5 Aralık 2018 gecesi Paolo Peruzzi Nardis Jazz Club’da liderliğini üstlendiği ve basçı Enver Muhamedi ve davulcu Burak Cihangirli’den oluşan jazz trio’su ile birlikte bir konser verdi. Bebop kökenli jazz’ın öncü müzisyenlerinin parçalarını içerek repertuarı “Joy Spring” ile Clifford Brown’ın performans konusundaki ustalığını, Dave Samuels’ın yorumladığı aranjmanları ve Duke Ellington’ın “Caravan” isimli parçasının bir yorumunu kapsıyordu. Peruzzi metodik olduğu kadar tınıların üstüne titremesiyle de sanatını icra eden, mütevazi ve tutkulu bir müzisyenin beyninin nasıl çalıştığını gösterdi. Muhamedi virtüözlüğünü eşlik sırasında kanat alıp uçan parmakları ile bu yağmurlu gecede İstanbul’un İtalya ile yedi yüzyıldır süregelen renkli bağını bir Ceneviz hatırası olan Galata Kulesi’nin yanıbaşına dinleyicinin kalplerini çalarak kanıtladı. Ve Cihangirli anın ritmik potansiyelini kendine has stili ile yakalayarak düşünceli ve grup arkadaşlarına yer bırakmaya çalışan vibrafoncu lider Peruzzi’nin arkasında vurmalı soru-cevap şeklinde iletişime devam etti.
Bizi aranjman aşamasından başlayarak beste yazmaya kadar uzanan bir macereye çıkarın. Dave Samuels’ın müthiş “Caravan” aranjmanını çaldınız. Bu aranjman sizin için teknik ve anlatım açısından size ne ifade ediyor?
Dave Samuels ve müziği benim için çok önemli. Samuels’ın stilini çok seviyorum ve fikirleri bence her zaman müthiş. Basit ve etkileyici. Friedman ile grubu Double Image’ı ve Caribbean Jazz Project’in mükemmel sound’unu dinlemelisiniz. İnanılmazlar! “Tango With A Crocodile” isimli İtalyan br aktör arkadaşım için yazdığım eski bir parçayı çaldım. Çok yavaş ve tekrar eden bir tango. Kendi müziğimde efektleri ve renkleri araştırıyorum. Bu karanlık bir parça.
Nardis Jazz Club’da kendinize ait hangi besteleri çaldınız? Beste yazma konusunda size ne ilham veriyor? Perküsyon müziği ve melodi üstüne kurulu müzikleri bestelemek arasında ne gibi farklar var? Bir vibrafoncu olarak bunları nasıl harmanlıyorsunuz?
Benim için perküsyon müziği ve melodik müzikleri bestelemek az çok aynı şey. Sadece notaları nasıl yazdığımı değiştiriyorum. Fikirden başlayıp onun ve sesler ile armoni üstüne çalışıyorum. Sonra da bütün eseri melodi üstüne ilerleyen bir ezgi olarak yoğunlaştırmaya çalışıyorum. Bazen bazı şeyler kayboluyor ama kaybolunca da birlikte çalıştığım müzisyenlerin fikirlerini buluyorum.
Enver Muhamedi ve Burak Cihangirli ile aranızdaki performans dinamikleri ve Nardis Jazz Club’ın akustik ve atmosferi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Nardis Club çok havalı bir yer. İstanbul’a ilk gelişim ve bu müthiş klüpte kendimi evde hissettim. Enver ve Burak çok iyi müzisyenler, çalma stillerini ve müzik yaratma sırasında hissettiklerini seviyorum. Detaylar için gözlerini kapatıyorlar ve bu benim için müzikte en önemli şey. Ben her zaman hislerime güvenerek parçaları seçerim. Bir albümden parça dinlerken meraklanır ve bu parçayı çalışmak isterim. Bol bol müzik dinlemek de çok önemli bir şey.

Paolo Peruzzi & Burak Cihangirli & Enver Muhammedi (Photo. Zuhal Focan)
Verona’da Jazzset Orchestra Big Band ve elektronik müzik yapan Silicon Veronica ile çalışıyorsunuz diye biliyorum. Trio sanatını özel kılan sizce nedir? Enver ve Burak ile birlikte çalmaya nasıl başladınız?
Trio’da olduğu gibi çalışan daha az beyin olduğunda daha fazla seçenek ortaya çıkıyor: bir big band’de müzisyenlerin rolü bellidir. Trio’da ise binlerce farklı olasılık oluyor. Ben triolar hakkında buına bayılıyorum.
Bir vibrafoncu olarak bas ve davul trio formatında müzikal açıdan gelişimi destekleyen olasılıkları nasıl değerlendiriyorsunuz? Örneğin, vibrafonun bas cümleleri ile olan armonik ilişkisi doğal olarak piyano ya da kornodan çok farklı, ama sanki gitara bir miktar benziyor. Piyano bas aranjmanlarının çoğunu kapsayabiliyorken vibrafon daha limitli olabiliyor. Korno notaları uzatabiliyor mesela, vibrafonun da benzer bir ‘sustain’i var mı? Bu jazz komposizyona nasıl yansıyor diye merak ediyorum. Bu dinemikleri nasıl çalıyorsunuz? Gary Burton ve Milt Jackson gibi bu işin öncüleri bu enstrumanı ilgi odağı haline mi getirdi?
Vibrafon çok sık rastlanmayan bir enstrüman. Bugünlerde bu değişiyor ve dünyanın her yerinde daha çok müzisyen vibrafonu seçemeye başladı. Bu enstrüman bazı açılardan farklı. Farklı efektleri var, mesela dampening, ve bunlar saksafon veya trompet seslerini taklit etmek için kullanılıyor. Vibrafonun piyano ile karşılaştırınca daha limitli olduğunu zannetmiyorum. Sadece daha farklı. Ve bunu piyano ve gitar ile karşılaştırmamalı, sadece bu inanılmaz estrüman hakkında daha çok bilgi edinmeye çalışmalıyız. Bu konu ile ilgili bir tez yazmaktayım. İki büyük vibrafon ustası olan Gary Burton ve David Friedman’ın bazı albümlerini analiz ediyorum.
Bir jazz sanatçısı ve perküsyonist olarak vibrafon ile icra edilen jazz müziğinin yeniden dile getirmek gerekirse perküsyon müziğinin geleceğin müzik ‘sound’u olduğunu iddia eden Reich ve Cage gibi müzisyenlerin ‘yeni’ klasik müziğiyle olan ilişkisini nasıl görüyorsunuz?
Vibrafonun yeni klasik müzikteki yeri gibi roller değişmekte, çünkü besteciler her zaman müzik yaratma konusunda yeni yollar arıyor. İki seçenekleri var: John Cage’in eserlerindeki piyano gibi iyi bilinen enstrümanların karakterini değiştirmeye başlamak ya da daha yeni enstrümanların (vibrafon 1921’de doğmuş olan bir enstrüman, en eski piyanolar ise 1720’lere kadar uzanıyor) karakterlerini incelemek. Vibrafon ve benzeri pek çok perküsyon enstrümanının yeri çok daha önemli bir hale geldi.
İstanbul ve Türkiye’deki jazz ortamı ile Verona ve İtalya’dakini nasıl karşılaştırırsınız? Türkiye’de müzikal olarak olup bitenlerden kompozisyon ve müzisyenler açısından İtalya veya başka yerlerle karşılaştırınca sizi ne heyecanlandırıyor?
Verona ve İstanbul gibi iki gerçekliği karşılaştırmam imkansız. İsntabul’daki müzikal gerçekliği yeterince bilmiyorum çünkü burada yeterince vakit geçirmedim. Ama yakında tekrar gelmek isterim! Verona İtalya’nın kuzeyinde küçük bir şehir. Ve İtalya’da tüm sanat dallarında gösterilen ilgi daha iyi olabilirdi… Bekleyip görelim.