The Secret Trio, son yılların en ilginç grup projelerinden. Dünyada, çeyrek yüzyıldır gitgide yaygınlaşan çok kültürlü müzikal açılımların bir parçası olarak düşünülebilir. Bu açılım, kaçınılmaz olarak her coğrafyada farklı niteliklere sahip. Bu yolculukta, müzik grubunda yer alan müzisyenlerin bireysel serüvenleri özel bir önem taşıyor. Müzisyenler, içinde yaşadıkları aileden topluma uzanan özel iklimlerinin müzikal kaynaklarını tabii ki önceliyorlar. Ama, müzik vizyonları geliştikçe; çok farklı, modern, deneysel dünyevi müzikal açılımlardan da feyz alarak benzerine hiç rastlanmayan kaynaşımlara yol alabiliyorlar. Uğraşları ortaya hep benzersiz bileşimler çıkarmak oluyor. Bu serüvende, müzikteki teknolojik gelişmelerin önemli ayrıcalığı var. Bireysel serüvense, buna koşut olarak, ortaya çıkan sound’u şekillendiriyor. Yani, müzisyenler, içinde yaşadıkları yerel, yöresel ve etnik müzik kaynaklarını, modern müziğin ana eğilimleriyle buluşturup, bir kaynaşım oluşturma çabasındadırlar. Bu müzikler artık o kadar gelişti ki, sıkça, dinleyeni şaşırtan, büyüleyen projelere rastlanmakta.
Gerçi, müzik endüstrisi, bu açılımları “World Music”, “Ethnic Music” gibi terimlerle karşılama uğraşındaydı. Bunu da tutturdu. Ama, özellikle bağımsız firmaların bu çeyrek yüzyılda ki yükselişi ve endüstriye eklemlenmeyen; bağımsız ve kendine özgü sound’lar geliştirmesiyle bu terimler gitgide işlevsizleşmeye başladı. Terimlere, tanımlara hapsedilemeyen sayısız çarpıcı proje müzik dünyasını kuşattı, etkiledi. Müzisyenlerin kişisel birikim ve eğitim serüvenleri önem taşımaya başladı.
Müzik, artık, birçok kültürün kesişme alanlarından hareketle farklı vücutlara dönüşmeye başladı. Tabii ki klasik, modern ve hatta post- modern ve jazz gibi müzik tür ve biçimleri müzikteki çok kültürlülükte özel bir öneme sahip. Bu müzikler, bir başka bağlamda, küresel kapitalist dünyanın bir “köy”e dönüşmesinin kaçınılmaz sonucuydu. Yerel, yöresel ve etnik müzikler, endüstri için sıradan bir kaynak, bir “malzeme” durumundayken; değindiğimiz türden küçük ve bağımsız firmaların ürettiği sound’lar bir benzersizliği, hatta bir müzikal alternatifi temsil etmekte. Bana sorarsanız, üstünde duracağımız The Secret Trio’da bir tür alternatifi temsil ediyor. Çünkü, müzisyenlerin müzik serüvenleri özenle incelendiğinde, üçünün de benzersiz niteliklere sahip isimler olmanın yanında, kendi yerel enstrümanlarına inanılmaz bir özenle dünyevi bir vücuda dönüştüren isimler olduğuna şahit olacağız.
The Secret Trio’nun oluşmasında, ABD’li çok önemli bağımsız firmalardan biri olan Traditional Crossroads’ın özel bir önemi var. ABD’de buluşturulan üç müzisyenden ilki Türkiye müzik ortamında oldukça tanınan bir Ermeni ud virtüözü Ara Dinkjian. Onu Türkiye, bazı popüler Sezen Aksu şarkılarının bestecisi ve müzisyeni olarak uzun yıllardır tanıyor. Müzisyenin bir başka yanı Anadolu’nun Diyarbakır’dan ABD’ye göç eden bir ailenin çocuğu olması. Nitekim, babası Onnik Dinkjian da şarkıcı kimliğiyle ABD’li bir müzik insanıydı. Ara’nın Ortadoğu makam müziğine ve enstrümanı ud’a gencecik yaşında tutkuyla sarılmasında içinde yaşadığı ailesinin özel bir yeri var. Ancak, jazz ve türevi kaynaşım müzikleriyle uzun yıllardır ilgilenen bizler içinse, Ara Dinkjian deyince aklımıza ilk Night Ark grubu gelir. Jazz’da uzun yıllar önce ayrıntılı olarak yazdığımız bu grup, o gün adına endüstri gereği “World Music” dense de, tamamen spesifik bir kaynaşım sound’unu geliştirip bir arayış grubu mahiyetindeydi. Odağı jazz olsa da, Ermeni müzisyenlerden, özellikle de Arto Tunçboyacıyan’ın da katkısıyla, Ermeni müzisyenlerden oluşan bu grup kendi yerel, geleneksel müzikleri jazz sanatı ve ötesiyle buluşturup benzersiz bir sound ortaya çıkarmışlardı. Bu grup projesi dışındaysa besteci ve performans müzisyeni olarak, Türk ve Ermeni Müziği’ne getirdiği yepyeni açılımlarla müzik dünyasını şaşırtan, etkileyen bir sanatçı olageldi. Geleneksel ve etnik müziklerden jazz ve folk’a uzanan geniş bir müzikal spektrum içinde sanatını geliştirdi. Müziğinde hep kendine has bir egzotizm hakim oldu. İlk gençliğinden beri, bir tür doğaçlamacı udiydi. Sanatçı, bu yerel enstrümanı apayrı bir müzikal mecraya kanalize etmekle uğraştı. Bilinenin dışında teknikler geliştirdi. Ud’a yeni bir stil kazandırdı. Bu yolla, Ortadoğu’nun makam müziği, bestelerinde armonik bir yapı üzerine yerleşiyordu. Bu tabii ki ilk gerçekleşen bir arayış değildi. Ama, Dinkjian geliştirdiği stille süreç içinde biricikleşecekti. Yani, bireysel serüveni, daha sonra ortak projelere farklı bir vücut kazandıracaktı. Cümbüş başta, daha birçok makam müziği enstrümanı çalan Ara, aynı zamanda perdesiz Banjo da çalar. Şarkılarını söyleyen, birlikte çaldığı o kadar çok şarkıcı ve müzisyen var ki, bunu sıralamak pek anlamlı gelmiyor. Ama, Sezen Aksu’nun bazı popüler şarkılarının sahibi ve enstrümantalisti olmanın yanında, Yunanlı şarkıcı Elefthieri Arvantaki’nin büyük yıldız oluşunda Ara bestelerinin büyük katkısı olmuştu.
The Secret Trio’nun diğer iki usta müzisyeni, kanuni Tamer Pınarbaşı ve klarnetçi İsmail Lumanovski. Son andığımız klarnetçi Makedonyalı bir müzisyen. Nitekim, iki sanatçı New York’ta “New York Gypsy All Stars” adlı grubun üyeleri. İçinde Siyah Müzik’in çağdaş damarlarının da olduğu modern bir Çingene müziği icra ediyorlar. Makam müziğinin “The Secret Trio”da hakim oluşunun bir nedeni de sanatçıların Ortadoğu’dan Balkanlara uzanan bir coğrafyayı temsil eden bu müzikle yoğrulmaları. İkisi de üst düzey virtüöz olan bu müzisyenler, yerel ve etnik müziklerden hiç kopmayıp, özel müzikal deneyleri enstrümanları ve kompozisyonlarına taşıyan; bir tür müzikal çok kültürlülüğe sahip çıkan sanatçılar.
Pınarbaşı, on yaşını henüz geçtiğinde, Türkiye müzik ortamına 1980’lerin hemen başında girmiş bir virtüöz. Müzisyen, daha onüç yaşındayken, Türkiye’nin en popüler şarkıcılarının yanında çalmaktadır. Bu küçücük yaşta, yüzlerce kayıtta yer alan nadide bir isim. İTÜ Türk Müziği Konservatuarı’nı da bitiren kanuni, süreç içinde tekniğini üst düzeye taşımakla kalmayıp, bu çok telli enstrümana benzersiz vücutlar kazandırmıştı. Bugün ABD’de müzik yapan Pınarbaşı’nın ilk önemli ayrıcalığı, kanun’u mızrapla değil tırnaklarıyla çalması. Müzisyen kanunu, bir ritm enstrümanı gibi de kullanmayı becererek benzersiz bir stil geliştirdi. Enstrümanını bir bas gibi de çalabilen Pınarbaşı, The Secret Trio’nun sound’una apayrı kişilik kazandıran bir müzisyen mahiyetinde. Bu bağlamda, sanatçı çeşitli Makam müzikleriyle batı modern müzikleri arasında kurulan müzikal köprülerde büyük bir rol üstlenmekte. Bunda, Batı Müziği’nin ana kural ve tekniklerini de çok iyi bilmesinin payı var. Nitekim The Secret Trio vs. birlikte çaldığı projelerde bas ve ritmi de büyük ölçüde üstlenebiliyor. Aynı oranda çarpıcı bir doğaçlama / taksim ustası olan Pınarbaşı, çokça da bireysel yetileriyle içinde bulunduğu çalışmaların karakterini değiştirebilecek bir yetenek.
Bir Makedon romanı olan İsmail Lumanovski de Balkan folklorları ve roman müziğinin etkisi içinde müzik vizyonunu geliştirmiş bir yetenek. Enstrümanı yoluyla Ortadoğu müzikleriyle de akrabalığı genç yaşta kuran müzisyen, eğitimini sürdürdüğü New York Julliard Müzik Okulu’nun ödüllü genç sanatçılarından biriydi. Folklorik müzik birikiminin yanında, klasik Batı Müziği ve jazz sanatıyla akrabalıklarını bir eğitimli olarak da sürdüren klarnetçi, müzikle örneğine az rastlanan bir kaynaşım sound’unun sembolü yeteneklerden. Müzisyen, diğer iki sanatçı gibi, çalış stilindeki kesintisiz geçişlerle Doğu ile Batı müzikleri arasında benzersiz kaynaşımları doğurmakta. Daha önce söz ettiğimiz “New York Gypsy All Stars” grubunun da yaratıcısı bu müzisyen. Çingene müziğinin çağdaş bir kimliğe dönüşmesi, modern müziklerle kurduğu akrabalıklar, Pınarbaşı’nın da katkılarıyla benzersiz bir sound’u temellendirmiştir.
Evet, The Secret Trio, görüldüğü gibi Ortadoğu ve Balkanların Makam müziği ve ritimleriyle klasik- modern birçok müzik türünün kesişme noktalarında beliren; bireysel becerilerin abartısız biçimde ön plana çıktığı bir proje. Bir tür Oda Müziği Topluluğuydu kurulan. Ud, kanun ve klarnet ne kadar makam müziği enstrümanları olsa da müzisyenler Batı müzikleri nosyonu ve benzersiz doğaçlama teknikleriyle bambaşka bir müzik mecrasına yol aldılar. Dinkjian kompozisyonlarının ağırlıkta olmasının yanında, birçok klasik ve geleneksel parçaya, yer yer cazvari özellikleri de olan bir vücut kazandırdılar. Bu arada, Dinkjian’ın neredeyse 30 yıl önce bestelediği ve Night Ark grubunun ilk iki albümüne de adını veren “Picture” ve “Moments” adlı besteler ikinci albümleri “Three Of Us” da yer almıştı.
Grup, ilk albümü “Soundscapes”i 2013 yılında çıkardı. Bu albümü dinlediğimizde ilk dikkat çeken, müzisyenlerin anlam yüklü bir artistik tavrı öncelemeleriydi. İyi müzisyen olmayı aşan bir çağrışımlar yumağı oluşturmuşlardı parçalarda. Üç farklı kişilik, örneğine nadir rastlanır bir müzikal ahengi albümün başında tuturmuşlardı. Bir “Oda Müziği” duygusunu hemen pekiştirmişlerdi. Başta değindiğimiz endüstriyel kategorilere eklemlenemeyen; ama o oranda da sofistike müziklere kaymış bir tavır dikkat çekmişti. Ortadoğululuk duygusunun baskın olduğu bir sound öne çıkmıştı. Müziğe, kültürel düzlemde sahip çıkılırken, müzisyenlerin bireysel yolculukları ne geri plana çekiliyor, ne abartılıyordu. Sanki, ‘Oda Müziği’ne yeni bir kavram kazandırma uğraşındaydılar. Müzisyenlerin özgün müzikal kimliklerinin, tavırlarının bütünleşme çabasıydı bu. Parıltılarla dolu bir imgelem oluşturmaya çalışıyorlardı. Müzisyenlerin küçük müzikal fikirleri, arasında kendiliğinden kurulan ilginç köprüler dikkate değer. Bunda, müzisyenlerin doğaçlama yetisinin özel bir yeri var. Farklı müziklerin bir zincir halinde birbirine bağlanışları hissedilmekte. Müzikle duyguyla düşüncenin daimi kesişme noktalarından ortaya benzersiz bir müzikal yapı çıkıyordu. Makam ve Batı müziklerinin birçok türü farklı bağlamlarda parçalarda kesişiyorlardı. Teknik ve müzikal altyapıda Batı müziği formları tabii ki belirleyiciydi. Ama, melodik ve ritmik açıdan Ortadoğu ve Balkan müziklerinin yarattığı derin duyarlılık ortaya benzerine nadir rastlanan bir kaynaşımı çıkarıyordu.
Albümdeki kompozisyonlarda ağırlık Ara Dinkjian’da. Dolayısıyla da, Ortadoğu’nun Ermeni ve Türk musikisinin izi belirgin. Ama, aynı oranda jazz, klasik müzik ve doğaçlamanın besteler üzerinde hakimiyeti çok. Dinkjian’ın parçalardaki düzenlemelerinin albümde tek bir müzikal vücuttan oluşup pekişmesinde önemli bir payı var. Ara’nın “Slide Dance” adlı kompozisyonunda, sanatçıların müzikal becerileri, doğaçlama yetileri hemen ön plana çıkıyor. Ermeni müziği ve melodilerinin hakimiyeti yanında, üç müzisyenin aralarında kurdukları gizil bağ çokça dikkat çekiyor. Ara’ın “The Invisible Lover” kompozisyonundaysa Lumanovski’nin klarnet çalışındaki teknik incelikler ön planda. Pınarbaşı ve hatta Dinkjian bile yer ritm seksiyonu rolünü üstleniyor. Tutkudan uzak, dingin bir çalış teknikleri var müzisyenlerin. Ara’nın “Silent Cue” bestesindeyse, baskın olan etkili bir lirizm. Kaynaşım sound’unun en ileri noktalara vardığı bir beste bu. “Heart Key” bestesindeyse uzun bir müzikal çeşitlilik söz konusu. Bu parçalarda Pınarbaşı ve Lumanovski’nin daha önce değindiğimiz teknik ve incelikli icraları ön plana çıkıyor. Dinkjian’ın Ortadoğu’dan Batı modern müziklerine uzanan, çok katmanlı müziğini en iyi ifade eden parçalardan biri.
Çok kültürlülüğü işaretlerken, yapıtta, Komitas Vartabed’in “Erangi”sinde, klarnet büyük ölçüde solist olarak ön planda. Derin hüzün duygularına koşut olarak, acının da besteye derinlemesine sindiği söylenebilir. “Enzeli/ Triumph” adlı Ermeni folk parçasına Dinkjian yepyeni bir kimlik kazandırıyor. Pınarbaşı’nın enstrümanı kanun’u kullanışındaki incelikleri, bas’a uzanan çalışını şaşkınlıkla dinliyoruz. Lumanovski ise, bu bestede mükemmel bir virtüöz olarak ön plana çıkıyor. Albümün en enterasan parçalarından bir başkası, dünyanın Doğu’suna bir gönderme anlamına da gelen parçası“Kriti”. Güney Hint folkloruna yaslanan bu parçada, üçlünün jazz ve doğaçlamaya oldukça yaslandığına tanık oluyoruz. Bir tür akustik fusion müziği çağrışımı veren örnekte, biraz 1970’lerin jazz- fusion’nuna göndermeler seziliyor. Hatta, azıcık da John Mc Laughlin’e. Dinkjian, ud’u bambaşka bir stilde, gitara yakın bir biçimde çalıyor. Klarnetin etkili geçişlerini dinlerken, grubun müzik felsefesini en iyi yansıtan parçalardan birinin “Kriti” olduğu kanısına varılıyor. Öte yandan, trio, bu albümde, bir Amerikan pop klasiği olan, Mason Williams parçası “Classical Gas”i yorumluyorlar. Bu parçayı dinlerken, bir grubun Amerikan pop sound’u ile bir Hint folk parçasını aynı müzikal aura ve duyarlılık içinde nasıl bir kaynaşım sound’una dönüştürebildiklerine şaşkınlıkla bakıyoruz.
“Soundscapes” albümünde Tamer Pınarbaşı’nın da iki kompozisyonu var: “Without You” ve “Crosswinds”. Pınarbaşı’nın virtüöz kimliğinin yanında, bir kompozitör olarak da ne denli usta bir müzik insanı olduğunun ayrımına varıyoruz. İlk parçada Pınarbaşı’nın makam müziği ve taksiminden, jazz ve doğaçlamalara uzanan bir müzikal geçiş söz konusu. Çok kültürlü bir müzik algısının en rafine kaynaşım örneklerinden biri bu parça. Kusursuzluğu denerlerken bas’ın bir ritm enstrümanı gibi, parçaya nasıl udla nüfuz ettiğini izliyoruz. “Crosswinds”de ise, klarnet neredeyse ney gibi çalınıyor. Parçanın jazzy bir havası var. Birbirinden ilginç müziklerarası geçişler ilgiyle izleniyor. Ud’un parçadaki solo kesitleri, Dinkjian’ın ustalığını yansıtması açısından ilginç bir örnek. Albüme adını veren “Soundscapes” adlı son parça, trionun doğaçlamaya büyük ölçüde yaslanan bir ortak kompozisyonuydu. Kanun ve ud, parçada bir tür ritm enstrümanı gibi duruyordu. Lumanovski doğaçlamalarıyla inanılmaz bir jazz klarnetçisi olarak öne çıkmıştı. Ortaya çıkan enstrümanlar yoluyla örneğine pek rastlanmayan bir doğaçlama şölenini andırıyordu. Sanatçıların avant-garde müziğe duydukları ilginin de yansımasıydı bu parça. Müzisyenlerin, bir başka müzik yüzünü yansıtıyorlardı.
The Secret Trio, ilk albümlerinden sonra birlikteliklerini sürdürdüler. İlk albüm, tabii ki farklı bir heyecanı simgeliyordu. Ortak performanslarıyla daha da yetkinleşen bu ilginç Oda Müziği grubu, 2015’de ikinci albümü “Three Of Us”ı yayınladı. Önemli bir nokta, albümün bu kez Kalan Müzik’ten çıkmasıydı. Başta değindiğimiz, ilk iki Night Ark albümlerine adını veren “Picture” ve “Moments” adlı parçalar, yaklaşık otuz yıl sonra, bu albümde oldukça farklı bir biçimde yorumlanıyorlardı. Buna ek olarak, Türkiye’nin iki önemli müzik insanı Sezen Aksu ve Erkan Oğur iki farklı parçada konuk oldular. Sound’ları daha rafineleşmişti. İki yıllık bir deneyim, ortaya daha zenginleşen bir icra tavrını çıkarmıştı. Yine makam müziğine yaslanan değişik bir fusion tavrı ön plandaydı.
Ara Dinkjian, beş kompozisyonuyla yer aldı bu albümde. Dinkjian kompozisyonlarının en önemli parçası olan gündelik hayat ve an ile ilgili duyarlılıklar albümdeki parçalara sinmişti. “Picture” ve “Moments” parçalarını bestelediği 1980’lerin ikinci yarısındaki Night Ark’ta müzik; jazz, nev age, etnik ve folk müziklerin bir kaynaşımı gibiydi. Grup sound’una göre düzenlemişti. Şimdi ise bu iki parça da, sanki apayrı müzikal icrayı sembolize ediyor. “Picture” parçası jazzy yanları ve folklorik renkleriyle otuz yıl öncesini daha çok yansıtmakta. Yeni yorumda da parça pastoral havasını koruyor. Yani, apayrı renklerle belli bir resmi çağrıştırıyor. Bu duyguyu yeni yorumda da hiç yitirmiyor. “Picture” adlı bu klasik parçaya Erkan Oğur’un kopuz çalarak getirdiği katkıyı unutmak olası değil. Çünkü lirik o denli de pastoral havalı bu parçanın yeniden vücut bulmasında Oğur’un çarpıcı müzisyen kimliği ve stili özellikle dikkat çekmekte. “Moments”taysa daha yeni, daha değişken bir yorumla karşılaşıyor dinleyici. Parçadaki hüzün gitgide derinleşirken, yorumda “ölüm” imgesini bile çağrıştıran karamsar tablolar bulunmakta. İnsanın derinleşen, iç değişimler yaşayan hayat yolculuğundan, anılara yaslanarak yazılan bu parçada balladvari ud ve klarnet konuşmaları büyüleyici. Değişik bir kaynaşım arayışıyla bezeli bir parça bu.
Albümün giriş parçası “Homecoming”e gelince; bu Ara bestesi, onun Türkiye’de yaygın üne kavuşmasını da sağlayan bir parçaydı. Yani, Sezen Aksu’nun yıllar önce “Sarışın” adıyla üne kavuşturduğu parça. Ermeni/ Anadolu makam müziğinin karakteristik özellikleriyle ilgili bu parçada, üçlünün doğaçlamalarla süslü yolculuğu ve abartısız teknik becerileri hep ön planda. Üçlünün has bir performans grubu olduğunu çok iyi yansıtıyor bu şarkı. Sezen Aksu, bu albümde, bir de farklı Dinkjian bestesini yorumluyor. Sözlerini de Aksu’nun yazdığı bu bestenin adı “Benim Karanlık Yanım”. Bir ballad’ı andıran bu bestede, müzikal derinlik, ilginç ritmler çok çarpıcı. Hem de bu ritmleri ud ve kanundan dinlersek.
Ara Dinkjian’ın bu albümde anılacak son parçası “Of Song And Silence” adını taşıyor. Melodik açıdan inanılmaz renkli, süslü bu parçada klarnet ve udun etkili, lirik konuşmaları var. Ara’nın ud çalışındaki incelikli maharetlerini bu parçada çokça hissediyoruz. Klarnetin ilginç geçişleri, jazz ve doğaçlama kesitleri, parçanın lirizmine farklı bir renk kazandırıyor. Yine Ara, bazı kesitlerde ud’u gitara yakınlaştırıyor. Grubun bu lirik ülkesinden bir başka anılacak örnekse Aksu’nun yorumladığı “Benim Karanlık Yanım”ın İngilizce adıyla, “My Dark Place” olarak enstrümantal biçimde de yorumlanması. Bu ikinci performans, bana müzikal açıdan daha etkili, kuşatıcı geliyor.
Kanuni Tamer Pınarbaşı’nınsa, önceki albümdeki gibi, iki kompozisyonu yer alıyor. Bu parçalar “Woodstock” ve “The Last Sultan” adını taşıyor. “Woodstock” birbirinden ilginç pasajlarla dolu. Bu özgün bestede Pınarbaşı’nın kaynaşım sound’u içinde Makam müziğinin Endülüs’ün flamenkolarına kadar uzanan müzikal motifler yer alıyor. Cazvari hava ve doğaçlamalar, ortaya çıkan sound’un altyapısını oluşturuyor. Etkili klarnet doğaçlamalarını, benzersiz ritmleri dinlerken, müzisyenin sanki avant-garde yanı biraz daha öne çıkıyor. Özellikle jazz, Flamenko ve Roman müzikleri arasındaki kültürel- müzikal geçişler dinleyeni heyecanlandırıyor. “Woodstock”a gönderme yapılması, bir tür 1968 ruhuna da mı yol alış, kestiremiyoruz. “The Last Sultan” adlı Pınarbaşı bestesiyse, klasik müzik altyapısına göre kurulmuş olsa da küçük, cazvari kesitlerle parçaya başka bir üslup katıyor. Pınarbaşı’nın popüler müzikler kadar, sofistike müziklerdeki yetkinliğini yansıtıyor bu beste.
Albümdeki müzikal çeşitliliği yansıtmak açısından, makam müziğinin çok sayıda karakteristik özelliğini içinde barındıran “Ah Le Yar Yar” ve türü formundaki bir geleneksel parça olan “Şinanay”da, müzisyenlerin virtüöziteleri ön planda. Öte yandansa, özellikle klarnetçi Lumanovski’nin sayısız müzikal yeteneğini klasik müzik birikimini çok iyi yansıtan Chopin’in “Prelide In E- Minor ve Brahms”ın “Hungarian Dance -5” adlı kompozisyonlarında Lumanovski’nin solist olarak yorum ustalığını es geçmek olası değil. Chopin bestesinde ud, gitar gibi dinlenirken, kanun yine ritm seksiyonunu çağrıştırıyor. Klasik Batı müziğinin özünü ve ruhunu zedelemeyip; üstüne bu parçaya yeni bir kişilik kazandıran trioyu heyecanla dinliyoruz. Brahms’ın prelüdü de, yine konuşan bir klarnetin yanında, inanılmaz renkli, melodik bir parça kimliğiyle dinleniyor. Kanun’un da bu klasik besteye kazandırdığı etkili melodik katkılar var. Grubun müzik vizyonundaki çeşitliliği gözlemlemek açısından ilginç bir örnek bu.
Görüldüğü gibi, “The Secret Trio”, yerel, yöresel, etnik müzik kaynaklarından modern Batı müzik açılımlarına kadar uzanan geniş bir müzikal yelpazeyi iki albümüne de farklı eğilimlerle taşımış. Dinkjian, Pınarbaşı ve Lumanovski büyük ölçüde kültürel- müzikal ortak paydaları ve kimlikleriyle, benzerine pek rastlanmayan, hızlı geçişlerle dolu bir sound’u ortaya çıkarmış. Müzisyenlerin virtüöz düzeyinde sanatçılar olması tabii önemli. Ama, müziği kavrayışları, duygusal derinlikleri ve kendilerine özgü müzik felsefelerini ilginç biçimde çalarak sound’larına yedirmişler. Müziğin birçok türüne dokunurken, Ortadoğu merkezli müzikal kaynaklarını hiç dışlamadan bir kaynaşıma doğru yol alıyorlar. Kendi gizemciliklerinden de vazgeçmeden. Umarım, trionun yakında yeni bir albümü daha çıkar. Bizi yine şaşırtırlar, coştururlar.