En sevdikleri saksofon sanatçılarını listelemeleri istense, muhtemelen müzik ve jazz severlerin aklına “altın çağın” efsaneleri gelecektir. Doğrudan Lester Young, John Coltrane ve Charlie Parker’ın isimleri akla gelir; pek azı için bu geçerli değildir. Google’da “günümüzün en iyi saksofon sanatçıları” veya “en iyi modern saksofoncular” diye arama yapsanız yukarıdaki ifadeler gözünüze naif tahminler gibi görünebilir. Böyle bir aramanın sonuçları karşınıza bir kısım modern isim ve “bilmeye değer” saksofoncu çıkaracaktır; gerisi zamansız ustalar… Öyleyse kompozitör ve icracılar bu kadar tanınmış ve popülerken saksofoncuların ivme kaybettiğini söyleyebilir miyiz? Jazz efsanesinin oluşmasında, temellerinin atılmasında ve dünya çapında ikonik bir imaja sahip olmasında saksofoncuların rolü büyüktür. Ancak günümüzde böyle bir durum söz konusu olmayabilir. Yine de hiç şüphe yok ki bu fiziksel dünyada yaşayan müzik yıldızlarıyla, aynı ikonik sahneleri paylaşan ve hatta kendi solo albümlerini çıkarmak ve kendi yollarına gitmek için durmaksızın çalışan sıradışı yetenekler var. Yetenekli ve kabiliyetli insanlar tükenmedi; hevesli, mevcut sınırları ilerletmeyi kafasına koymuş, ustalaşma ve başı çekmenin peşinde olanlar var. Ve ümit ediyorum ki hala pek çok kulak yeni şeyler deneyimleme, virtüözlük ve ince zevkler peşinde.
Günümüzde en aranılan saksofon sanatçılarından biri olan Tivon Pennicott ile görüştük. Diğer pek çok ismin yanı sıra Gregory Porter ve Esperanza Spalding ile aynı sahneyi paylaşan Tivon bir müzisyen ve kompozitör olarak lider olmakta kararlı. Son albümü “Spirit Garden” usta ve yaratıcı bir besteci olarak Tivon’un derin duygular ve deneyimleri notalara aktarabildiğini, klasik ve temel eserlerin üzerine koyarak bizi bilmediğimiz topraklara götürebildiğini doğrular nitelikte kayda değer bir eser.
Jazz efsanesinin oluşmasında çok önemli bir yeri olan saksofoncular yıllardır gelen nesillere ilham oldular. Siz müziğe nasıl başladınız? Saksofon çalmaya nasıl karar verdiniz?
Öncelikle müziği ben seçmedim, o beni seçti. Her zaman yaşamımın ayrılmaz bir parçası olmuştur müzik. Ailem müzikle iç içe; babam aile orkestrası kurmuş vizyoner biridir. Annemin söylediği şarkılara kızkardeşim piyano ile eşlik eder (kendisi aynı zamanda albümüm Spirit Garden’a da muhteşem kemanıyla eşlik etti), diğer yandan babam bas, ben de henüz on yaşındayken davul çalardım. İki yıl sonra müziğe tutkun olmuştum; kafamın içinde şarkılar çalıyordu. Aslında pek yorumcu sayılmazdım ama, yine de şarkı söylemek isteyince babam tenor saksofon çalmayı seçmemde yardım etti. İnsan sesine en yakın şey onun sesiydi. Ve ben de okul müzik grubuna girdim.

Tivon Pennicott (Photo: Hidetoshi Ogata @ogato_photo)
Bize son albümünüzden biraz bahseder misiniz? Ardındaki felsefe nedir, neden ismini “Spirit Garden” olarak seçtiniz?
“Ruhun Bahçesi” ruhsal veya fiziksel olarak sağlıklı olmak için birbirine doğrudan veya dolaylı vesile olan insan ruhlarının bir araya gelmesi. Doğanın sürekli tekrar eden melodisi benim ana ilham kaynağım. Bilindik seslerden kaçıp sığındığımız yerdir bahçe; toplandığımız yer. Ruhun meyvesi gibi temel ilkeleri hatırladığımız yer: sevgi, neşe, huzur, sabır, nezaket, iyilik, sadakat, zarafet ve irade. Aynı zamanda gerçek anlamıyla yaşamın meyveleriyle kendimizi daha fazla beslemeye de bir atıf var. Günlük olarak tükettiğimiz herhangi bir meyve veya tüm meyveleri artırmak ve buna her sabah aç karnına içilecek 500ml kereviz suyu eklemek isteyen herkesin şifa yolculuğuna muazzam bir katkı yapar. Ben bunun canlı bir örneği olduğuma çok memnunum.
Müzikal açıdan dinleyiciyi bu metaforik bahçeye davet etmek için en eski enstrümana ihtiyacım vardı. Daha önce hiç yapmamış olmama rağmen sıfırdan 25 parçalık bir orkestra kurdum ve her notaya, her hisse özen göstererek kafamın içindeki müzik tamamlanana ve Ruhun Bahçesi tamamıyla ifade bulana kadar bu müziğin resmini tabloma yerleştirdim. Orkestrasyonum, bestelerim ve performansım bütünüyle Ruhun Bahçesi ardındaki felsefenin uzantısıdır.
Gregory Porter, Esperanza Spalding, Jon Batiste ve diğer pek çok kişiyle sahne almış biri olarak sizin için en özel müzikal anları bizimle paylaşır mısınız?
Sıklıkla Gregory Porter ile çaldım. Pek çok defa birlikte dünya turuna çıktık ve bana muhtemelen asla gidemeyeceğim yerleri görme imkanını sundu. Bu deneyimlerin yanı sıra sahnede de unutulmaz anlarım oldu. Royal Albert Hall’da yapılan tüm performanslar büyüleyicidir. Yine SFJazz sahnesi de nadiren yaptığımız iki kişilik şova ev sahipliği eder. Burada da çok özel anlar yaşadık. 2015 yılında Aruba’da Roy Hargrove’un RH Factor ile çalmak da benim için unutulmaz müzikal anlardan biriydi.
İlk Grammy Ödülünü aldığınızda neler hissettiniz? Sizin bakış açınızla başarının sırrı nedir?
Büyük sanatçıların çığır açan eserlerine katkıda bulunma fırsatı benim için bir onur ve lütuftu. Zanaatimi ortaya koydum ve çabalarımın bazı meyvelerini topladığımı gördüğüm için müteşekkirim. Yol boyunca tutarlı ve istikrarlı olmak önemli. İnsanın başarı tanımı ne olursa olsun bu tatmin olduğu anlamına gelmez. Daha önce de söylediğim gibi fiziksel ve ruhsal sağlık önemlidir ve öncelikli olmalıdır. Bence başarının sırrı durmaksızın sebatla sanatını icra ederken kişinin iç huzuruna da kavuşması. Sonra, kişi kim olduğu ve nasıl kendini ifade ettiği hakkında da dürüst olmalı. Böylece hedeflere ve hayallere kolayca ve neşeyle ulaşmak mümkün.

Tivon Pennicott (Photo: Hidetoshi Ogata @ogato_photo)
Nasıl iyi bir jazz müzisyeni olunur? En zor performans jazz mıdır? Jazz dışında diğer hangi müzik türlerini dinlersiniz?
İlginçtir ki müziğimi, yaptığım müziği veya nasıl bir müzisyen olduğumu tanımlarken kullanmayı tercih ettiğim bir kelime değildir jazz. Geçmişteki büyük müzisyenler de aynısını söylemişti. Onları çok iyi anlayabiliyorum. Müzik bilgisini geliştirmek kişiyi iyi bir müzisyen yapar. Büyük müzisyenler ne tarz müzik yaptıklarına dair endişe taşımaz. Tam bir müzisyenin görevi ilgilensin ilgilenmesin tüm müzikal aromaları tatmaktır. Bu çok yönlülüğü getirir. Müzik nasıl ilerlerse ilerlesin pek çok açıdan zorluklar yaşanabilir: müziğin kültürel altyapısı biraz yabancı olabilir veya teknik özelliklerinde zorluklar olabilir. Muhtemelen müziğin formatı, beklentileri veya yaklaşımı farklı olabilir. Tüm bunlar müziğin tüm spektrumuna aşina olmakla ilgili. Flying Lotus, J Dilla, Philip Glass, Steve Reich ve diğer bir çok müzisyeni dinlemekten keyif aldığımı söyleyebilirim.
Pandemi sürecinde hepimiz yeni bir dijital ortama daldık. Bir müzisyen bu yeni normal karşısında ne hissediyor? Buna ilişkin deneyiminiz nasıl?
Ben her zaman duruma ayak uyduran biri oldum. Elbette pandemi işleri zorlaştırdı, çünkü ben her zaman canlı izleyiciye çalmayı tercih eden bir müzisyenim ama müziğin evrimini de destekliyorum. Tarihte toplumsal değişimlere ayak uydurmak için müzisyenlerin yaklaşımını değiştirmek durumunda kaldığı dönemler var. Amerika’daki Büyük Buhranın ardından geleneksel 14 parçalı büyük orkestralar çalışmaya devam edebilmek için kombo (6 veya daha az) ölçekli gruplara dönmek zorunda kaldılar. Yani bu hoşuma gidiyor. Kendi müzikal spektrumumda genişlemeye başladıkça albümüm Spirit Garden’ı paylaşmaya devam ediyorum. Genişletilmiş müzikal ortamları keşfettikçe saksofonuma elektronik efekt pedallları ekliyorum. Gelecekte hem yüzyüze hem de sanal ortamda bunu paylaşmak için sabırsızlanıyorum.
Gelecek planlarınız neler? Konser vermek için Türkiye’ye gelmek ister miydiniz?
Bir sefer aktarmalı uçuş esnasında Türkiye’den geçmiştim. 15 saatlik aktarmam vardı! Tüm günü hava alanında geçirmem ve orada uyumam gerektiği için ne yapacağimi bilemiyordum. Sonra üniversiteden çok sevgili bir arkadaşımın İstanbul’da yaşadığını anımsadım. Halen orada yaşıyor mu bilmeden onu aradım. Meğer o gün onun doğumgünüymüş! Beni hava alanında gelip alacak kadar cömert davrandı ve onunla ve arkadaşlarıyla birlikte doğumgününü kutladık. İstanbul’da çok keyifli zaman geçirdim ve kendi kendime “mutlaka buraya tekrar geleceğim”, dedim. Çalmak için gelmek istiyorum. Umarım en yakın zamanda organize edebiliriz. İyi dileklerimle…