Vokalde Sibel Köse, piyanoda Michiel Borstlap ikilisini; sanırım 2007, 2008 yıllarında, o zamanlar parklarda bahçelerde yapılan festivallerde elimizde şarabımızla konser dinleyebildiğimiz günlerde Fransız Kültür Merkezi’nin bahçesinde izlemiştim. Nefis bir konserdi. Sibel Köse, yerli yabancı sayısız müzisyenin albümünde yer almış, Türkiye’nin en önemli jazz vokalistlerinden biri, her dinleyişinizde sizi farklı bir hikayeye götüren çok değerli bir müzisyen. Biliyorum yıllardır birçok hayranı kendisinden kendi adı altında bir albüm çıkarmasını bekliyor heyecanla. İşte o beklenen albüm sonunda geldi! İkilinin 19. Uluslararası Ankara Jazz Festivali’nde verdikleri konserde canlı kaydedilen 8 parçadan oluşan albümün ilk konseri de 25. Uluslararası Ankara Jazz Festivali’nde 2021 Ekim ayında gerçekleşti. Albümde 7 jazz standardının yanında, en sevdiğim Brezilyalı bestecilerden biri olan Ivan Lins’in “Love Dance”i de var. İyi bir kırmızı şarap tadındaki bu ballad ağırlıklı albümle ilgili lafı fazla uzatmadan “mutlaka dinleyin” diyerek, Sibel Köse’ye sorularıma geçiyorum.
Sibel nasılsın? Önce pandemi sürecin nasıl geçti ordan başlayalım istersen? Her sanatçının bu süreci başka türlü deneyimlediğini biliyorum, seninki nasıldı genel olarak?
İyiyim Elifciğim, çok teşekkürler. Hem bu röportajı hazırladığın, hem de albümün grafik tasarımında harikalar yarattığın için sana ne kadar teşekkür etsem az. Bu bir başlangıç olsun sadece.
Son yıllar hepimizin pek çok konuda özellikle zamana dair algısında değişiklik yarattı sanıyorum. Pandemiyle birlikte büyük bir şaşkınlık içinde, tüm dünya eşzamanlı olarak daha önce yaşamadığımız bir sürece girdik. Evlerimize kapanmak doğal olarak hepimizin kendi içine dönüp baktığı bir süreci de beraberinde getirdi sanırım. Birbirimizden uzak kaldığımız dönemlerde, dokunamadıklarımıza ekranlardan ulaşmaya çalıştık, daha önce deneyimlemediğimiz çevrimiçi konserler, online dersler, webinarlar, birden gündelik hayatımızın içine girdi, hatta rutinimiz haline geldi. Dört duvar arasında kaldığımız dönemde her zamankinden daha çok kendimizi sorguladık, belki öncelik sıralarımız değişti. En zor olanı da sevdiklerimizden uzak kalmak oldu şüphesiz.
Öncelikle hastalıktan korunmaya çalıştım elimden geldiğince herkes gibi. Eğitim çalışmalarını çevrim içi olarak sürdürdük. Hastalıkla ilgili her gün değişen bilgileri takip etmek, hayat tarzını değişen koşullara adapte etmek bu süreçte önemli oldu. Daha önceki bol seyahatli ve konserli dönemden böyle bir düzene geçince, vakit bulamadığım konularda kendimi geliştirerek, yemek yapmak başta olmak üzere ev işleriyle mecburen her zamankinden fazla ilgilenerek, eğitmen olduğum çalışmaların yanı sıra öğrenci olarak online derslere katılarak bu dönemi geçirdim.
Geçtiğimiz sene Akbank Festivali’nin 30. Yılı nedeniyle 30 farklı müzisyen/grubun yer aldığı ‘Dün, Bugün, Yarın’ adı altında güzel bir albüm yayımlandı. O albümde Sibel Köse Quintet olarak, çok sevdiğim, on yıldır birlikte çalıştığım, birbirinden değerli müzisyen arkadaşlarım Engin Recepoğulları (ts), Kürşad Deniz (p), Kağan Yıldız (b) ve Cem Aksel (d) ile birlikte Kağan’ın bestesi ‘Ballad for Paul Robeson’ı seslendirdik. Kağan’ın parçasına yazdığım sözlerle ‘We’ll Be As One’ olarak ikinci bir isme sahip olan şarkının kayıtlarını yaşadığımız koşulların zorluklarına rağmen tamamlamak heyecan vericiydi. Sözlerle dönemin ruhunu yansıtma çalıştım, yeniden bir araya gelmenin ümidini taşıyor. Aycan Teztel’in bestelediği, trombon ve bas çaldığı, kendisiyle birlikte Aşkın Arsunan ve Volkan Öktem’in kayıtlarda yer aldığı parçasına ise ‘The Dark Side’ başlığı ve temasıyla sözler yazdım ve kaydettik; tekli olarak dijital ortamlarda yayınlandı. Son olarak Caz Derneği’nin yapımcılığını üstlendiği ‘Love Songs’ albümünün hazırlıklarını tamamlayıp dinleyicilerle buluşturduk.
Konserler başladı ama kapalı mekanlara girmemeye biraz özen gösteriyorsun hala galiba di mi?
Kapanma döneminde zaten toplu ortamlarda müzik yapma imkanı kalmadı. O dönem sadece çevrim içi konserlerde yer alabildik. Geçtiğimiz Mart ayında Rusya’da konserler vermek üzere, uzun zaman sonra ilk kez yurt dışına çıktım. Yazın olması planlanan konserler yangınlar nedeniyle ertelenince ancak sonbahar başında açık alanlarda yeniden nispeten yoğun bir konser dönemi olabildi. Kış aylarında iç mekanlara girildi ancak son dönemde hastalığın yeni varyantlarla tırmanışa geçtiğini gördük. Haliyle kapalı mekanlara girmekle ilgili çekincelerim var. Sadece kendim için değil herkesin sağlığı adına bu gerekli. Mekanlar, organizasyonlar ve müzisyenler, elimizden geldiğince bu hassas duruma dikkat etmeye ve önlem almaya çalışıyoruz. Sonuna yaklaşıyoruz diye düşünmek istiyorum.

Sibel Köse & Michiel Borstlap (Photo: Utku Dönmez)
“Love Songs” sürecini biraz anlatabilir misin? Canlı konseri albüm yapmaya nasıl karar verdiniz? Parçaları nasıl seçtiniz? Konserdeki parçaların hepsi yok sanırım albümde?
Aynı zamanda Caz Derneği’nin kurulmasında en önemli rolü oynayan Özlem Oktar Varoğlu sayesinde uzun zaman önce tanıdığım Michiel Borstlap’la yıllar içerisinde farklı konserlerde bir araya geldik. Ankara’da vereceğimiz konserin öncesinde konserimizi kaydedelim istedik ve Özlem ‘Love Songs’ – ‘Aşk Şarkıları’ olarak temayı belirleyip bunun bir albüme dönüşmesini istedi. Michiel daha çok kendi bestelerini seslendiriyor ve geçen zaman zarfında da ağırlıklı olarak solo piyano albümler yaptığı farklı bir anlayış içerisinde. İkimizin ortak seslendirebileceği, kimini daha önce seslendirdiğimiz ve ağırlıklı olarak caz standartlarından oluşan bir konser listesi belirledik. Tüm konser kaydolduktan sonra çalınmış olan şarkılar içerisinde aşkın farklı yüzlerini anlatan ve icra olarak içimize sinen parçaları seçtik ve bu albümü oluşturduk.
Çok uzun zamandır hayranlarının “ne zaman albüm çıkaracaksın?” diye sorduğunu biliyorum, şimdi tepkiler nasıl? Rahatladı mı hayranlar?
Umarım albüm merakla beklemekte olan herkese olabildiğince çabuk ulaşır. Sosyal medyada bazı paylaşımlarda görüyorum, özellikle plakların -nostaljik bir his olsa gerek- farklı yerlerde döndüğünü görmek heyecan verici bir his. Tanımadığım ama sevildiğimi bildiğim evlere misafir oluyormuşum gibi. Farklı hayatların içine girmek gibi. Şu ana kadar çok güzel geri dönüşler oldu, umarım devamı gelir.
Türkiye’de yayınlanan ilk albümün duo bir albüm oldu, ilerde quartet ya da quintet bir albüm düşünüyor musun her zaman çaldığın kendi ekibinle?
Çok istiyorum. Az önce saydığım ve Quintet’te yer alan çok sevgili müzisyen arkadaşlarımla birlikteliğimiz hayli uzun zamandır devam etmekte, yurt içinde ve dışında farklı konser ve festivallerde yer aldık. İletişimimiz bu zaman içerisinde çok kuvvetlendi. Ayrı kaldığımız dönemde onları çok özlüyorum ve yeniden buluşup bir albüm yapmayı çok istiyorum. Dave Allen, Matt Hall ve Volkan Öktem’le verdiğimiz konser kayıtlarını basılabilir hale getirmiştik. Dinleyenlerle buluşturmak istediğim ve 2000-2010 yılları arasında yurt dışında basılmış olup buradaki dinleyiciye radyo programları dışında ulaştıramadığım albümleri dijital ortamda nasıl paylaşabileceğimi düşünüyorum. Değerli dostum Bogdan Holownia ile başladığımız Polonyalı besteci ve söz yazarı ikili Jerzy Wasowski ve Jeremy Pzsybora şarkılarının Fransızca sözlerle yorumları kaydını tamamlamak istiyorum. Bakalım ne kadarı gerçekleşebilecek.
Şarkı sözü yazıyorsun, harika şarkı sözleri yazdığını biliyorum. Janusz Szprot’un “Bossa at Sundown”ı, Aycan Teztel “The Dark Side”, Alp Ersönmez’in “Beşik”i, Ozan Musluoğlu “Moon and You” Clyb Foster “I Don’t Wanna Make A Mistake” ve daha bir sürü söz var yazdığın. Nasıl bir duygu senin için söz yazmak? Neler hissediyorsun başkasının bir bestesine söz yazarken?
Bir müzik parçasına söz yazdığınızda onu kendi süzgecinizde yeniden anlamlandırmış oluyorsunuz bir anlamda. Söz güçlüdür, bu nedenle de bestecinin onayının olması önemli. Bir parça sözsüz seslendirildiğinde daha soyuttur ne de olsa. İnsan sesi girdiğinde başka bir hale gelir, söz girdiğinde ise imgeler, anlamlar, hikayeler başlar. Anlamlı ve melodiyle uyumlu bir hikaye olması, seslendirildiğinde cümlelerin zamanlama, artikülasyon, telaffuz gibi unsurlarının müzik içerisinde anlaşılır bir ifade bulması, söylerken farklı dinamiklerle taşınabilir olması gibi pek çok kriter var. Kimi zaman kendiliğinden, kimi zaman üzerinde çalışarak, bazıları çabucak, bazıları zamana yayılmış çalışmalar. Çoğu zaman son haliyle seslendirilene kadar devam eden yazma, değiştirme, yeniden ele alma süreci. Kimi zaman çok kolay, kimi zaman çetrefilli ve her halükarda zevkli bir süreç.

Cover Photo: Melih Özbek
Kendi bestelerin de var bildiğim kadarıyla, konserlerde onları da seslendiriyorsun değil mi? Bestelerin ve sözlerin de bir gün birikerek bir albüm olurlar mı?
Çok uzun zamandır şarkı söylüyorum, şarkılarla olan ilişkim dolayısıyla yoğun ve farklı. Öyle güzel şarkılar var ki söylenecek, kendim bir şeyler yaptığım zaman sanırım acımasız bir eleştirmen oluyorum. Bu soru çok sorulmaya başladığına göre sanırım bu yönde bir beklenti var. Her şarkıcının illa kendi bestelerini seslendirmesi gerektiğine dair bir düşüncem yok. Jazz yorumcusu olarak zaten her zaman, en azından kendi penceremizden gördüğümüz şekliyle şarkıları seslendirme gayreti içindeyiz. Elbette etkilendiğimiz usta sanatçılar olabilir, bence bu konunun doğasında var. Söz, bir şarkıcı için elbette çok önemli ancak söz konusu jazz müziği olduğunda bence, aynı zamanda kolektif doğaçlamaya açık olması gerekli. Çok şanslıyım ki hep usta müzisyenlerle çalıştım. Onların bakış açısı, estetik algısı, yaklaşımı mutlaka çok şey öğretti. En az izleyici kadar belki de daha fazla müzisyenlerin görüşü, hissedişi, değerlendirişi benim için önemli oldu. Bu nedenle onların da gönülden heyecanlandığı, birlikte iletişim içinde seslendirebileceğimiz şarkılar düşünebilmek, kurgulayabilmek gerekiyor. Anlatacak kişisel olmaktan çıkmış, paylaşmaya değecek bir hikaye, ortak bir estetik algıyla varlık bulduğunda heyecanlanıyorum. Bunun için tecrübe ve yaşanmışlığa ihtiyacım vardı sanırım. Bir de elbette bir araya gelip yeniden eskisi gibi müzik yapmaya ihtiyacımız var en çok. Umarım bir sonraki röportajımızı böyle bir albüm için yaparız.
Neler dinliyorsun bu aralar?
Zevkim için müzik dinliyor muyum acaba diye düşünüyorum bu soru karşısında. Atölyeler ve derslerde genç arkadaşlarımı dinliyorum galiba en çok. Yeni yayımlanan kayıtları dinliyorum, en son Cansu Nihal Akarsu’nun ‘Gezegen’ parçasını ve Erdem Özkan’ın ‘Get Around’ albümlerini dinledim mesela, emeği geçen herkesi kutlarım. Önümüzdeki dönem konserlerde söyleyeceğim şarkıları ve farklı yorumlarını dinliyorum. Sevgili Kaan Bıyıkoğlu’nun Monk projesi, sevgili Can Çankaya ile vereceğimiz konserde seslendireceğim şarkılar. Her zaman dinlemeyi sevdiğim ustalar. Shirley Horn’un eski kayıtlarından yeni bir albüm gördüm, henüz tamamını dinleyemedim.
Eğitmenlik de yapıyorsun aynı zamanda. Ülkedeki birçok vokaliste yol gösterdiğini emek verdiğini biliyoruz. Nasıl bir duygu eğitmenlik senin için?
Manevi yanı yüklü. Kendimi eğitmen değil rehber olarak görmek istiyorum hep. Müziği seven insanların içinde oluyorum herşeyden önce. Senin gibi çok kıymetli dostlar ediniyorum bu sayede. En çok ben öğreniyorum belki de. Hayatla ve insanlarla olan bağım kuvvetleniyor, sorumluluk olarak görüyorum aynı zamanda. ‘Anlatacaklarınız karşınızdakinin anlayacağı kadardır’ düşüncesinden yola çıkarak, yeni yollar bulup keşfetmeye dayalı yaratıcı bir süreç; yorulmadan ve heyecanını kaybetmeden -ki belki de en önemlisi bu- etkileşimi sürdürebilmek. Keşfetmiş olduğum güzellikleri paylaşmak üzere farklı yollar deneyip kültürler ve kuşaklar arası köprü kurabilmeye çabalıyorum. İçtenlikle duygularımızı ifade edebilmek üzere kabuklarımızdan arınmaya çalışıyoruz hep birlikte. Kendimizi dışa vurmakta yaşadığımız korkuları birlikte aşmaya çalışıyoruz. Dünyanın farklı yerlerinde olsalar da hayatlarına minik dokunuşlarım olan
2022’den beklentilerin neler?
Herşeyden önce sağlık, gördük ki o olmadan hiç bir şey olmuyor. Motivasyon ve heyecanla hayata, müziğe ve birbirimize yeniden sarılacağımız sürpriz gelişmeler diliyorum.