklığı duyuyorum ama bu benim için pek önemli değil. Basçı da zaten bir precision sound var. Modern tonlarla çalmıyor. Davul da bas solosunda bile oldukça meşgul. Bence daha ufak dokunuşlarla halledebilir. Elektrik basçıların kurtulamadığı şey bu tarz pentatonik çalımlar. O bahsettiğim L.A. tarzı paket çalış tıkır tıkır işliyor bütün grupta. Bildiğim bir basçı olduğunu düşünüyorum, kafamda bu ton var bir şekilde. Hiç benim hoşlanacağım bir müzik değil maalesef. Teknik kısımda ne konuşabiliriz? Bir tane bile altered bir şey duyamadım! Davulcuyu çıkaramadım, bu davul tonu kafamda yok. Davulun markası ne acaba? Çünkü günümüz davul sesinde; örneğin Eric Harland, Marc Guiliana; az sustain eden, stacato, kapalı tonlar var, bu ikisinin arasında kalmış bir ton. Gitarist belki Frank Gambale olabilir. Şu anki dünyada old fashion bir tarz olarak kaldı bu elektrik bas icrası. Dolayısıyla benim ilgi alanıma girmiyor. Benim için o dönem kapanalı uzun bir süre oldu. Stanley Clarkle’lı dönemler var, Marcus Miller’ın Marcus Miller olduğu dönemler. Arada bir bölgede bunlar geldi… Frank Gambale trioları, John Mc Laughlin, Dennis Chambers birliktelikleri tarzı olaylar… Gary Willis’in birkaç albümü var böyle. Moderniteyi yakalamak önemli, kimi teknik boyutla yakalıyor, kimi armoni boyutuyla vs… Beethoven da döneminde form ve koro düzenine getirdiği yenilikler ile moderniteyi yakalamıştı mesela.
Jonas Hellborg. Personae albümü.
Parça 32.13’te başlıyor.
Evet, bu tam da Hellborg sound’u. Hellborg bir dönem parlayan ama sonrasında pek bir çalışmasını duymadığımız bir müzisyen. Bu albüm 2002 kaydı. Yani Hellborg’un en üst düzey dönemleri diyebiliriz. O dönemlerde yayınladığı bir de bas gitar metodu var.
John Patitucci
Imprint
2000, Concord Records
King Kong – John Patitucci
Chris Potter (ss)
Danilo Perez (p)
John Patitucci (b)
Horacio “El Negro” Hernandez (d)
Giovanni Hidalgo (perc)
John Patitucci’nin Imprint albümü. Parça Afro Blue olabilir. Bu albümde Horatio Hernandez var. Tüylerim diken diken oldu! Patitucci çok özel bir müzisyen benim için. Onu ilk Chick Corea Electric Band ile duymaya başlamıştık ama daha sonra One More Angel ve Now albümleri; daha çok kontrbasa ağırlık verdiği ilk plakları olabilir. Zaten Chick Corea Acoustic Band ile de çalıyordu devamlı ama Alan Pasqua, John Scofıeld, Bill Stewart vs. ile yaptığı bu albümlerle gerçek müzikalitesini ortaya koydu. Örneğin çocuğunu kaybettikten sonra kaydettiği One More Angel albümü duygu yoğunluğu yüksek bir albümdür. Çellist eşi Sachi de bu albümde vardır. Karanlık bir dünyası da var ama çok güzel bir dengede. Benim ilk albümüm XYZ de çok karanlıktır örneğin. Gençken o dengeyi tam olarak koyamadım. Her dinleyici bunu algılayamaz ama Patitucci bu dengeyi korudu ve hala da öyle. Çok da aydınlık bir müzik olmayan blues’u çok iyi çalar, her girdiği ekip de kendisini gösterir, bazen geri planda kalır, yeri gelir bir nota yeri gelir beş nota çalar ama müzikaliteyi ve dengeyi çok iyi korur. Bir Babylon konserinde tanışmıştım kendisiyle. İnsan olarak, hayata bakışı ve duruş olarak örnek aldığım bir müzisyendir. Kötü çalsa bile; ki pek duymadım, ton, entonasyon hep yerindedir. Blues çalmak mesela illa blue noteları çalmak değildir. Özellikle şarkıcılarda dikkat edersen detone, sürtoneler falan vardır, Patitucci kontrbasta onları yapabilir. Tabii bugün için gençler videolardan da öğrenip tarzları çok iyi taklit edebiliyorlar ama onların döneminde bu imkanlar olmadan çok iyi müzisyenlerle çalışarak stilleri doğru bir şekilde öğrenmiş. Son noktayı da Wayne Shorter ile koydu. Şimdi yeni bir albümü var. Solo bir bas albümü.
Anthony Jackson
Anthony Jackson & Yiorgos Fakanas – Interspirit
2010, Abstract Logix
Footprints – Wayne Shorter
Takis Paterelis (as, ss, flt)
Mitch Forman (keyb)
Antonis Andreou (tb)
Anthony Jackson (eb)
Yiorgos Fakanas (eb, düzenlemeler)
Dave Weckl (d)
Footprints mi bu? Avrupa havası var veya ona dokunmaya çalışmışlar! Amerikalı olabilir bunu çalanlar. Yani şu 1-5-oktav-9 olayını yazmazsın tabii ama… Müzik istiyorsa belki, yapacak birşey yok. Bu parçayı Aydın Esen ile major çalmıştık! Gil Evans tahta üflemelileri jazz’da çok güzel seslendirdi, özellikle Miles Davis ile beraber. Yaratıcılık pek yok, biraz dönem sonu projesi gibi olmuş! Yine burada jazz’ı pek duyamıyoruz, bunlar biraz olayın dışında kalmış. Bunlara zenginlik gözüyle bakmak gerek, Balkan jazz’ında çok güzel adamlar da çıkıyor. Böyle bir aranjmanı ben Maria Schneider’dan duymak istedim mesela. Onun orkestrasının da sound’u buna yakın denilebilir. Basçı yeni yeni kendini göstermeye başladı. Perdesiz bas çalıyor sanırım. Eskilerden bir müzisyen gibi duruyor çünkü çok kompresörlü bir tonu var. Stanley Clark sound’u bu. Çalış tarzı da ona benziyor. Ya da o dönemi çalışmış birisi, oraya yakın hissediyor kendini, Marcus Miller’a değil mesela. Steve Swallow denebilir belki ama sanmıyorum. Biraz pick ile çalıyor sanki. Pena ile bridge’e doğru çalıyor Tını Swallow’a yakın ama o böyle bir solo çalmaz. Eskiden orkestralar vardı sonra olay projeye döndü. İşte bence bu bir proje, Anthony Jackson da duyuyorum.
Anthony Jackson. Anthony Jackson & Yiorgos Fakanas – Interspirit albümün adı.
Zaman aralığı: 8.38
Beni içine alamadı bu müzik. Anthony Jackson’u böyle çok dinleyemezsin. O dönemin etrafında olduğunu tahmin etmiştim.
Burada iki basçı var. İki ayrı bas tonu duyuluyor.
Evet, dediğim gibi bir Balkan havası da duyuluyor, müzik başında kendini belli etti zaten. Avrupa’da uzun süre yaşadığım için Yunan, Bulgar arkadaşlarım oldu, ve birlikte çalma fırsatı da buldum. Onlar büyük orkestra için yazdıkları zaman belli bir sound’ları var. Böyle bir orkestra müziği yazmış olsaydım arayacağım basçı Anthony Jackson olurdu. Bütün orkestrayı sırtlayacak, her şey yerli yerinde çalınacak. Bu müzik o araya girmeleri fazla kaldırmaz. Ben çalsam böyle bir müziği illa ki kafamı çıkarırım bir yerde. Grubu bir yere çekmeye çalışırım mesela. Bu bir proje sonuçta, çünkü dağınık çaldıkları belli oluyor. Bence bunun için on tane daha prova yapmaları gerekiyordu.
Christian McBride
Live At Tonic
2005, Ropeadope
Boogie Woogie Waltz – Weather Report
Christian McBride (eb)
Geoff Keezer (keyb)
Ron Blake (ss)
Terreon Gully (d)
Weather Report gibi duyuluyor. Miroslav Vitous elektrik bası böyle çalar. Örneğin Guardian Angels. İşte bu müzik evrensel dili konuşuyor. Neyse ne, ister Çinli ister başka birşey olsun. Joe Zawinul işlerine benziyor. Tabii basçı Jaco Pasterius değil. Diğer albümlerdeki davulcular nasıldı bu nasıl?! Adamlar bütün hayatlarını çaldılar! Bu davulu dinlerken o müzisyenin yüzünü görebiliyorum şu anda. Gülümsemesini ve müziği dinleyişini. Az önce John Patitucci’nin Now albümde Bill Stewart da öyle, bir notayı bile atlamıyor; yaşıyor müziği… Zaten müzik öyle çalınmalı bence. Canlı kayıt olduğu için belki Syndicate Project olabilir dedim ama sanmıyorum ama kesinlikle kaynak orası. İşte bu Amerikan müziği. Bu çalan basçının yeni dönem basçıları etkileyen bir müzisyen olduğu belli. Baba basçılardan. Hepimizde olan bazı chops’ları duydum. Bazısı bunu her yerde gösterir, bazıları da göstermez ama hepimiz biliriz nereden geldiklerini. Modern elektrik basda daha çok Jaco Pastorius kaynaklıdır bunlar. Marcus da başka bir evreye girer. Bu tür bir işi Scott Kinsey de yapıyor (Human Elements vs). Ama onlar daha gelişmişini çalıyorlar artık. Bu çok warm bir session olmuş. Bu albümü koy sabah kadar çalsın burada! Şimdiye kadar dinlediğimiz basçıların hiçbirinde melodik minör konusunu tam işleyemedik. Oysa yeni basçılarda mesela 2-5-1’lerin hepsi melodik minör. Do majör akorda diyez beş mesela. Lydian Augmented. 3. derece melodik minör. Öyle çalınıyor artık. Evet bu parça tamamıyla World Music’in Amerikalılara yansıması diyebilirim. Hepsi sorumlu ve bir grup gibi çalıyorlar. Soprano saksofoncu Wayne Shorter veya Dave Liebman olabilir. Davulda trampetteki ghost note’lar harika! Mesela Tommy Campell böyle çalar. Biraz Bill Cobham da duyabiliyoruz…
Christian Mc Bride. Live at Tonic. Canlı bir albüm kaydı.
Zaman Aralığı: 56.43
Sürpriz oldu diyebilirim! Şimdi tekrar düşününce gerçekten de o. Eski albümlerini de biliyorum. Roxy’de elektrik bas çaldığı konserini de dinledim. Hatta Living albümü dönemiydi Aydın Esen ve Vinnie Colaiuta ile beraberdik o konserde. Davulda Gregory Hutchinson vardı. Müthiş bir konserdi. Christian McBride’ın yaptığı bu tarz müzik gözümden kaçmış olmalı. Frettless çalıyor ve bir siyah müzik havası var burada. Christian McBride da elektrik basda Jaco Pastorius ekolünü takip ediyor. Bunu da en doğal olarak yansıtan müzisyenlerden biri. Parçanın girişinde beşlileri vurdu; müziği yükseltti; gruba cue verdi. Çok profesyonel bir müzisyen. Geleneği taşıma anlamında da benim favori basçılarımdandır. Şimdi jazz’ı herkes yapıyor ama Wynton Marsalis çaldığı zaman; hatta Branford da bunun içerisindedir; New Orleans ruhunu duyabiliyorsun. Öte yandan ikisi de klasik müzik de çalıyor. Christian McBride da bu tür müzisyenlerden bir tanesi, o yüzden önemli. Marc Johnson ve Mc Bride arasında bir tercih yapacak olsam Marc Johnson’u tercih ederim ben ama bu benim bas gitara bakış açımla ilgili bir şey. Ama grupta arkada Christian McBride varsa müzik sağlama alınmış demektir. Belki çok modern bir şeyler gelmeyecek ondan ama orada geleneğe ve bu müziğe ait her şeyi duyacaksın, kaybolmalar olmayacak. Sololarda biraz; kir çapak olacak. Bu adam yolda düşebilir, etrafını belki biraz çamur yapabilir ama gideceği yere mutlaka gider, o senin müziği duyup duymaman ve bakış açınla ilgili bir şey…
Bu keyifli sohbet ve “Körleme” için teşekkür ederim.
Ben de teşekkür ederim!