Türkiye’de jazz müzik denildiğinde akla gelen ilk isim tabii ki Kerem Görsev. Piyanistliğin 51, hemen her yıla bir kayıt yerleştirebildiği diskografisinin 23 yılını sürdüğümüz günlerde yeni albümü “After The Hurricane” dolayısıyla sohbet ettik. Kerem Görsev’in 18’inci albümü olan “After the Hurricane”de kendisine dünyanın önemli müzisyenlerinden trompette Terell Stafford, kontrbasta Peter Washington ve davulda Ferit Odman eşlik ediyor. Şiddetli bir sağanak yağış öncesi gerçekleşen sohbetimizde kendi hayatındaki kasırgadan sonrasını dürüst, naif ve mütevazı biçimde anlattı Görsev.

Photo: Deniz Kurt Görsev
Albümle ilgili konuşmaya başlamadan önce bir noktayı açıklığa kavuşturalım. Şöyle ki bugüne kadar yerli yabancı yüzlerce jazz müzisyeniyle söyleşmişimdir ama hiçbiri senin yarattığın etkiyi yaratmıyor. Kerem Görsev’le röportajım var dediğimde “Selam söyle”den tut “neden jazz”a varıncaya kadar, şakayla karışık olsa bile temel bir fikri var. Bu da bizim memleketteki jazz starlık müessesesinin yansıması mı?
Tanınmak başka, mesleğinle tanınmak başka. 97’den 2005’e kadar sekiz sene televizyon programı yaptım, “Kerem Görsev’le Jazz”. İki sene TRT Müzik’te yaptım. Son beş sene Joy FM’de radyo programı yaptım. Yaptığım albümlerden sonra yapılan röportajlar filan derken…İşin aslı şu, ben istemediğim hiçbir müziği para karşılığı çalmam. Kimse bana istemediğim notaya bastıramaz, dik bir duruşum var, taviz vermem, inandığım müziği inandığım müzisyenlerle çalarım. Konsorsiyumlara girmem, hibrit bir müzisyen değilim. Tahtacıyım, akustikçiyim, bu olayları devam ettirmek istiyorum ve ettireceğim. Tanınmaksa bu tanınmak, beni müziğimle tanıyorlarsa çok memnun oluyorum. Müziğimin dışında tanıyorlarsa da teşekkür ederim. Ben müzisyenim, star değilim; bir jazz neferiyim. Ülkede de benim gibi pek çok jazz müzisyeni var, benim onlardan belki biraz farkım boyum onlarınkinden daha uzun, o olabilir.
Kerem Görsev Trio çok uzun yıllar birlikte çaldıktan sonra Engin’in katılımı ile “KG Trio feat. Engin Recepoğulları” olmaktan çıkıp Kerem Görsev Quartet oldu diyebiliriz. Ama “After The Hurricane” albümünde quartet müziğini başka bir ekipten dinliyoruz. Ferit(Odman) albümlerinden aşina olduğumuz Terell Stafford(trompet) ve Peter Washington(bas) ile çalmayı tercih etmişsin. Neden? Bir de saksofon yerine trompet tercih etme sebebin ne idi?
Benim ilk trompetli albümüm “Hands and Lips”te Türkiye’nin mederı iftiharı İmer(Demirer) vardı. Ondan sonra uzun bir süre trompet olmadı. 98’de “Warm Autumn” ve 2003’te “Meeting Point” yaptığımda Russell Gunn vardı trompette. Trompet seviyorum. Ondan sonra 15 senelik bir süreç var, nefesli sazlar yoktu ki, Londra Filarmoni ile baba Ernie Watts geldi(Therapy). Ernie Watts’ın tadı damağımızda kalınca önce “Emirgan” sonra “Four Days” yaptık quartet formatında, hoşuma gitti. Ama ondan evvel trio konseptleri çok çaldım. Dört büyük orkestra yaptık; St. Petersburg Filarmoni, Londra Filarmoni, Prag Filarmoni ve geçtiğimiz yıl “Spring Water” Los Angeles Filarmoni’yle. Orada da Alan Broadbent, Joe LaBarbera, Darek Oles ile bir hayal dünyası vardı. Benim bu sefer tebessüm etme oranım artmaya başladı, kendime güvenim gelmeye başladı. Peter Washington’ı 30 senedir tanıyorum, Ferit’i 13 yaşından beri. Bu arada Ferit’e söyle bir parantez açayım, “Nommo”, “Autumn in NY”, “Dameronia with Strings” albümleri dünya standardının bir ramak üstündedir. Ferit’e dedim, “Sen herşeyi ayarla, ben hiç uğraşmayacağım”.
Ferit baya prodüktör gibi çalışmış.
“Uçakları ayarla, stüdyoyu ayarla, Terell’e ve Peter’e söyle, sen de gel davul çal. Bu arada ben 24’ünde evleneceğim” dedim. “İyi abi, o zaman 25’ine alalım günü” dedi. Evlendim, ertesi gün stüdyoya girdik. Bu albümde Ferit’in müzisyen olarak çok emeği vardır. Kayıttan evvel bana geldi, Bodrum’da karşılıklı çaldık. Gittik oraya, adamlar zaten hazırdı orada, çaldık. Elektrik, bakış, kalp, ruh…Böyle şiir okur gibi, kahve içer gibi çaldılar. Dört saatte kayıt bitti. Miks bitti, ertesi gün masteringe yolladık. İlk defa ben bir albümü çıkardıktan iki ay sonra çıkarıyorum. Normalde hep beklerim, bakarım ne oluyor diye. Ama bunu kalben çıkarmak istedim, çünkü “hurricane” (kasırga) bitti.

Terell Stafford & Kerem Görsev & Peter Washington & Ferit Odman (Photo: Anna Yatskevich)
Albüme ismini veren “After the Hurricane” tam da kasırgayı temsil eden eklektik bir girişten sonra yavaş yavaş kasırga sonrasını anlatan sükunete dönüşüyor.
Dürüstçe konuşmak gerekirse, evliliğim bitmeden hiçbir şey yapmadım. Evliliğim bitince , o zaman kız arkadaşım şimdiki eşim olan Deniz’le bir Yunan adalarına gittik, orada bir kavga ettik, çünkü ego çatışması oldu. Ayrıldık. Başka bir yaşantının içine girdim. Sonra geceleyin 2’de bir telefon geldi. Ben o telefonun ondan geldiğini bile anlamadım başta, ama ondan sonra atladım İtalya’ya gittim. Herşey süt liman oldu. Döndüm eve bu parçayı yazdım, zaten şimdiki kararlarımızı verdik. Ona yazdığım “Maybe Ona Day”, “Dorea”, “Mermaid” de ona yazdığım parçalar.
Bunların yanında çok da güzel bir balad var, “Big Heart”.
Onu ben Mustafa Koç’un cenazesinde Türkiye’nin her kesiminden insanın ona duyduğu sevgiyi saygıyı görünce ağlayarak beş dakikada yazdım. Ki ben Mustafa Koç’u tanımam. Bir iki kere gördüm, bir selamımız vardı. On binlerce insan akın etti o cenazeye, “December” da öyle, babam öldü, ona yazdım. Cenaze levazımatçısı gibi parça yazıyorum.
Bir de güzel zeytin ağacı var, “Olive Tree”. Bu parça özelinden senin bütün diskografiye yol aldığımızda birçok parçada doğaya ve tüm canlılara saygı duruşunu görebiliyoruz. Doğa-müzik-Kerem üçgeninde işler nasıl yürür?
Doğaya iyi baktığın zaman doğa seni her zaman el üstünde tutar. Kimse tabiat ananın karşısına çıkacak bir güçte değil. Ben doğaya son derece saygılıyım. Benim orada ektiğim ağaçlar var, gidip onlara dokunuyorum, onlarla konuşuyorum. Suluyorum, gübre veriyorum. Onlar da şefkat ve ilgiye muhtaç. Bu albümde bir de “Cat Shelter” var. Benim kabadayı kedilerimden birine. İki sene önce çok kar yağdığında, kızım ve annesiyle oturduk ona sığınak yaptık. İçine battaniyeler koyduk, üstüne naylonlar. Dost olduk biz bununla. Yaşlı da. Birkaç gün baktım, sonra kalktığımda kulübesinde ölüsünü buldum. O üzüntüyle gittim koşa koşa piyanoya bir jazz vals yazdım. Önce, bizim, hayvanları ve tabiatı sevmemiz lazım ki insanlarla daha güzel dost olalım.
Şimdi ne olacak?
Mutluyum. Her albümde mutluyum ama çok eksiklerim olduğunu her albümden sonra görüyorum. Her albümde nasıl daha az kazmalık yapacağım, onların hayalindeyim. Bu albümde de böyle birkaç yerde CD’nin içinden çıkıyor bir el, tokat atıyor. Ben istemiyorum böyle olsun, ikiye bire indirmek istiyorum. Bunda da hiçbir zaman başarılı olmayacağım. Ama seviyorum mücadele etmeyi. Kontrbas ve davul bir arada bana Rolls Royce gibi geliyor, onların üstünde yaylana yaylana gitmeyi seviyorum. Türkiye’de de ben en şanslıyım. 12 senedir Türkiye’nin en iyi kontrbasçısıyla çalıyoruz. Kağan (Yıldız) hem kişilik olarak hem müzisyen olarak hem aile terbiyesi olarak aldığı eğitimle…Ferit ise sistemli ve disiplinli bir adam, kendimle aynı buluyorum, o yüzden sahne dışında da arkadaşız. Sol elimde Kağan, sağ elimde Ferit ben ortalarında onların, ne yaparsam yapayım yuvarlanıp gidiyoruz.
Geçen sene piyanistliğinin 50.yılını tamamladım. 50 yıl bir ömür demek. Dürüstçe söyleyecek olursan, “Keşke piyano değil de başka bir şey çalsaydım” dediğin oldu mu?
Ben konservatuvara 1967’de girdim, o yüzden. Şimdi 51 kere maşallah. Dürüstçe söyleyeyim sana, benim hayatımda hiçbir zaman keşke yoktur. Yapıyorsan inkar da etmeyeceksin, pişman da olmayacaksın. Canım ne isterse aynen yaparım. Yeter ki ben isteyeyim. O olmuş demek, onun üstüne kafayı yoracaksın. Türkiye’de çok genç piyanist arkadaşlarım var, hayranlıkla dinliyorum onları. Türkiye’de hiç öyle başıboşluk yok müzikte, onu söyleyeyim.