Joe Gardner, ortaokulda müzik öğretmenliği yapan ama asıl hayali jazz piyanistliği olan orta yaşlı bir New Yorklu. Her ne kadar annesi sigortalı bir işi olması konusunda ısrarcı olsa da Joe’nun kalbi jazz müzisyenliğinde. Tam çalıştığı ortaokulda artık kadrolu olacağının kendisine açıklandığı gün – hoş geldin SGK- , aynı zamanda da jazz davulcusu olan eski bir öğrencisinden bir jazz işinde çalmak için seçmelere katılma teklifi gelir. İnsanın şansı bir günde iki kere dönecek değil ya? Joe’nunki de dönmüyor haliyle. Heyecanla jazz işini haber vermek için bir yandan sokakta yürüdüğü bir yandan da arkadaşını aradığı sırada yoldaki kanalizasyon boşluğuna düşer. İşte hayatta arada içine düştüğümüz boşluğun alegorisi olduğunu tahmin ettiğim bu boşlukta (hakikaten düştü mü kanalizasyona düşmüş kadar oluyoruzdur) Joe’nun aydınlanması gerçekleşecektir.
Filmin senaristlerinden biri, yine bir Pixar yapımı, 2015 çıkışlı animasyon “Inside Out”un da senaristi. Her türlü duygu durumu analizi ve içgörü geliştirme konusunda süper yetenekli olduğunu düşündüğüm bir ekip. En az, “prefrontal cortex”te tüm bedenimizi kontrol eden duyguların her birini arketipleştirmek kadar zekice bir fikre sahip olan “Inside Out”unki kadar iyi bir senaryo. Joe’nun kanalizasyon boşluğuna düştükten sonraki hikayesi ise ayrı bir “ilham olma” hikayesi. İçine düştüğü boşlukta 2 yol ayrımı var. İlk ve asıl gitmesi gereken yol, onu “Great Beyond” (afterlife) dediğimiz yaşamdan sonraki alana götüren yol. Ama Joe’nun akşam çalması gereken bir konseri olduğu için bu yoldan kaçar ve “Great Before” (before life) yani her bireyin doğumdan önce kendisine verilen kişiliği ile buluştuğu yere gelir. Burada henüz doğmamış ruhlar dünyadaki yaşamlarına hazırlanmaktadır. “Yaşam amacını” yani “içindeki tutkusunu” bulan ruh, dünyaya gönderilmeye hazır hale gelmektedir. Joe burada bir yandan dünyaya geri dönmeye çalışırken bir yandan da henüz tutkusunu bulamamış genç bir ruha rehberlik edecektir.
Filmin soundtrack’inde bestelerin yarısı (dünyada geçen jazz parçaları) Amerikalı müzisyen Jon Battiste’e, diğer yarısı (öteki yaşamda geçen elektronik ağırlıklı parçalar) da Nine Inch Nails’den bildiğimiz Trent Reznor ve Atticus Ross ikilisine ait. Müzikler için Herbie Hancock, Terri Lyne Carrington, Quincy Jones gibi müzisyenlerden de danışmanlık alınmış. Nine Inch Nails’in film müziklerine “Lost Highway’den beri hayran olan biri olarak, burada da ‘yaşamötesi’ diye adlandırabileceğim sürreel dünyada çok başarılı bir hikaye anlatımı yaptıklarını söyleyebilirim.
“Soul” varoluşsal sorgulamalarıyla, müziğiyle, animasyon kalitesiyle herkesin mutlaka izlemesini dileyeceğim bir film! Kaybetmek ve bulmak üzerine bir hikaye, “hayatın amacı ne?” sorusunu yeniden hatırlamamızı sağlayan. Özellikle son bir senedir tüm dünya olarak aynı anda deneyimlediğimiz yaşamsal kaygı, sorgulama ve çözümlemelere çok iyi gelecek türden. Açık konuşalım hepimiz kaybettik. Kimimiz sağlığını kaybetti, kimimiz işini kaybetti, kimimiz aşını, kimimiz hastalıktan yakınını kaybetti, en iyi ihtimalle kaybetmenin eşiğine geldi. Kimimiz özgüvenini kaybetti, yaşam enerjisini, yaratıcı enerjisini, bu korkunç şartlar altında ettiği sözden sevdiğini kaybetti kimimiz. Hayallerini, gelecek planlarını, gözündeki ışığı, huzurunu, ruhsal dengesini kaybeden kaybedene. Kendimizi kaybettik hepimiz. Hepimiz kaybettik. Şimdi yeniden bulma zamanı. Kaybettiğimiz her ne varsa. Devam edebilmek için bir yerden başlamak lazım. Bazen hepimiz kayboluyoruz ama asıl önemli olan içindeki kıvılcımı kaybetmemek!