Düşünün: Zorlu bir hafta bitmiştir. Yaşadığınız belki de en yoğun haftalardan biri. Sıkıntı, stres, sonrasında yerli yersiz içinizde biriken sinir… Sonuçta, çok “dolusunuz”.
Ne yaparsınız? Öncelikle evinizi düşünürsünüz herhalde, değil mi? Rahat koltuğunuza uzanır, televizyonunuzu açar, o akşam yayında olan bir filme ya da diziye bakarsınız. Dizi ya da filmler ile haşır neşir olmadan, gürültü patırtısız bir Cuma akşamı geçirmek istediğinizi var sayalım: o zaman da kendinize güzel bir çay ya da kahve yaparak favori kitabınızı okursunuz, belki de fondan gelen hafif volümde sevdiğiniz müziğinizi dinlersiniz. Ailenizle konuşur, arkadaşınızı çağırır, birlikte sohbet eder, haftasonuna keyifle hazırlanırsınız.
Ya da bunların hepsini unutur, elinizin tersi ile iter ve Yeldeğirmeni’nde yeni yeşeren genç ve heyecan dolu “The Badau”ya gidersiniz. Kabul ediyorum, “belki televizyon izleyemezsiniz”, ama en azından çantanıza attığınız kitabı çıkartarak ya da mekandaki raflarda bulunan klasiklerden bir tanesini elinize alarak güzel dakikalar geçirebilirsiniz. Gerçekten kaliteli bir akşam yemeği yer, ya da eğer herhangi bir şey yemek istemiyorsanız da, içeceğiniz özel olarak harmanlanan kahvenin kokusu ile gününüzün belki de en kıymetli dakikalarını geçirerek daha da mutlu olabilirsiniz.
Hayatıma yeni kişileri katmayı çok severim. Yeni insanlarla tanışmayı, onları, duygularını, düşüncelerini, hayata bakışlarını öğrenmeyi… O kişilerle arkadaşlığımı çok sağlam tutarak ve daha da ileri seviyelere çıkararak geliştirmekten de büyük bir haz duyarım. 80’li yılların sonuna doğru doğan mensubu olduğum nesilin “Noyan” soyadının kulaklarına en az bir kere çalındığını düşünüyorum, ancak Eren ile tanışmamız için aradan belki de bir nesil daha geçecekti! Sevgili dostlarım Bahadır Bulut’un gitar, Umut Ünleyen’in de piyano çaldığı kendi trio’sunu dinledikten sonra Eren ile tanışma fırsatım oldu ve daha ilk saniyeden itibaren jazz ile ilgili ve hatta jazz’ın dışında hayata dair bir çok konuda rahatlıkla bilgi alışverişinde bulunabileceğim ve konuşabileceğim birisini tanımaktan dolayı ne kadar şanslı olduğumu anladım.
Jazz vokalisti olarak 5.sinin düzenlendiği Nardis Genç Jazz Vokal yarışması ile Noyan soyadını bir kere daha hatırlatan Eren, aradan geçen senelerde kendisini jazz’ın yanında başka bir çok farklı yönde geliştirdi. Sosyal medya bildirimlerinde bizlere sunduğu yemek tarifleri ile heyecanlandıran Eren, 2016 başında sözü edilen İstanbul’un yeni minik, sevimli jazz lokali The Badau’yu Haziran ayında eşi Güliz ile birlikte Kadıköy, Yeldeğirmeni’nde açarak tüm jazz severlerin ilgisine ve beğenisine sundu.
Her ay sıklıkla başarılı ve dinlenmeye doyumsuz canlı performansların sergilendiği The Badau’nun amiral kaptanı Eren Noyan ile sizin için konuştuk:
Merhaba! “The Badau” Haziran başında açıldı evet, ama sanırım bir evvelliyatı da var? Tam olarak The Badau’yu kafanda ne zaman oluşturmaya başladın?
The Badau aslında 10 yıl öncesinden kurduğum ve beslediğim bir hayalin ürünü. Doğru zaman ve coğrafyayı bulmamız gerekiyordu sadece gerçekleştirebilmek için. Geçen seneler boyunca sürekli içimize sinecek bir atmosferi oluşturabilmek için şartların olgunlaşmasını bekledik. Çünkü bir jazz evi yaratmak istiyordum en başta. Buna benzer ortamların artık kültürel bir olgu olduğu ülkelerdeki gibi, en azından onlardan beslenen bir alan oluşturma fikri biraz riskli bir adım çünkü. “Mış gibi” olmamalı, bizden olmalı. Hem detaylarında özenin okunabildiği hem de samimi bir müzik, yemek ortamı yakalamak taklitçiliğe de kaçmadan üstelik, en önemli hedeflerimizden biriydi. Birçok girişim yaptım bu aşamada, hiçbiri beklediğim sonucu vermedi. Çünkü doğru coğrafya çok önemliymiş. Yeldeğirmeni bu açıdan gerçek bir şans oldu The Badau için.

SPIN: Sıtkı Sırtanadolu (g), Yahya Dai (ss), Kağan Yıldız (b) (Photo: Orçun Kaya)
Önceki konuşmalarımızda The Badau’yu hep “caz lokali” olarak nitelendirirdik, ben de üşenmedim ve “lokal” kelimesinin anlamına TDK Türkçe Sözlük’ten baktım. Fransızca kökenli olan kelimenin anlamı “Müzikli eğlencelerin yapıldığı yer, gece kulübü” olarak geçiyor. “Caz lokali” kavramını bir de senden dinleyelim!
Ben her sohbette burasının bir kulüp değil, lokal olduğunu ısrarla belirtmeye çalışıyorum. Sözlük
anlamının yanı sıra lokal kavramını daha nostaljik bir anlamda uygun görüyorum The Badau için. En başta lokalize bir yer burası, mahalle arasında, ana cadde üzerinde bulunmayan, küçük bir mekan. Tabelası yok kapısında; tentesinin üzerinde yazıyor adı. Sokağın içine dönmeden görülmesi neredeyse imkansız. Özellikle böyle olmasını istedik eşimle. Başlarda mahalleliye ne kadar hitap edeceğinden şüphelerimiz vardı, fakat görüyoruz ki komşularımız en sıkı müdavimlerimiz arasında. Bu anlamda “lokal” The Badau. Bunun dışında, yemeklerini ve hizmetini doğrudan işletmecilerinin yaptığı bir dükkan burası. Hani böyle ciğerciler vardı, ya da balık lokantaları eskiden, müşterilerinin işletmecisiyle sohbet edebildiği. Her kuşaktan jazz müzisyeninin de gün içinde biz hazırlıklarımızı yaparken bizimle mutfağımızda sohbet ediyor olması burayı bir müzisyen lokali de yapıyor tabii. Kısacası kulüp olmak için fazla ev ev bir yer The Badau.
İstanbul’da, hatta Türkiye’de jazz müziği yapılan diğer mekanları ve performans noktalarını düşünürsek, The Badau’yu nereye konumlandırabiliriz? Sence The Badau’yu özel kılan nedir?
İstanbul’da jazz müziği yapan veya jazz müziği “de” yapan birçok işletme var. Her biri kendi
alanında oldukça başarılı. Bir müzisyen olarak ben de birçoğunda yer aldım. Bu gözlem yapmak açısından önemli bir tecrübeydi tabii. Müzisyenlerle mekan arasındaki ilişki, dinleyicinin alışkanlıkları, müzisyenlerin beklentileri ve ihtiyaçlarını değerlendirebilmemi sağladı. Buraya gelen insanlar beklentilerine yenik düşebilirler, çünkü beklentilerden ziyade bir deneyim yaratma amacıyla hareket ediyoruz. Türkiye’nin en iyi jazz müzisyenleri sahne alıyor, yurt dışından gelen müzisyenler de var; ileriki dönemde uluslararası konserleri de arttırmayı planlıyoruz. İmkanlarımızın elverdiği ölçüde en iyisini yapmaya gayret gösteriyoruz. Ben açıkçası ne bekliyorsam bir işletmeden onu sunmaya çalışıyorum. Trendlere göre hareket etmiyoruz. Merkezimizde müzisyenler ve tür olarak jazz müziği var. The Badau’yu özel kılan nedir? Bu soruya ben bir cevap veremem ne yazık ki. Bence bu soruya en gerçekçi cevabı başta müzisyenler sonra da misafir ettiğimiz güzel insanlar verebilirler.
Ve tabii ki hep o akıllardaki soru: “Badau” ne demektir? Söylenişten ötürü Fransızca kökenli bir kelime olduğunu düşünüyorum ama?
Bu ismi Güliz (eşim) buldu. Aslında eksik yazıyoruz okunması iyice zorlaşmasın diye. Badaud 19. asırda sanayileşen Fransa’da ortaya çıkmış bir sosyolojik terim. Şehirlerin hızla yükseldiği, büyük göçler aldığı; elektriğin yaygınlaştığı ve binaların, sokakların işlev değiştirdiği bu dönemde iki tip insan türüyor. Bunlardan biri Badaud’lar. Taşradan kente gelen, iş bulamadığı için sokaklarda dolaşıp, hiçbir entellektüel kaygı beslemeden vitrinlere, binalara, sokak ışıklarına hayret ve hayranlıkla bakan insanlar. Bir terim olduğu için başka dilde karşılığı da yok. Biz bu ismin özellikle değişen Yeldeğirmeni bölgesinde çok yerinde bir kullanım olacağını düşündük. İzlemek ve izlenmek arasında kurduğu ilişki açısından da çok etkilendiğim bir anlamı var. Fonetik olarak da hoşuma gittiği için yerleştirdik tentemizin üzerine. Nasıl okunduğu konusuna gelince, herkes başka türlü okuyor, ben de insanları bu konuda özgür bırakmak gerektiğine inanıyorum.

Ceyda Köybaşıoğlu Band (Photo: Orçun Kaya)
Hayalinin peşinden giderek bu şirin ve güzel jazz lokalini bizlere kazandırdın, acaba ileride farklı mekanlarda The Badau’yu görmek fikri aklından geçiyor mu?
The Badau şu anki mahalinde, şu anki kadar kaldığı sürece The Badau olabilir diye düşünüyorum. Büyüdükçe veya çoğaldıkça sunduğumuz hizmetin kalitesi olumsuz yönde etkilenebilir. Çünkü burada müziğinden yemeğine, insan ilişkilerine her bir ayrıntı o kadar ince bir özenle sürdürülmeye çalışılıyor ki… Her bir konserin hazırlığı bir saat ustasının detaylara verdiği özenle işleniyor. İnsan emeğinin doğasından kaynaklanan eksiklerimiz var. Bunların da ayrı bir güzellik kattığına inanıyorum. Büyüdükçe ve çoğaldıkça en çok bu detayların kaybolmasından korkarım. Belki ileride 30 kişilik değil de 50 kişilik bir yer olur The Badau sadece.
Gerek Güliz, gerekse Eren hayattaki amaçlarının ve en azından hayatta mutluluk duyacakları şeyi yaptıklarının farkındalar ki, gelen misafirlerine adeta bir sanat eseri yapar gibi hazırladıkları leziz mezeleri güler yüzleri ile tanıtıyorlar. Aynı mezenin içeriğini açık mutfaklarını ziyaret eden misafirlerine farklı fakat ustalıkla sunmaları, kendilerini tekrarlamamaları ve her daim taze kalmaları açısından takdir edilesi… Zeynepgül, Melis ve Melisa, Güliz ve Eren’in sağ ve sol kolları misali, The Badau’da toplanan jazz severlerin mutluluğu ve rahatlıklarının bir nebze olsun daha fazla olabilmesi için adeta arı gibi çalışıyorlar. Hiçbir şey yapmasanız bile, elinize alacağınız sıcacık bir çay ya da kahve ile bu kıpır kıpır ve işlerini severek yapan gençlerin mutluluklarını gözlerinden okuyabilirsiniz.