CRR Konser Salonu Sahnesi 30. yılında yine büyük bir ismi ağırlıyor. Bugünün yıldız ismi 2013 yılında Downbeat dergisinin okur ve eleştirmenleri tarafından “Yılın En İyi Bas Gitaristi” seçilen ve 4 Grammy ödüllü Stanley Clarke.
Jazz müziğinde kendi imzaları olan müzisyenler vardır. Bu müzisyenlere ya da şarkıcılara “great singer” ya da “great player” denir. Her biri kendi yorumları ve yarattıkları müzikal atmosfer ile kendi karakterlerini müzik tarihine kazırlar. Stanley Clarke’da günümüzün Great Player’larından biri. Kendi sesini ve dilini bulmuş büyük bir isim.
Grubun enstrümentasyonu çok sıkı… Birazdan grup üyelerinden de bahsedeceğim ama ilk dikkat çeken sahnede piyano ile birlikte iki ayrı tuşlu enstrüman seti bulunması. Tuşlu enstrümanlar konusunda bir parça cömert olunmuş diyebilirim. Piyano ile birlikte 3 keyboard ve 1 Moog sahnede kurulu bekliyor. Bu gece piyano ve tuşlu çalgılarda Gürcistan’dan çok yetenekli bir piyanist Beka Gochiashvili var. Su gibi akan cümleleriyle ve buna kontrast yaratan enerjik keyboard çalımıyla takip etmenizi önereceğim bir müzisyen. Sahnenin diğer ucunda da bir başka piyanist biri Moog ve keyboard setlerinin başında bizi bekliyor. Los Angeles’ten Cameron Graves. Graves’de kendi müziğinde jazz, rock ve hip hop karışımlı bir kimya oluşturmuş ve kendi albümlerini yayınlamış bir isim. Armoniyi ve tüm atmosferi üstlenecek bu enstrümanların yanında tabii ki rhythm section’un ayrılmaz parçası davul seti ile birlikte karşımıza Chicago’dan 19 yaşında bir davulcu çıkıyor. Eğer bu müzisyenlerle birlikte sahnede hayatta kalabiliyorsanız yaşın en ufak bir önemi yoktur. Jeremiah Collier bundan fazlasını başaran genç bir davulcu.
Bu gibi gruplarda pek karşılaşmadığımız bir başka enstrüman daha göze çarpıyor. Tabla… Tablada Afganistan asıllı Almanya doğumlu Salar Nader karşımızda. Bir başka renk enstrümanı da bu gece keman. Kemanda benim bu projede tanıdığım ve teknik üstünlüğüyle göze çarpan Evan Garr var. Böyle bir karışımın ortaya nasıl bir müzik çıkaracağını düşünerek içimde bir merakla konserin başlamasını bekliyorum.

Stanley Clarke (Photo: Nevzat Yıldıran)
Daha ilk parçadan duyulan unison pasajlar müziğin tansiyonunu yükseltmeye başladı ve tabii ki Stanley Clarke’da adeta bir rock star edasıyla sahneyi görkemli bir şekilde doldurdu. Her bir grup üyesi, Stanley Clarke’ın müziğiyle tansiyonu giderek yükseltirken daha üçüncü parçada dinleyiciyi yakalamayı başaran ilk müzisyen Evan Garr oldu. Eminim herkes onu bu gecenin sempatik kemancısı olarak hatırlayacak. Son derece üst düzey bir tekniğe sahip olmasının yanında bir o kadar da güler yüzlü.
Beka’ya gelince tuşesi ve cümlelemesiyle müziğe derinlik kazandıran bir piyanist. Uzun ve yaratıcı bir solodan sonra sözü Stanley Clarke’a bırakıyor. Clarke, efsanevi bir bas gitarist ancak bu konserin başı ve sonu dışında bas gitar yerine kontrbas çalmayı tercih etti. Geleneksel bir jazz kontrbasçısından farklı olarak hybrid bir çalım stili geliştirmiş. Tonu, tekniği ve cümlelerinde hem kontrbasın rengini hem de bas gitarın Stanley Clarke’a özgü kıvraklığını duyabiliyoruz. Son derece teknik ve müzikal bir solo çalarken müziğini Salar Nader ile paylaşmaya başlıyor ve ortaya ikiz bir solo kesiti çıkıyor. Konserin bu kesitinde Nader adeta 3 sesli bir tabla solosuyla bizi poliritme doyurdu diyebilirim. Tabla üstadları uzun ritmik cümleleri çalarken aynı anda söyleyerek sololarını unison bir kesite dönüştürebilirler. Bazen önce ritmik cümleyi söylerler ya da tam tersini yaparlar. Ancak bana güvenin bu cümleler son derece uzun ve kompleks bir ritmik yapıya sahiptir. Nader bu noktada müziğin içinde eriyecek uzunlukta incelikli bir soloyla kendine ayrılan alanı çok başarılı kullandı.
Sıra geldi yerinde duramayan ve enerjisiyle tüm müziği ayağa kaldıran Jeremiah Collier’e… Hani her çaldığında mutluluğu gözünden belli olan müzisyenler vardır ya; Jeremiah’da onlardan biri. “Müzik paylaştıkça artar” cümlesi tam da bu noktada anlamını buldu. Nader’de kendi müziğini Jeremiah ile paylaşarak bir akış sağladı.
Anlatmakla bitmez; Stanley Clarke bu, her biri birbirinden yetenekli müzisyenleri dinleyiciye ülkeleri ve yaşlarıyla birlikte son derece kibarca tanıtmaya başladı. Sonunda da benim adım “Louis Armstrong” diyerek büyük ustaya da bir selam vermiş oldu.

(Photo: Nevzat Yıldıran)
Bu gecede original kompozisyonların yanında Joe Henderson’un Black Narcissus parçasını 5/4’lük ritmik düzende çaldılar. Solo sırası bu kez Cameron Graves’deydi. Bu parça üzerinde ustaca düşünerek ve hissederek çaldığı solosuyla bize onun müziğini tanıma fırsatını verdi.
Her bir müzisyen açık çalınan, kendilerine ait bölgelerde müziği “size bir sürprizimiz daha var” diyerek bizim tahmin edemeyeceğimiz bir noktaya sürüklerken; Stanley Clarke frene basıp herkesi toparlamayı bildi. Sahnedeki 40 yıllık deneyim kendisini gösteriyordu.
Birbirini takip ederek sıkışan armonilerin arasında her biri başka bir atmosfer yaratan gamlar ile birlikte arada duyduğumuz lirik cümlelerden sonra bir Stanley Clarke konserinde olduğumuzu bir kez daha hatırladık. Bu grubun enerjisi bitmek tükenmek bilmiyordu. Müzik daha ne kadar yükselebilir derken bir sonraki hamlede hepimizi şaşırtmayı başarabildiler.
Ben salon konserlerini çok severim. CRR Konser Salonu hepimizin göz bebeği ender mekanlardan biri; ama son sözüm şu olacak: eğer bu konser salon düzeni yerine ayakta ve açık havada olsaydı hepimiz zıplamaktan perişan olabilirdik.
1951 doğumlu ve sahnede geçen 40 yılın ardından Stanley Clarke bitmeyen bir enerjiyle müzik yapmaya devam ediyor ve daha uzun bir süre de edecek gibi görünüyor. Enerjin ve güler yüzün eksik olmasın büyük usta. Bu heyecan dolu konser için teşekkürler…