Tamer Temel – Ercüment Orkut – Cem Aksel
Bu kez sabırsızlıkla beklediğim bir projenin albüm tanıtım konserindeyim. Ben dahil herkes çok heyecanlı… Bunu nasıl mı bilebilirim? Çünkü; ortama konser öncelerinde alışık olmadığımız bir sessizlik ve ciddiyet hakim. Yapı Kredi Bankası’nın İstiklal Caddesi’ndeki yeni Kültür Sanat binasında ilk kez bir konser izleyeceğim. Numarasız olarak satılan biletler ve tabii ki misafirler ve davetliler, genellikle müzisyenlerin sıkı takipçileri ile hepimiz konseri en güzel noktadan dinlemek istiyoruz. Her zamanki gibi erken kalkan yol alırmış. Salon dolarken çok şanslıyım ki kendime, arkadaşlarıma en önden ve özellikle piyanonun arkasından bir yer buldum. Dedim ya heyecanlıyım. Çünkü bu akşam albümleri bir kaç gün önce çıkmış olan çok önemli üç müzisyenin konserini izleyeceğim. Tamer Temel, Ercüment Orkut ve Cem Aksel ve yeni projeleri TÖZ’ü dinledik ve sonunda Ercüment’e şunu dediğimi hatırlıyorum “müziğinizin daha nereye gideceğini çok merak ediyorum”. Lafı çok uzatmadan müziğe geçeyim.
Piyanoda Ercüment Orkut, soprano ve tenor saksofonda Tamer Temel ve davulda Cem Aksel’den oluşan üçlü TÖZ projeleriyle poliritmik cümlelerden oluşan katmanlı yapısıyla zengin bir dil oluşturarak dinleyicinin karşısına çıkmışlar. Müzikteki kimi zaman tercih edilmiş olan yoğun yazı dinleyicinin dinleme deneyimi içinde yoğun odaklanma gerektiren bir eyleme dönüşmüş durumda. Tamamen akustik çalınan ve doğaçlamalarla şekillenen bu tek seferlik müzikal deneyime birlikte tanık olduk.
Birbirini takip eden her yeni hat ve müziğe dahil olan her yeni malzeme önceden dikkatlice düşünülmüş, kurgulanmış ve işin rastlantıya (şansa) bırakılmadığı izlenimini veriyordu. Müzikte açık bırakılan alanlarda her bir enstrüman organik organik bütünün önemli bir parçasıydı. Müziklerin ana malzemelerini Tamer Temel bestelemiş. Ana malzeme dememin sebebi performansın içinde yüksek oranda doğaçlamanın bulunması. Ancak ana malzeme Tamer Temel’den gelmiş olsa bile müzik tüm ekibin ortak müziği, tabii ki her bir üye kendi müziklerini de projeye dahil etmişler. Benim bir dinleyici olarak söyleyecek çok sözüm var fakat ben bu noktada ekibin kendi cümleleriyle müziklerini nasıl tarif ettiklerini aktarmayı tercih ederim.
Burada küçük bir parantez açmak istiyorum. Önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi ya da radyo programlarında da söylediğim bir şeyi burada bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Birazdan aktaracağım bilgiye albümün CD kitapçığından ulaştım. Günümüzde müzik dinleme alışkanlıklarımız dijital mecralara yönelmiş durumda. Bir çoğumuz artık CD, kaset ya da plak satın almadığımız için bunların içindeki değerli bilgilerden de mahrum kalıyoruz. Müzisyenler için en önemli şey belki de besteledikleri, yorumladıkları ve kaydettikleri müziklerdir ve bu projelerin somut hallerine de çok değer verirler. Albüm kitapçıklarındaki bilgiler, teşekkür yazıları, künyeler, varsa sözler, kapak tasarımı ve diğer tüm bilgiler müziğin birer parçasıdır. Bu yüzden dijital ortamlarda nelerden vazgeçtiğimizin farkında olmamız benim hayalim olsa gerek.
Lafı çok uzatmadan alıntıma geçiyorum: “TÖZ’ün ilk albümü konserlerinde olduğu gibi tek seferde, durmadan ve bütünü oluşturan parçaların birbiriyle bireysel veya kolektif doğaçlamalar (interlüd’ler) halinde bağlanması şeklinde kaydedildi. İki günde üç defa çalındı, kayıtlardan biri seyircilerin de stüdyoda olduğu bir ortamda yapıldı. Bireysel veya kolektif interlüd’ler serbest doğaçlamadan farklı olarak bir bölümden diğer bölüme varmak amacıyla yapıldığı ve müzisyenler her defasında farklı yerlere gitme motivasyonuyla hareket ettikleri için, her konser ya da kayıt çerçevesi aynı ama içeriği değişken bir hal aldı. Ayrıca bağlantılar dışında parçaların içinde doğaçlamalar mevcut. Dinleyicilerin de bu süreci ve varılan noktaları daha iyi takip edebilmeleri için tek seferde kaydedilen albümü baştan sona bu mantıkla dinlemeleri, yolculuğumuzu daha yakından hissetmelerini sağlayabilir.”
Yukarıda da anlatıldığı gibi müzik performans pratiği düşünülerek tek ve bütün olarak tasarlanmış. Başlayıp biten parçalı bir yapı yerine birbirini takip eden, kontrast yaratan dokular, ses öbekleri, hatlar ve kesitlerden oluşuyor. Bu dokular bazen genişleyerek, bazen parçalanarak, bazen de yeni bir malzemenin de dahil olmasıyla yapı bozuma uğrayabiliyor. Yorumlanması son derece dikkatli olunması gereken bir müzik olduğu gibi dinleyici için de birikim ve efor isteyen bir tarafı var.
Üçlü, birlikte yarattıkları bu müzikal dil içinde saf organik bir bütüne dönüşmüş. Müzikteki diğer önemli unsurlardan biri de müzisyenlerin hem bireysel hem de kolektif olarak zamanla kurdukları ilişkidir. Sadece temel zamanlama algısından bahsetmiyorum, müziğin geniş bir bölümü doğaçlama olduğu için kesitlerin arası ve birbirine oranlarını da içgüdüsel olarak dengelemek gerektiğini düşünüyorum. Üçlü bu anlamda son derece güçlü bağlarla hem birbirlerine hem de müziklerin sıkıca bağlılar. Bu seviyede bir müzik için “abi çok iyi çaldılar filan” gibi bir yorum yapılamaz. Bence hem bireysel hem de ensemble olarak onlar performans anında saf müziğe dönüşmüşlerdi.
Onların yüksek konsantrasyonu dinleyicide de yoğun bir dinleme deneyimi halini aldı. Sıkça tekrarladığım bir şeyi daha söylemek istiyorum. Müzik tek taraflı gerçekleştirilen bir eylem değildir. Müzisyen, müziğin kendisi ve dinleyici performans anında bir bütündür. Bu zincirde bir eksiklik yoksa müzikal enerji akmaya devam eder ve müzik artık somut olarak kısıtlı bir zaman içinde karşımızdadır.
Her bir müzisyen bireysel olarak kendi alanlarında son derece yetkin kişiler olmalarına rağmen bu işin bireysel bir eylem olmadığının kesinlikle farkındalar ve her an ortak müzikal bütünü besleyecek şekilde ve ortak amaca hizmet eder bir çabayla sahnedeydiler.
Müzikal kesitlere şöyle ya da böyle bir etkiye sahipti gibi kesin bir yorum yapmak pek söz konusu değil. Son derece lirik başlayan bir melodik hat bir süre sonra dinleyiciyi de bedensel olarak harekete geçirebilecek kadar güçlü bir dokuya dönüşebiliyor ya da dinamik olarak bizi sarsabiliyordu. Biz dinleyici olarak müziğin nereye gideceğini tahmin edemesek de onlar performans anında tansiyonu ve yoğunluğu ustaca kontrol altında tutmayı başardılar.
Tamer Temel, kendisine bırakılan serbest bölgeyi ses ilişkilerini dikkatlice kurgulayarak ve bu alanı dengeli kullanarak bizi bir sonraki kesite ustaca taşıdı. Ercüment Orkut, kendi alanında bize takip etmemiz ve iyi dinlememiz gereken dokular ve jestlerle çok katmanlı ve zengin bir dinleme deneyimi yaşattı. Cem Aksel ise; yalnız olduğu anda bile yanındaki iki kişinin varlığını her an hissedercesine ekipten kopmadan davulu zengin dokusal malzemeler üreten bir kaynağa dönüştürdü. Davul setinin her bir parçası yeni bir sese dönüşerek bize bir atmosfer olarak geri döndü.
Ekipte ve müzikte bas hattını yürüten ayrı bir üye ve enstrüman yoktu. Bunun sebebi belki bas hattının armoniyi hem güçlendiren hem de belirginleştiren ve bir anlamda da sınırlayan bir özelliği olması olabilir. Bu anlamda bas hem güçlü bir dost hem de güçlükler yaratan başka bir dosta dönüşebilir.
Bu yazımda lafı çok uzattığımı biliyorum ama başlarken de ne kadar heyecanlı olduğumu belirtmiştim. Sanırım unutamayacağımız bir konser deneyimi yaşadık. Umarım bu proje ve daha niceleri birçok meraklı ve ilgili dinleyiciye ulaşır. Elinize sağlık Tamer, Ercüment ve Cem, iyi ki varsınız ve bu projeyi yaptınız. Teşekkürler…