Sanırım 2010 senesiydi, Facebook’ta bir arkadaşım bir youtube videosu paylaşmıştı. Açtım dinledim, Su İdil adında gencecik bir kız “Just Friends” söylüyor. Bayıldım! Swingi, entonasyonu, samimiyeti, ses rengi… Ve sadece 16 yaşındaydı. Bir insanla fiziksel olarak tanışmamış olsanız da fotoğraftan ya da videodan bile enerjisini hissedebiliyor olmak çok güzel bir duygu. Sonra ortak bir arkadaşımız bize yemeğe geleceği bir akşam Su’yla birlikte geldi, geliş o geliş. 7 sene oldu, bu harika kadın, şu an hayatımdaki en kıymetli dostlarımdan biri. “Akıl yaşta değil baştadır”ın en önde gelen canlı kanıtı, ihtiyaç anında kilometreleri aşan empati gücü, zekası, içtenliği, yeteneği, azmi ile “Kurtlarla Koşan Kadınlar”ımdan biridir canım Su İdil. Genç yaşında çok yol katetmiş, hiç durmayan ve hep daha iyisini yapmayı arayan, ülkemin değerli vokalistlerinden biridir.
Peki tanımayanlar için kimdir Su İdil? Başkent Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden derece ile mezun olan Su, profesyonel müzik hayatına onbeş yaşındayken katıldığı Nardis Genç Caz Vokal Yarışması’nda burs kazandığı Polonya Pulawy Summer Workshop ile başladı. O tarihten itibaren Türkiye’deki pek çok şehirde, çok değerli müzisyenlerle kulüp, festival konserlerinde yer aldı. Ardından 2015 yılında yeniden Nardis Genç Caz Vokal Yarışması’na katıldı. Bu kez oy birliği ile birinci seçilerek pek çok özel ödülün yanında Letonya Riga Jazz Stage’de Türkiye’yi temsil etme ödülünü aldı. 2017 yılında İtalya Roma’da Barry Harris’in jazz workshop’ına katıldı. Aynı yıllarda Onur Aymergen’in besteleri üzerine söz yazmaya başladı ve sonrasında piyanoda Çağrı Sertel (aranjör, müzik direktörü, prodüktör), gitarda Onur Aymergen (kompozitör), basta Ozan Musluoğlu (prodüktör), davulda ise Mehmet İkiz’in yer aldığı bir albüm kaydettiler. 2019 yılında ilk teklisi “Yalnız Adam” yayınlanan Su İdil’in ilk albümü “Anlat Bana” 2020 yılının başında tüm müzik platformlarında yerini aldı. Son derece enerjisi yüksek bir albüm “Anlat Bana”. Tüm sözler Su’ya ait. Sesi kadar kaleminin de güçlü olduğuna şahit olduğumuz bir albüm bu albüm. Sadece albümü dinlemekle yetinmeyip canlı olarak da mutlaka dinlemenizi tavsiye ederim Su’yu. Sahnedeki enerjisi, seçtiği parçalar, onları yorumlarkenki rahatlığı, ekibiyle kurduğu iletişim, özelikle ballad parçalarda dinleyenlere geçirmeyi başardığı duygu… Mutlaka ama mutlaka canlı dinleyin! Arkasındaki emeği bildiğim için albümle ilgili bilmek isteyebileceğimiz tüm soruları sordum Su’ya.
Nasıl hissediyorsun ilk albümünle ilgili?
Öncelikle güzel sözlerin için, şu an ve dost olduğumuz günden bu yana hissettirdiğin tüm güzel, aydınlık duygular için teşekkür ederim sana. Hayat yolculuğumda bambaşka bir yerdesin röportaj bahanesiyle buradan da bir kez daha altını çizeyim. Albüm çıkarmak, çıkaran herkes için çok özel bir süreç elbette hele ilk albümse. Benim için bu albümün ilk olması dışında özel birden çok yanı var. Birincisi -sanırım bunu bıkmadan her röportajda söyleyeceğim- neredeyse çocuk yaşlarımdan beri berbaber çalmanın hayalini kurduğum müzisyenlerle ortaya çıkmış bir iş olması. İkincisi tohumlarını çok sevgili iki dostum Onur Aymergen ve Ozan Musluoğlu ile atmış olmamız. Üçüncüsü ise kendi hikayelerimi, hislerimi anlatmış olmam. Yorumcular söylemeye çalıştığım şeyi daha rahat anlayacaktır. Başka insanların sözlerinin, şarkılarının sesi olmak çok keyiflidir ama o sözler kimi zaman ne kadar hislerinize tercüman olsa da bir maske gibidir, gerçek sizi tam anlamıyla göstermez. Bu bir rahatlık, şık bir giyiniklik halidir esasında, çok da keyiflidir ama yine de başkasının şarkısını söylerken yüzde yüz siz olmazsınız. Harika yazılmış bir oyunda görece özdeşleşebileceğiniz bir rolü oynamakla kendi hayatınızı yaşamak arasındaki gerçeklik farkı gibi. Bu çıplaklığı, bir boyutta yüzleşme de diyebilirim 30’uma gelmeden tadabildiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum.
Uzun zamandır hatta bu yolculuğun başından beri Onur Aymergen’le birlikte çalışıyorsun. Nasıl bir duygu uzun süre aynı insanla/ insanlarla çalışmak? Organik bir bağ gelişiyor değil mi arkadaşlığın müziğe de yansıdığı?
Gelişiyor tabii gelişmez mi?! Onur müzikal hayatım için bambaşka bir yere sahip. 9 senedir beraberiz. Çok sayıda konser yaptık, çok sık çaldık ve çok sık da seyahat ettik. Bunlar müzikal dostluğun yanında nefis bir abi kardeş ilişkisi kurmamızı sağladı ve pozitif bir kısır döngü yarattı bu. Çaldıkça dostluğumuz pekişti, pekiştikçe müziğimiz derinleşti. Bu bulunması pek de kolay olmayan bir bağlantı olması sebebiyle ayrıca çok kıymetli. Her şeyden önce bir vokalist için sahnede sırtını rahatlıkla dayayabileceği bir “yoldaş”ı olması çok büyük bir konfor. Kimi zorluklarla, bazen kamçılanarak kendini geliştirebilme gücüne sahiptir. Ne yazık ki daha yumuşak karınlı bir insan olduğum için bu tarz bende hep ters tepti. Rahat hissettiğim, hata yapma özgürlüğüm olan, yargılanmayacağımı bildiğim yerler ister sahne, ister yaşam içindeki ilişkiler, ister hoca öğrenci ilişkisi olsun her zaman için bana daha fazla gelişim imkanı sağladı. Onur da yapıcı kişiliği ve şahane müzisyenliği ile müzikal gelişimim için çok değerli bir yere sahip oldu. Müzikal anlamda da, hayatta da birbirimizi hep çok doğru anladık. Sevip sevmediğimiz şeyleri, sinirlendiğimiz şeyleri, keyif aldığımız şeyleri vb. her iki alanda da gittikçe birbirimizi daha iyi kavradık ve yaratım aşamasında beraber olduğumuz müziğimiz de bu konfor alanı içinde çok organik bir biçimde gelişmiş oldu. Sonra Ozan’cığımız ile 2017 yazı Alaçatı’da sound’u iyice oturttuk. Sonrasında bizi Çağrı ve Mehmet ile bir araya getirdi. Benim için böylesi kıymetli bir temelin üstüne Çağrı’nın paha biçilemez emeği ve Mehmet’in sihirli dokunuşu işi bambaşka bir boyuta taşıdı. Anlayacağınız epey şanslıyım.

Su İdil (Photo: Onur Yurdakul)
Psikoloji okumuş olmanın müzisyenliğine en büyük faydası nedir?
Psikoloji okumuş olmamın bana en büyük faydası bir içgörü alışkanlığı geliştirmeme vesile olması oldu sanırım. Ne hissettiğimi farkederek hatta bazı çıkmazlarda neden öyle hissettiğimi anlamaya çalışarak yaşıyorum. Bu denklemi kurmaya çabalamak bile başlı başına bir antrenman aslında ve bunu alışkanlık haline getirmek insanın kendine karşı dürüst olmasına çok hizmet eden bir süreç. Kendine karşı dürüst olmak hayata, insanlara, özüne farklı bakmayı sağlıyor. Bunun müzikle ne ilgisi var diye sorabilir okuyanlar. Anlatayım. Müzik de her işte olduğu gibi bağlantılar ve insan ilişkileri üzerine kurulu bir iş. Üstelik bir ofisi paylaşmaktan çok daha farklı buradaki iş arkadaşlığı. Duyguyla varolabilen bir şey müzik. Birbirini doğru anlamayan, his paylaşamayan insanların bir araya geldiğinde samimi ve lezzetli bir müzik çıkarması çok zor bence. Dolayısıyla berbaber çalıştığınız insanları, kendinizi doğru okuyamazsanız, o iletişime emek vermezseniz bundan ilk ve en çok etkilenen şey müzik oluyor. Ben oldum olası buna çok özen göstermeye çalıştım. Daha önce de söylemiştim beraber çaldığım müzisyenlerin benimle sahne paylaşmaktan keyif alması en az seyircinin alkışlaması kadar kıymetli oldu benim için her zaman. Onların sözlerini, sahnedeki duygulanımlarını hatmetmeye çalışarak kendimi geliştirdim hep. Müzikte, hayatta, şarkıda sözde, ilişkilerde samimiyet çok önemli bir değer bence. Samimiyet hissedemediğim, huzursuz olduğum kimseyle uzun soluklu işler yapmadım. İşlevsel bir koruma mekanizması oldu bu gelişim sürecim için. 2017 senesinde Barry Harris’in Roma’daki workshop’ına gitmiştim. Orada çok yetenekli bir kız vardı. Birazcık fazla ön plana çıkma derdindeydi ve Barry’nin ona söylediği şey kulağıma küpe oldu. Şarkıyı çok güzel söylüyordu esasında ama durdurdu ve “Söyleyebilme, çalabilme yeteneğin esas olan şey değil. Samimi değilsen, iyi duyulmazsın” dedi. Bu yaklaşımın mikro düzeyde de makro düzeyde de çok doğru olduğuna inanıyorum. Samimiyeti yakalamak için çabalamak lazım. O çabaya kendinle olan ilişkinden başlamak lazım. Belli bir raya oturunca müzik de hayat da çok daha güzel tınlıyor galiba.
Nelerden ilham alıyorsun?
Bana bir şeyler hissettiren her şeyden ilham alıyorum aslında. Farkında olarak ya da olmayarak. Okuduğum kitapta yazan bir cümle, annem babam ya da arkadaşlarımın ettiği bir laf, bir sohbette, bir şarkıda duyduğum söz hiç beklemediğim bir zamanda, bilmediğim bir puzzle’ı tamamlayıveriyor. Oyunlarda olur ya yeni bir seviyeye geçersin ya da bir kapı açılır o puzzle tamamlandıktan sonra bir başkası başlıyor. Bunlara olabildiğince açık tutmaya çalışıyorum kendimi. Malum şu an zamanımız da çok, körelmemeye çabalıyorum. Yeni diller öğrenmeye, resmimi geliştirmeye, müzikle uğraşmaya, kitap okumaya çalışıyorum kafamı toplayabildiğim kadar. Almaya, görmeye, duymaya niyet edince her şey ilham.
Müzikle ilgili bu aralar neler yapıyorsun?
Bir seneden uzun zamandır Güç Başar Gülle ile çalışıyoruz. Ben alaylı olduğum için işin armonik kısmı beni oldum olası korkutmuştur. Sonra sen Güç Hoca’ya gitmeye başladın ve bana ilham oldun :). Dostluk böyle kapılar açında tadından yenmiyor işte! Pedagojik yaklaşımı ve kurduğu sistem içinde çok rahat hissettim, sayesinde büyük keyifle çalışıyorum. İstanbul’da yaşamadığım için dersleri çok sık yapamıyoruz ama gidemediğim zamanlarda da olabildiğince bilgileri taze tutmaya çalışıyorum. Bir ara ipin ucunu kaçırmıştım ve kitaptaki tüm ödevleri baştan yapmıştım. Çünkü ineklik bunu gerektirir… Şubat ayında da çok sevgili Randy Esen ile derslere başladım. Güç Hoca ile çalışmalarımızın üstüne farkında olmadan müthiş bir teori ve pratik denklemi kurmuş oldum. Randy ile daha iki ders yapabildik ama ödevleri yaptıkça ve üzerine çalıştıkça hızlı ilerleme kaydediyor olduğumu görmek şevk veriyor bana. Hem vokal hem de armonik olarak kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Tabii müziğe bakışımı, şarkıcılığı, sahne raconunu bana öğreten biricik Sibel Köse öğretmenime de buradan ayrıca kocaman sevgilerimi, saygılarımı gönderiyorum. Tam teşekküllü bir lisans eğitimi olmasa da ülkemizde jazz alanında muhteşem eğitmenler var. İyi ki varlar!
Yakın gelecek planların neler?
Şu anki dünya düzeninde plan yapmaya biraz korkar oldum herkes gibi ama ümitsiz değilim. Yeni bir sistemin doğmakta olduğuna inanıyorum. Bireysel düzlemde de doğru bir aydınlanma olur ve yeni sistem insanların kendine vakit ayırabileceği, hayatların global hataların kurbanı olmadığı bir sistem olursa daha çok üretmek ve ürettiklerimizi daha çok canlı çalmak istiyorum.

Su İdil (Photo: Onur Yurdakul)
10 senede neler değişti hayatında, bir kere en başta doğup büyüdüğün Ankara’dan Çeşme’ye taşındın. Bunun sana etkileri?
Çok şey değişti aslında. Liseden mezun oldum, üniversiteye girdim. Hayal gibi bir bölümde nefis bir ana bilim dalıyla kaynaştım. Sahneler gittikçe sıklaştı. Gece söyleyip sabah 9’da sınava girmeli, bol seyahatli bir 4 sene sonunda mezun oldum. Üniversite bitince bir mezun kimliği kazanıyorsunuz. Ama o kimlik hangi kimliği doğuracak ya da neyin yolunu açacak onu bilemediğiniz belirsiz bir dönem oluyor. Ailemin Çeşme’ye taşındığı dönem tam o zamana denk geliyor. Ben bir sene boyunca dönem dönem Ankara’daki evimizde kaldım. Tek başıma yaşamayı ilk defa deneyimlediğim ve çok sevdiğim günlerdi o günler. Ama Ankara’ya çok nadir gitmeye başlayınca evi de tamamen kapattık. 22 senemi geçirdiğim mahallemden kopup yepyeni bir düzene adapte oldum. Çeşme’de yaşamak benim çocukluk hayalimdi çünkü burada geçirdiğim yaz ayları büyürken çok güzel anılar, arkadaşlıklar kattı hayatıma ve yeri ayrı oldu her zaman. Yine de onca belirsizlik içinde bir de yepyeni bir hayata alışmak değişik oldu tabii. Bu süreçte yukarıda bahsettiğim Barry Harris Workshop’ı vesilesiyle Roma’da kendimle başbaşa kaldığım bir on günlük tatilim oldu. Uzaktan sıradan bir tatil gibi görünebilir ama yaşamın bulanık olduğu bir dönemde insanın kendi kendiyle tatile çıkması çok özel bir dönüm noktasıymış bunu gördüm. Ne istediğimi, nasıl yol alacağımı düşünecek çok vaktim oldu. O on gün belki birkaç aya belki bir seneye bedeldi. Son derece yenilenmiş şekilde döndüm ordan ve yaşamımı müzik üzerine inşa etmeye karar verdim. Yani bu 10 seneye ergenlikten genç yetişkinliğe giriş, 2 tane mezuniyet, şehir değiştirme, biri yurtdışı olmak üzere 4 tane yarışma, bolca seyahat, bana çok şey öğreten insanlar, nefis dostluklar, bir sürü konser ve hayalimdeki albümü sığdırdım diyebilirim. Bunun bana etkisi büyümek oldu galiba 🙂 Bir de şunu gördüm hayatla ilgili cevaplamayı becerebildiğin soru sayısı kadar yeni soru çıkıyor karşına. Yaşamak buymuş sanırım onu öğrendim.
Sadece jazz değil, yakın türlerden R&B de çok seviyorsun ve çok güzel söylüyorsun. Neler dinliyorsun bu aralar?
Teşekkür ederim, ne mutlu bunu duymak. Bu ara herkes gibi benim de kafa çok dolu olduğu için bolca Brad Mehldau dinliyorum. Çok rahatlatıyor beni. Onun dışında epey geniş bi skaladan isimler sayacağım galiba… Youtube’da NPR’ı çok izleyip dinliyorum. Billie Eilish fanlarındanım. PJ Morton dinliyorum. Modumu yükseltmek için çok klasik bir kaçış noktam var Earth, Wind & Fire. Rachelle Ferrell hastası bir insanım evvelden beri.
Söz yazmak nasıl bir duygu? İlk defa bu albüm için söz yazdın bildiğim kadarıyla.
Beni yakından tanıyanlar günlük yazma alışkanlığımı iyi bilirler. Hayatımın her döneminde çok disiplinli şekilde yazamasam da bu alışkanlığımı bırakmamaya çalışıyorum. Hissettiğim, yaşadığım iyi kötü ne varsa yazarım. Evde birikmiş bir sürü defterim var öyle. Dönem dönem sıkıştığımı hissettiğimde açıp açıp okuyorum. Somut olarak benden 2, 3, 5, 10 sene önce başka bir Su’nun elinin değdiği sayfalar bugünki çıkmazlarımda ışık tutuyor bana. Neleri nasıl atlatmışım, dünyanın sonu geldi zannettiğim günlerin sonrasında ne büyük mutluluklar yaşamışım, nasıl taptaze başlangıçlar olmuş onları okudukça ümidimi hiç kaybetmiyorum. Kendi hislerini bu kadar dinleyen, yazan, okuyan bir insan olunca yazdığım ilk sözler de elbette bunun üzerine oldu. Bir gün efkarlandığımda kendi şarkımı dinleyerek ağlayacağım hiç aklıma gelmezdi. Çok enteresan ve çok güzel bir his. Buradan yaş grubu, cinsiyet gözetmeksizin herkese içlerini sayfalara dökmelerini tavsiye ederim. Eski günlüğü alıp okumak, fotoğraflara bakıp nostalji yapmanın çok ötesinde bir şey. Eski halinizle buluşup sohbet etmek, onu dinlemek gibi. Belki bundan sonraki şarkılarda başka şeyler ilham olacak, başka meseleleleri söyleyeceğim bilmiyorum ama insan ne iş yaparsa yapsın, nasıl bir hayatı olursa olsun kendiyle sohbet etmeli. Mutlaka hayatın bir yerine sihirli bir değnek gibi dokunuyor bu alışkanlık. Benim ilk albümüme dokundu mesela…
Sosyal medyayı nasıl buluyorsun müzik paylaşımı açısından? Faydaları zararları?
Sosyal medyanın müziğin yayılması açısından çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Konserleri duyurmak, albümleri, üretimleri paylaşmak, insanlara ulaşmak artık çok daha kolay. Sanatçı ve dinleyici arasında eski yıllara nazaran çok daha organik bir bağ var artık. Bu teması çok kıymetli buluyorum. Öte yandan dijital platformlar da müziği, müzisyeni çok daha özgürleştirdi. Üretimler hızlandı, alternatif işlerin önü çok açıldı. Bunda arayış içindeki Y kuşağının farklı tınılara gösterdiği ilgi ve talep de çok önemli bence. Güzel, kalitesi yükselen bir arz talep dengesi olmaya başladı iyice. Zararlı bir yanı olduğunu düşünmüyorum sanırım. Üretimini daha yeni paylaşmış biri olarak sosyal medya dolayısıyla ivmelenen etkileşimden çok memnunum.